Bu düzen diyorum,
bombok bir düzen.
Ne başı var ne sonu yaşananların.
Oysa ne kolay doğdum demek
öldüm demek.
Çalan şarkıya eşlik eder gibi
sözleri bir bir, atlamadan söyler gibi
peşi sıra günler yaratıyoruz biz, kendimiz.
Kişiler, anlar, anılar kuruyoruz,
Oynuyoruz, biz.
Tutunacak bir tek dalın, tek bir çığlığın dahi olmadığı bombok dünyada,
Sarılmak ihtiyacındayız, biz.
O kişiye, o ana, o anıya
sapık gibi sarılmak arzusundayız.
Yani bırakmazsak o kişiyi
o da bizi bırakmaz sanıyoruz
o an geçmez
o anı unutulmaz
sanıyoruz.
Bu nankörlük diyorum,
bu nankörlük, bu bencillik.
Senin kurduğun anı, bozar diğeri
bilmeden.
Sarılınca o kişiye, kurduğun,
doğarsın. Bazen.
Öteki ölür.
O kadar bencilsindir ki o an, sen kurdun ya,
kim ölmüş, kim kalmış, kim bilir.
Bilmek istemezsin ve görmek
o kadar bencildir ki bu bombok döngü,
bir yanın kurtuldu diye sevinirsin
öbür yanın tutuşurken
bilmezsin.
Öteki de bilmez, öbürü bilir de bilmez,
oynar.
Bu oyun diyorum,
Kovalarda balık sayma oyunu,
Ufak teknede çalan kemençeyi dinleme oyunu,
Halatlarda gezinen fareleri izleme oyunu,
Sıcak suyla yıkanmış iki eli tutma oyunu.
İşte doğduğun an, ötekinin öldüğü an
unutursun.
Sen busun, insansın.
Gel gidelim desen,
denize, güneşe, ağaca
var mısın?, desen,
Yeşilin beni bu kadar ağlattığını bilmesem,
bilmesem mahvettiğini beni o sık, gür ağaçların,
gelirdim.
Saatin, gecenin, gündüzün,
yarının, sonranın, öncenin
olmadığı her yere gelirdim.
Bu bombok dünyada,
bu kovalar, bu tekneler,
bu fareler, bu eller,
oyun oynuyor, bize.