“İnsan ne kadar severse, o oranda kaderi bilir. Çünkü aşk, semavi sırların usturlabıdır. Aşk, kalp gözüne sürülen ve gözü açan bir sürmedir.” Mevlana, Mesnevi-Şerif
-Bugün yine şiirle duygu ve hislerle gönül penceremizi açarak içerisini şiirle süsleyerek havalandırarak coşkun şiirin gülüşüyle azıcık gülümsemek için karşınızdayız. Bugün yine kul Mehmet ile beraber yeni bir konu ile sizlerin bu coşku dolu gönlünüze misafir olacağız. Sayın Kul Mehmet hoş geldiniz bize aşk nedir söyler misiniz?
-Öncelikle bu muhabbet ortamına beni davet ettiğiniz için size teşekkürler eder okuyucularımıza selam vererek başlamak isterim. Selamun aleyküm gönül dostlarım.
“Aşk kelimesinin Arapça aslı “ışk”tır ve bir kişinin kendisini tamamen sevdiğinevermesi ve ondan başkasını göremeyecek kadar sevgilisine düşkün olması şeklinde ifade edilir. Aynı zamanda aşk kelimesinin sözlük anlamının aynı kökten gelen aşeka ile de yakından ilgili olduğu belirtilir ve “aşeka” sarmaşık anlamına gelir. Sarmaşık kuşattığı ağacın yaşam suyunu emer, onu soldurarak zayıflatır ve kurutur. Yani aşkın bir yanı ışk, bir yanı sarmaşıktır. Bir yanı aydınlatır, anlaşılır ve bütünleştirirken diğer yanı kurutur, zayıflatır ve soldurur.
Bu kapsamla İslami edebiyat da aşk biri ilahi, diğeri insani olmak üzere iki anlamda kullanılmıştır. İlahi aşka “gerçek aşk” denirken insani aşka ise mecazi ya da dünyevi aşk denir. İlahi aşk, kısmen İslam felsefesinde ve genel olarak tasavvufta işlenmiş, tezahür etmiş varlıklar hiyerarşisinde daha alttaki bir varlığın üstteki varlığa duyduğu arzu ya da sevgi olarak ifade edilmiştir. Etimolojik olarak aşk kelimesinin aşağı indirmek anlamını taşıdığı ve varlığın kendisinden daha yüksek ve yüce bir varlığa kendi tamamlanma arzusu ve ihtiyacı neticesinde yönelmesi anlamını taşıdığı belirtilir”
Gerçek âşık, kalbindeki Allah sevgisine hiçbir varlığın sevgisini ortak etmeyecektir. Başka başka şeylere duyulan, ancak bu aşkın mecazi bir yansıması olabilir ve bu nitelikleriyle Allah sevgisine “gerçek aşk” ya da “ilahi aşk” denebilir denmektedir. Kimi sufiler çok yoğun ve coşkulu aşk halleri yaşasalar da aşk kelimesini kullanmaktan kaçınırlardı. Örneğin erken dönem mutasavvıflarından biri olan Serî e Sakatî 26 (ö.867) artık derisi tamamıyla kemiklerine yapışmış halde bulunan ellerini uzatarak Cüneyd’e “işte muhabbet budur ”demişti. Çünkü eğer bir kişi “ey ben olan sen” diyecek kadar kendi benliğini sevdiğinin benliğinde eritmemişse onun muhabbeti ne tam ne de mükemmel olacaktır. Kuşeyri’nin menkıbesinde aktardığına göre bir gün Semnûn Muhib 27, (O, Allah aşkı ve aşk hakkındaki sözlerinden dolayı Muhib ismiyle tanındı. Muhib, sevgili demektir) muhabbetten öylesine etkili sözlerle bahsetmişti ki gökyüzünde uçmakta iken bu sözleri duyan bir kuş bu sözlerin cazibesine kapılarak onun önüne konmuş ve gagasını yere vura vura ölmüştü.
