1921 yılının sonbaharıydı,
Masum hayallerin kutulara konup saklandığı,
Düşlerin öldüğü bir yerdi.
Her gece sıra sıra yataklarının yanına,
Diz çöküp dua ederlerdi tanrıya,
Umutlarının yine yeşerebilmesi uğruna.
Her gece masum gözlerinden akan gözyaşı,
Islatırdı sert, soğuk ve sevgiden uzak yataklarını.
7 yaşında bir erkek çocuğuydu o.
Kısa şortu, dizine kadar çekilmiş çorapları,
Yamalı bir hırkası ve yırtık eski ayakkabıları.
Canı dışarıya çıkmak istememişti o karanlık Eylül akşamı.
Koridorun başına geldi usulca.
Çok yüksek bir tavanı vardı ve sonu görünmüyordu.
Her şey griydi.
Sol duvarda kocaman tablolar asılıydı,
Her tablonun arasında cılız bir tabure vardı.
Tam ortada uzun, eskimiş bir halı.
Sağ duvarda ise kocaman pencereler,
İçeriye sızan ışık bile griydi.
Canı sıkkındı biraz, içi buruktu.
Pencereye yürüdü ve dışarıyı seyre daldı.
Arkadaşları yetimhanenin bahçesindeydi,
Top oynamalarnı seyretti, gıpta etti umursuzluklarına.
Minik bedeninde ağır bir sıkıntı yaşıyordu.
Hüzünle doldu gözleri, kendisi gibi kayıp ruhların oyununu izlerken.
Doğa Ana gördü bunu, Şevkatle doldu içi.
Küçük çocuk pencere pervazında ağlarken,
Doğa Ana yağmurla o’na eşlik etti.