Bir gün bir fotoğraf çektim ve tüm hayatım değişti.Abidin’in yarım bıraktığı işi tamamlayıp mutluluğun resmini çizemesemde fotoğrafladım ve fotoğrafı çekerken de hem çocuğu kurtardım hem akbabanın fotoğrafını çekmeyi başardım.Aşkı buldum, savaşı gördüm, ölümü tattım, yoksulluğu, zenginliği yaşadım.İnandığım her şeyin bedelini ödedim o an.nasıl oldu derseniz hatırlamıyorum çok sarhoştum ama madem merak ettiniz hatırlamaya çalışayım.
-‘Andes Canavarı’ lakabıyla tanınan Pedro Lopez Monsalve’nin Güney Amerika çevresinde üç yüz çocuğa tecavüz edip öldürdüğünü biliyor muydun?
-Siyah lütfen başlama sabah sabah!
-Peki lopez’in öldürüp tecavüz ettiği genç kızların her biri için en fazla birer ay yattığını biliyor musun?
-Siyah’cım kabul ediyorum çok vahim bir durum bu ama bunu kabullenmeliyiz dünyanın her yerinde bu böyle.hangi birine yetişebilirsin ki?Hem boşuna mı demiş Bakunın: ‘Hukuk iktidarın fahişesidir.’ diye.her zaman olduğu gibi burada da hukuk masum çocuklar yerine güçlü olduğu için orospu çocuğu bir seri katilin yanında.
-1999 yılı ocak ayında yapılan bir röportajda kendini yüzyılın adamı ilan edip iyi davranış sergilediği için serbest bırakılmasını istemesine ne diyeceksin?
-Siyah lütfen yeter artık senin bu sahte duyarlılığından sıkıldım.Artık kafanı çevirip bana da bir baksan.O piç üç yüz kişiyi öldürmüş olabilir ama sende bizi öldürüyorsun.
-Evet haklısın muhtemelen piçti.Çünkü seri katilleri seri katil yapan şey çocukluklarında yaşadıkları travmalarmış ve ben yüzyılın adamıyım iyi davranışımdan dolayı serbest bırakılmamı talep ediyorum.
-Defol git siyah, beni yalnız bırak, git!
Gittim.Yıllardır yaptığım şeyi bir kez daha tekrar etmiş oldum sadece.Küçükken hep ‘Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?’ diye sorulan sorulara bir cevap bulamadığım için kitaplarım, fotoğraf makinem ve ben hep bilebilmek adına gezdik.Hem okudum hem gezdim hem de fotoğraf makinem aracılığıyla yaşadıklarımı sonsuza ilettim.Sonra Beyaz çıktı birgün ve o gün bazı şeyler aydınlanmaya başladı.Onu hissettiğim ilk an yıllardır açmaya çalıştığım kapının aralanırken çıkardığı gıcırtıyı duydum kulaklarımda.Ama hala karanlıkta olan yerler vardı ve o karanlıklarda aydınlığa ulaşmadan bana huzur yoktu bu dünyada.
Düşünüyorum da Beyaz’ın o üç yüz kızdan farkı neydi veya benim ‘yüzyılın adamı’ olamamam için ne sebep vardı?Tamam kabul ediyorum dünya çokta matah bir yer değil ve günü gelince hepimiz sıramızı salmalıyız.Lakin sevdiğinin nefesinde nefes vermek varken katillerin kestiği nefeste can vermek niye?Buna da ahiret teziyle cevap verdik diyelim insanların ara vermeden birbirlerini öldürdüğü bu dünyada mutluluk masalları yazıp balkabağından arabalara binmek için nasıl bir yürek gerekir insana?İnsanların ölmesi için savaşlar, sömürülmesi için barışlar yapıldı.Her ülkeye tahsis edilen büyük biraderler insanların bedenleri yetmezmiş gibi ruhlarınıda katletmeye başladı.Açlıktan ölen insanlara tok karnına ilaçlar gönderip iyi davranışlarından dolayı serbest bırakılmayı talep ettiler ve kendi yönettikleri davalarda kendilerine beraatlar verdiler.Düşlere masallara kirli kondomlar giydirdiler.
Aşkım ve insanlığım arasında kaldım anlayacağınız.Bir yerlerde okumuştum aşkın kelime kökeni sarmaşık demekmiş.Sarmaşık gibi insanı sarıp kuşatır ve sonrasında aşığın çevresinde olup bitenleri görmesini engellermiş.Gülüp geçmiştim buna ta ki onun gözlerine bakıp onun ellerini tutana kadar.Hani demiş ya şair ‘Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım.’ diye.Ben onu anladım sanırım çünkü insan onun ellerini tuttuktan sonra birde gözlerine bakarsa dünyayı unutur gider.Buna itirazım yok ama ya geride kalanlar.Umudumu korumak istesem de benden önce umudunu kesen bir adamın sözleri aklıma geliyor.
