Karanlık ve soğuk.
Saatlerdir tek hissedebildiğim bunlar. Ve beynimde amansız bir girdap gibi dolaşıp duran, birbirinden bağımsız, birleşip cümle haline gelmeyi bekleyen lanetli düşünce parçacıkları…
İnsanların berbat işlerinden berbat evlerine döndükleri saatler benim için yazma saatleri. Tekerlekli demir yığınlarıyla dolup taşan otoyola bakan hafif bir yükseltinin eteğinde eğri bir şekilde yapılmış ya da yolun her dakika taşıdığı binlerce huzursuz ruha dayanamayıp boyun eğercesine yamulmuş bu ahşap, metruk ve terk edilmiş çatı katında, trafiğin yoğun olduğu saatlerde arabalardan odaya yansıyan ışıklar sayesinde yazabiliyorum sadece.
Mum yakamam. İnsanlar burada yaşadığımı anlarlar. Elektrik zaten yok. Herkesin sokaklarda olduğu saatlerde dışarı çıkamam. Kalemim ya da kâğıdım bitmediyse veya dergiye yazı verme günüm değilse… Bir tek o günler birilerinin beni görme riskini almaya değer çünkü. Bu yoksul kenar mahallenin en kenarındaki bu evde kaçak bir sığıntıyım ve bundan garip bir haz duyuyorum. Tüm dünyadan gizli tek başına, zihninde yarattığı hayaletlerle yaşayan karanlık bir meczup…
Gün ışığı beni mahvediyor. Güneş tepede keskin bir bıçak gibi asılıyken tek kelime bile yazamıyorum. Hayır. Şımarık bir yazar kaprisi, kendini bilmez bir ego yaratısı değil bu. Yazdığım karakterler, tüm o kurbanlar ve acımasız katiller aydınlıktan nefret ediyorlar ve vücuda gelmemek için çılgınlar gibi savaşıyorlar benimle. Haklılar. Karanlık ve ölüm daha yakın birbirine. Gündüzleri hava bulutlu ya da yağmurluysa ve şansım yaver giderse birkaç paragraf yazmayı başarıyorum. Ama hava kararınca…
İşte o zaman kelimeler zincirlerinden kurtulmuş deliler gibi çığlıklar atarak, tamtamlar çalarak ölüm dansı yapmaya başlıyorlar ahşap odanın ıslak duvarlarında. Onları yazmam, özgür bırakmam, öldürmem ya da öldürtmem için ayaklarıma kapanıyorlar. Beynimde aniden beliren vahşi katiller, kurbanlar, kanlar, deliller, dedektifler ve parçalanmış bedenler ıstırap içinde saldırıp üstümü başımı parçalıyorlar. Ellerim kan içinde kalıyor. Nefesim tıkanıyor. Ancak onları yazdıktan, yarattıktan sonra odaya bir ölüm sessizliği çöküyor. Otoyol boşalıyor, arabalar evlerine gidiyor, insanlar sıkıntıdan patlıyor.
Hayaletlerimle uğraşmaktan, savaşmaktan öylesine yorgun düşüyorum ki açlıktan midem bulanıyor. Yiyecek bir şeyim uzun zamandır yok. Kendi vücudumdan başka. Ben de oturup uzun bir süre önce, dergiye giderken yerde bulduğum bir cam parçasıyla bacaklarımı keserek oluşturduğum yara kabuklarını koparmaya başlıyorum. Onları yiyerek doymasam bile sakinleşmeye; midemi, içine bir şeyler girdiği için kandırmaya çalışıyorum. Gece biterken ıslak duvara yaslanıyorum. Ağzımda büyük bir yara kabuğu, kanın kokusu, tadı ve mutluluğu… Geceler bu şekilde sonlanıyor benim için. Bir sonraki karanlığa kadar uyuyakalıyorum.
