Türkiye-İzlanda maçında 89. dakika. Tüm ülkenin kalbinin stabile ve tek kanallı akımlarla umut eksenine bağlı olduğu anda, Selçuk İnan barajın üzerinden, kalecinin uzanamayacağı o küçük ama ölümcül noktayı gördünde memleketçe nasıl umuda boğulduysak , senin sesini duyduğum zaman da aynı oranda mutluluk hormonu salgılıyorum…
Güzellik kavramının görecelilik pramidinde basamak basamak ölçüldü günümüz dünyasında , sana ” dünya güzeli” deme sebebim kesinlikle fiziksel değildi.
Zaten sevgili dediğin güzelliğiyle seni kendine aşık eden değil; sana kendin olabilme şansını veren kişi değil miydi ?
Sevmek insanın masrafsız ve plansız olarak gerçekleştirebileceği eylemlerin en naifi. Hayat ”sevelim sevilelim , bu dünya kimseye kalmaz” yönergesi uyarınca yaşanırsa güzel. Fiziksel donanımın üstüne yapılan ekleme ve rütuşlarla kusursuzlaşan yüzler yerine henüz imara açılmamış Büyükşehir orman arazileri kadar nadir ve temiz kalplerde uzanmalı düşlere. Ve hayat kurulan düşlere düşmüş veya düş’müş muamelesi yapsa da; kalan son çadırını savunan yaşlı Kızılderili gibi dik durmalı ruhların güzel yüzü önünde. Çünkü insan kaybettikçe acısıyla tanışır, kaybetmeye müptela olanlar bu acıyı alfabetik sıra ile ezbere başlar.
Evet bazen kolay ezberlersin acını, ama bazen de her sabah kaldığı yerden bıçaklamaya devam eder seni acının zamanla birlikte yol alışı. Az acı çekmek için alışmak gerekir deseler bile unutma, alışmak yastığın yüzünde bıraktığı iz misali acını kalbine kazır. Ve zaman her zaman kör bıçaklarla, soğuk demirlerin kesmeyen ucu ile kanata kanata çalışır…
Peki bu acıya alışarak yaşayan insan nedir? Kimdir ? Kimindir ya da kimlerden değildir?
Kendini , alışmak bahanesi ile tek hücreli acılara kapatan insan tipik bir ” pencere önü çiçeğidir”
sürekli birilerini bekleyen ama hiç sesini çıkarmayan, yaşamaktan kendini soyutlamış olan kişidir.
Acıya alışmak aslında büyümektir. İçindeki öfke sekiz köy yakacak büyüklükte iken, sessizce evine dönmektir. Sevmek ve alışmak eylemi hasret sıvası ile örülmüş toprak damlı Anadolu evidir. İçi serin görünse de duvarları güneşin çifte kavrulmuş güneşine gebedir.
Hayatıma çizdiğim yolda ışıklar zayıf ve yol görüşüm gitgide düşmekte. Emniyet kemerime sığmayan yaralarım savunmayı imkansız hale getiriyor. Beklenen son yakın. Aslında insanların çoğu yirmi beş yaşında ölüyor, gömülme seremonisi için fiziksel ölüm şartı aranıyor. Maalesef kimse ölen umutların cenaze namazına tekbir getirmiyor. Umutların tükendiği yerde ötenazi için talep formu doldurma işlemi başlıyor.
Son Söz..
Yine de acıların doruğunda sevmek eylemi güzelliğinden zerre kaybetmiyor.
Nazım Hikmet fısıldıyor aşka adı verilen mayınlı araziye çelik teller ardından bakan ruhlara;
”Sevmek mükemmel iş delikanlım,
sev bakalım!
Mademki kafanda yıldızlı bir gece var,
benden izin sana
sev,sevebildiğin kadar.”
Müzeyyen Senar’ın sesi kadar kadifemsi gülüşler dileğiyle…