Kadıköy, Kadife Sokakta’ydım o akşam. Yaklaşmakta olan yazın provası niteliğinde, sıcak bir bahar akşamıydı. Her zamanki gibi Agapia Meyhanesi’ndeydim. Kapı önüne atılmış masalardan birine kuruldum, anzarot ve pilaki söyledim kendime. Önce biraz pilaki, sonra bir yudum rakı. Gerisi çorap söküğü… En azından rutinim böyle idi, o güne kadar hep böyle yapmıştım. O gün, her zamankinden çok da farklı olmayan bir topuklu ayakkabı tıkırtısı için kaldırdım kafamı kadehimden ve onu gördüm. İlk bakışta bu masaların gediklisi kim varsa hepsini en az bir kere kanatan, tek sermayesi endamı olan kadınlardan biri zannettim. Gözümü alamadım, bakmaya devam ettim ama kafamda bu düşünce vardı. Tahminim o ki; göz bebeklerimden de şaşkınlıkla karışık bir şehvet taşıyordu dışarıya ona bakmayı sürdürürken. Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Allah’ım ne yürümek! Saçını şöyle bir savurdu geriye doğru, bakışlarını ileriye dikti. Kesişti! Bakışlarımız kesişti! -Trenler çarpışıyor midemde.- Ve göz bebekleri, kızın göz bebekleri pikap iğnesi. Gözlerime değer değmez o tozlu plak dönmeye başlıyor: “Hangimiz düşmedik kara sevdaya? Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi?”
Gülüyor! Allah’ım kız gülüyor! İstiridye dudaklarının içinde inciler parıldıyor. Yanımdan geçip gitmeye yeltenirse bileğinden yakalayıp “Pilakimi ye, rakımı iç. Sigaramdan da yakarsın. Külünü avucuma döker, izmariti gözüme basarsın.” diyeceğim. Gitmekte ısrar ederse “Bütün iç savaşları bitiririm. Bir hafta ver bana. Asgari ücreti üç bin lira civarına çeker, özel tüketim vergisini kaldırırım. Seni tiksindiren her gökdeleni yıkar, yerine ağaçlar dikerim. Yeter ki; otur masama, cennet ile müjdeleneyim.” demeyi tasarlıyorum. O esnada incilerin arasında yankılanan bir melodi duyuluyor, elimde avucumda kalan aklım ile bunun bir arpa ait olduğunu güçlükle fark ediyorum.
-Merhaba. Bugün benim doğum günüm. Arkadaşlarım gelecek, birlikte bir şeyler içip kutlayacağız. Onları burada bekleyebilir miyim?
Bir nutku tutulmuş “Tabii ki.” palas pandıras dışarı atıyor kendini dudaklarımın arasından. Tekrar dönüyor tozlu plak. “Doğum günün kutlu olsun, mutlu ol senelerce!” Gülümsemek için bütün ömrüm boyunca bu anı beklemiş gibi içten bir tebessüm ile “İyi ki; doğdun! İyi ki; arkadaşların dakik değiller!” deyip kadehimi hafifçe kaldırıyorum. Aklımdan ne var ne yok hepsini tek dikişte mideye indirmek geçtiyse de, derli toplu bir yudum ile yetiniyorum. Kadehi masaya bıraktıktan sonra dirseklerimi masaya koyup hafifçe ona doğru eğiliyorum, kendi yarattığı melekleri takip edememiş tanrı edasıyla fısıldıyorum: “Adın ne?”. “Buse, senin adın ne?” diyor ve ben bütün dünyayı maviye boyuyorum. O anki gülüşünü, onun için arakladığım elma şekerini yerken komşu kızı Nihan’ın suratında görmüştüm en son. Bundan yirmi sene önceydi. Plak tekrar dönüyor:
“Well, I hope I don’t fall in love with you. ‘Cause falling in love just makes me blue.”
…
…
…
O akşam, Buse’nin arkadaşları gelmediler. Onlar gelmediler ama Buse o gece benimle geldi. Ondan sonraki iki buçuk yıl boyunca milyonlarca şarkı dinledim o tozlu plaktan. Sokakları, pilakiyi, çiçekleri, rakıyı, parkları, arabaları, ayakkabıları, bardakları, yastıkları, yatakları, çarşafları maviye boyadım iki buçuk yıl boyunca. Hatta gökyüzü ve denizin bile üstünden geçtim birkaç defa. Daha sonra gitti. Ardında mavilikler ve melodiler bırakarak uzaklaştı. Gidişini izledim. Çok daha mucizevi bir şeyler yaşanacak sanıyordum, gök yarılacak mesela, özenle gizlediği haresi kafasında belirecek, açıp kanatlarını; sağ kanadıyla Üsküdar ahalisini, sol kanadıyla ise Kadıköy ahalisini şu Ağustos sıcağında serinletecek bir gölgelik oluşturacak. Yanaklarından aşağıya yaşlar süzülürken gülümsedi. Son bir defa istiridye-inci, ondan sonra boyuna anzarot-pilaki, anzarot-pilaki!
Çok daha mucizevi bir şey bekledim. Oysa o sarı dolmuşa bindi. Ve plak tekrar döndü:
“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın. Denizler ortasında bak, yelkensiz bıraktın. Ah! Öylesine yıktın ki; bütün inançlarımı.” -Bütün erkekler, sevdiği bir kadın varken dünyayı daha güzel bir yer yapmak hevesine kapılırlar.- Belki de Münir abinin inançlarını yıkan da bu hevesinin kursağında kalmasıdır, kim bilir. Her ne ise; plak tekrar döndü: “Ver bana düşlerimi. Ver bana gülüşlerimi.”
Sonra tekrar döndü: “Yalnızım ben, tutun elimden! Nedendir bilmem, hep yanlışım; yanmışım ben!” Tekrar: “Adio, adio querida. No quero la vida, me l’amagrates tu.”. Tekrar: “E tu dice; “Io parto, adio!”, “t’alluntane da stu core, da sta terra de l’ammore, tiene ho corre ‘e nun turnâ?”.Tekrar: “Gözlerim yollarda, kulağım seste, günlerdir kapımı çalan olmadı.”
Tekrar, tekrar, tekrar… Parça parça delirmek bu benimkisi. Tekrar!
Şarkılar:
-Müslüm Gürses – Hangimiz Sevmedik?
-Ahmet Kaya – Doğum Günü
-Tom Waits – I Hope I Don’t Fall in Love With You
-Münir Nurettin Selçuk – Beni Kör Kuyularda
-Yaşar Kurt – Ver Bana Düşlerimi
-Can Gox – Yalnızım Ben
-Yasmin Levy – Adio Kerida
-Luciano Pavarotti – Torna a Surriento
-Zeki Müren – Yorgunum