Gördüğümüz gibi bu haller muhabbetten ziyade aşk haline uymaktadır. Aşkı ilk defa acı ve keder tarzında anlayan ve tanımlayan Hallac 28, Kitâbü’t-Tavâsîn’de 29
ilahi aşkı pervane ve mum misaliyle anlatmıştır. Pervane mum ışığını gördüğünde “ilme’l yakın”, ona yaklaşıp sıcaklığını hissetmesi “ayne’l yakın”, ateşin içinde yanıp kül olması ise “hakka’l yakın”dır. Aşkın nihai amacı yana yakıla yok olmaktır. Mum ışığına âşık olan pervane bunun etrafında durmadan döner, en sonunda kendisini ateşe atar, yanar ve böylece ateşte fâni olur. Âşık da aşk ateşinde pervane gibi yanar ve sevgilisi uğrunda kendini feda ederek fenâ 30 mertebesine ulaşır. Pervane misali idam edilirken elleri kesilen Hallac, elleriyle yüzünü kana bulamış ve sebebi sorulunca da “Aşk ile kılınacak iki rekât namazım var, abdesti kanla alınmazsa makbul olmaz ” cevabını vermiştir. Bir hadis de de Allah’ı arayanın onu bulacağını, bulanın onu tanıyacağını, tanıyanın seveceğini, sevenin âşık olacağını ve onun maşuku olacağını maşukun katledileceğini ve diyetinin de Allah’a ait olacağından bahş edilir.*”
*26 Sırrı Sekatî ya da Serî-i Sakati, erken dönem mutasavvıflardan ve evliyalardandır. Doğduğu Bağdat’ta ticaretle uğraşırdı ve orada vefat etmiştir. Cüneyd Bağdadi’nin şeyhi ve dayısıdır. Takvası ile bilinirdi.
27 Evliyânın büyüklerinden. Künyesi Ebü’l-Kâsım,Ebü’l-Hasan ve Ebû Bekr olup, babasının ismi Abdullah’dır. Oise, gerçek âşık olmadığını söyleyerek, kendisine”Kezzâb (yalancı)” dedirtmeye gayret ederdi.Cüneyd-i Bağdâdîhazretlerinin devrinde yaşadı. Ondan sonra 932 (H.320) yılında vefât etti.
28 Hallâ-ı Mansûr veya Mansûr el-Hallâc, Zındıklıkla suçlanması ve uzun süren bir soruşturma neticesinde Abbâsî Halifesi Muktedir Bi’llâh’ın emriyle idam edilmesiyle meşhur olan spiritüalist yazar ve mistik şâir.
29 Kitâbü’t-Tavâsîn.Hallâc’ın hapiste iken kaleme aldığı, düşünce dünyasını ortaya koyması açısından çok önemli olan bu eseri dostlarından İbn Atâ, hapisten gizlice dışarı çıkarıp saklayarak günümüze ulaşmasını sağlamıştır.
30 Tasavvufta kişinin duygularından ve iradesinden sıyrılarak benliğini Tanrının varlığında yok etmesi. Kişinin aşama aşama benliğinden sıyrılması değişik terimlerle ifade edilir ve fena makamları olarak adlandırılır. *Acemedia EDU-İSLAM FELSEFESİNDE AŞK KAVRAMI- Hazırlayan Aktif felsefe Araştırma Grubu”*
Günümüzde bu aşktan yansıyan bir yansımanın çerçevesinde aşkla sevmek kadının bize Allah C.C. Tarafından emanet olarak verildiğini bilerek incitmeden sevmek aşk olsa da maalesef öldürülen onca kadına rağmen aşk var mı sorgulamak gerekir. Muhakkak böyle seven vardır ümidimiz vardır eş olan kadınımız bize yardır.
“Olmak istiyorsan muhabbet pezir(Eden, edici,)
Zincir-i hevâya (isteklere, arzu, heves,) gel olma esir
Sende âşık olup var şu bezme(Muhabbet ve sohbet meclisinin bir köşesine) gir
Bak gör ki neler var inceden ince(A 113)(Emrah)”
“Muhabbet, hakikatin kapısı durumunda olan ilahî aşkın kapısını açan anahtar gibidir”*
Gibi olsa da elimizde anahtar olmadan kapısını kırarak içine girmeye çalışıyoruz ve muhabbet adına bu hareketimizde muhabbeti öldürürken kendimizi öldürerek cinayet işlemekteyiz. Oysa severken karşımızda olana kalbimizin coşarak sarılması koruması gerekirken bunun tam tersi olurken aşktan söz etmek pek doğru olmaz bu olanların çerçevesinde lakin bu çerçeveyi aşarak sevenler mutlaka vardır. Bedende ruh çıkınca nasıl bir bez gibi içi boş yere yığılıyor cansız kalıyorsa, kalbinde muhabbete az sevgiye ihtiyacı vardır eğer bu yoksa ölüdür o kalp, yaşadığını söylemek atınca yaşadığını söylemek yerine ölmüş lakin öldüğünden haberi olmayan gibidir diyerek ifade edebiliriz.
-Teşekkürler ederiz kul Mehmet’e çaylarımız ocakta demlenmiş buyurun birer çay içelim muhabbetle tüm çaylar Kul Mehmet’ten haberiniz olsun selamlarımızla.
Mehmet Aluç-Kul Mehmet