Ama bu gece… Hayaletlerim sabaha kadar gözlerimi oyacaklar. Çünkü kurşun kalemim yok. Üç parmağımın arasına sığamayacak kadar küçük kalana dek kullandım ve bitti. Gündüz olsa her şeyi göze alıp iki sokak ötedeki lisenin önüne gidip öğrencilerden isterdim ama şu an bu mümkün değil. Katillerin inlemeleri derinden ve hafiften duyuluyor. Yavaşça, çürümüş bir bedenin içindeki kurtlar gibi kıpırdıyorlar. Birazdan zihnimi oyup çıkmak için çığlıklar atmaya başlarlar. Ama benim kurşun kalemim yok. Yok. Bitti. Ve bu kelimeler onlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Aynen açlık, uykusuzluk, yorgunluk gibi bu kelimeler de yitik onların hafızasında. Onları doğurmam için beyin hücrelerimi yırtmaktan hiç çekinmeyecekler. Boş kâğıtlara bakıyorum çaresizce, sanki bana yardım edebilirmiş gibi. Ama kurşun kalemim bitti. Yok.
Bir süre sonra hırıltılı çığlıkları yükselmeye başlıyor. Yerde duvara yaslanıp bacaklarımı karnıma çekip kulaklarımı kapatıyorum. Ama faydasız. Sesler, kıpırtılar ve yaratıklar zihnimin derinliklerinde. Sinir bozucu, ritmik bir şarkı söylemeye başlıyorum. Bu da işe yaramıyor. Kalem. Kurşun kalem. Daha dikkatli olmadığım, bittiğini fark edemediğim için kendime, yazarken beni bu kadar hırpalayıp yaraladıkları için karanlık hayaletlerime lanet ediyorum. İleri geri sallanmak belki işe yarayabilir diye düşündüğüm anda histerik bir kahkaha atıyor bu gece onu yazmam için delirmeye başlayan katil. Tüm yaratıklarım bana gülmeye, benimle alay etmeye başlıyor. İşte o anda yapacağım her şeyin faydasız olacağını anlıyorum. Bir çözüm bulmam, o cinayeti bu gece işlemem, çözmem ve yazmam lazım. Üstüne üstlük acele etmeliyim çünkü trafik gece yarısına doğru bitecek. Zamanım azalıyor.
Panik ve korkuyla bacaklarıma sarıldığımda yara kabuklarımdan kanın kokusunu alıyorum. Kan. Mürekkep. Bin yılın klişesi ama neden olmasın? Denemeye değer diye düşünüp yara kabuklarımı yolmaya başlıyorum. Duvardan bir ahşap parçası koparıp ince çizgiler halinde akan kana buluyorum. Kâğıda sürdüğümde ise benim için sihir işlemeye başlıyor. Bir kelime yazdım bile. Kopardığım kabukları ağzıma atıp heyecanla yazmaya devam ediyorum. İçimdeki sesler yavaş yavaş ehlileşip sessizleşiyor. Bu şekilde hem karnımı doyurup hem yazabilirim. Çok iyi. Ancak bir süre sonra, öykünün sonlarına doğru, tam katili yakalamış çelik hançerle parçalara ayırmaya hazırlandığım sırada yara kabuklarım da bitiyor. Bu sefer duvardan sivri bir ahşap parçası koparıp bacaklarımın üst taraflarını kesip kanatıyorum, ahşabı yaralara sürüp yazmaya devam ediyorum. Canımın acıması, bunun sonucunda o yaratıkların susacak olması, öykümün ve bu gecenin bitecek olması beni tuhaf bir şekilde tatmin ediyor. Bundan fiziksel bir zevk alıyorum.
Ancak akan kanla birlikte gücüm de tükenmeye başlıyor. Tuhaf bir bitkinlik çöküyor üzerime. Kollarım halsizleşiyor. Gözlerimi usulca kapattığım anda katilin kanlı haykırışıyla uyanıyorum. Ama uyku yine içine çekiyor beni. Yaralarımdan kan sızıyor yavaşça. Katili öldüremeden kendimden geçiyorum. Uyumamalıyım. Ben onu öldürmezsem o beni öldürecek. Kanımı emerek, bitirerek. O yüzden uyumamalı, yazmalıyım. Son bir gayretle ahşabı elime alıyorum ama nafile. Kolum kalkmıyor. Uyumamalıyım…
Ama artık çok geç… Mürekkebim bitti. Yok. Mürekkebim yok. Bitti.
Dipsiz ve kanlı boşluğa gözlerimi kapatıyorum…
KaraŞapka
Kaynak: http://karasapka.wordpress.com/