İnsan her şeyi elinde tutamaz hiçbir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur…
Aragorn’a inat mutlu aşkın fotoğrafını çekmek için ve biraz da kafamı dağıtabilmek için fotoğraf makinemle ufak bir tura çıkıyoruz.Sahibinin elini tutmuş bir köpeği,bez bir çadırını içinden kafalarını çıkarmış üç çocuğu ve 8 adet cücenin fotoğraflarını çekiyorum.Fotoğrafların amacıma ulaşamayacağını anlayıp Beyaz’ın yanına yollanıyorum.Yanına varınca elinde kalemi ve önünde defteriyle buluyorum.Hep böyle yapardı zaten öfkesini, neşesini, kinini, aşkını kısacası her şeyini yazarak kendisiyle paylaşırdı.Benim fotoğraf kareleriyle yapmaya çalıştığımı o kaleminin mürekkebiyle yapardı.Tam yanına yaklaşacakken bir şeyler söylemeye başladığını duydum.Muhtemelen defterinden okuduğu bir şiirdi bu:
ve avuçlarında kayboldu kül rengi
aşkların sönmüş ateşleri
bitirdiklerinin hesabında değil
hele de boynu büküklüğü hiç
korkusu da yoktu garibi
ağlayamıyordu solmuştu gözleri
beden denen ruhsuz etlerin
tadından mı ola ki, hayır sanmam
cinayet anının cinnet halleri vardı
gözlerindeki irisin derinliklerinde
düşlüyordu hayalinden hiç çıkmayan
ana kucağındaki gülüşleri…
Şiir devam ediyordu ama ben beynime bir kurşun yemiştim gerisini dinleyemedim.Beyaz’ın bana katlansa da beni tam olarak anlayamadığını düşünürdüm ama bu şiir Beyaz’ın beni benden daha iyi anladığını ortaya koyuyordu.Bitmek tükenmek bilmeyen bir romanın karakterleri olsakta aramaya devam etmeliydik.Nasıl olsa Hz.İbrahim’in ateşine su taşıyan karıncalardık hepimiz.Taşıdığımız su ateşi söndürmeye yetmese de Allah’ın niyetimize binaen bu ateşi suya çevirmesini umut ediyorduk.Aragorn’a inat mutlu aşkı bulmalıydık.
Sessizce arabaya binip motoru çalıştırdım. Beyaz’ın gözlerindeki ışıltıya bir tebessüm yolladım.Eşyalarını topladı, arabanın arka bölmesine yerleştirdi ve yanımdaki koltuğa yerleşti.Köyleri, kasabaları, tarlaları, ucu bucağı gözükmeyen boş arsaları geçtik.Hiç durmadan ilerliyorduk.Ne zaman duracağımızı eminim benim gibi Beyaz’da bilmiyordu.Bir işaret bekliyorduk belki de.Bu zaman aralığında hiç konuşmuyorduk ama zaten ‘Sevdiğinin yanında konuşmak gürültüden başka bir şey değildir.’ demişti büyük bir zat yani bu lafı söyleyebildiğine göre büyük bir zat olmalı.Uzun sessizliklerimiz içerisinde derin sohbetlerimiz oluyordu.Örneğin o bana sevdiğini söylüyor bense Galileo’nun boş yerine ceza çektiğinden bahsediyordum.Futbolun kapitalizmle bağlantısını tartışırken gözlerimiz çok ateşli bir sevişmenin tam ortasında buluşuyordu.Saçlarının büyülü kokusuyla kara büyülere, üfürükçülere, cincilere kafa tutarken dünyadaki çocuk işçi sayısının her geçen gün arttığından bahsediyorduk.En tutkulu öpüşmelerimizin arasında kömürden tabutlara gömülen madencileri anıyorduk.Ta ki arabamız bozulup yolda kalana kadar bu böyle sürüp gitti.Bundan sonra yolu katırlarla devam etmeliyiz ama devam edecek katırları bulana dek yürümekte çözüm olabilir.
Uçsuz bucaksız arazide yürümeye devam ettiğimiz sırada Beyaz tepedeki ağaçların ön tarafında kalan üç kişiyi gösterdi.Onlara doğru ilerlemeye başladık.İlerledikçe içimde bir şeyler büyüyor ve ayaklarım karıncalanıyordu.Bunu çok net bir şekilde hissedebiliyordum. Beyaz’ın elini şu ana kadar hiç tutmadığım kadar sıkı bir şekilde tuttum.Yaklaştıkça önce sökülmüş tahtadan bir kapının üzerinde uyuyan küçük kızı fark ettim.Kızın siyah saçları omuzlarına dökülüyor ve beyaz-kırmızı elbisesinin altından gözüken dizlerindeki kir birikintisi ve ufak yaralar göze çarpıyordu.Arkada duran ve muhtemelen kızın babası olan adam cenazeden gelmişcesine siyahlara bürünmüş olan kadının ayıkladığı taneleri elindeki süpürgemsi araçla yığın haline getirmeye çalışıyordu.Siyahlı kadının arkasında daha önceden yapılmış yığınlar küçük kız gibi adam ve kadınında dinlenmeye ve derin bir uykuya ihtiyaçları olduğunu gösteriyordu.Bitkin haldeki baba ve siyahlı anne arada başlarını kaldırıp hemen önlerinde uyuklayan çocuklarına bakıp çalışmaya devam ediyorlardı.Bense gördüğüm bu sahne sonrasında bir sarhoş gibiydim ve dengemi yitirmeden fotoğrafımı çektim sonra Beyaz’a dönüp inkar ettiğim şairin sözleriyle tanımladım mutlu aşkımı:
Bir tek aşk yok acıya garketmesin
Bir tek aşk yok kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da