Bütün bir yaşamışlıklarını düşündü yeniden. Bütün sevinçlerini kederli tebessümlerini kahır kusturan manzaraları… Efkârlı gecelerin yakarış ve inlemelerle süslü tablolarını… Sonra yârenleri düşündü. Kaç gecedir onları izliyor. Onları dinliyor. Onları düşünüyordu. Onlarla yatıyor onlarla kalkıyordu. Her dakikası her saniyesi her anı onların yâdıyla nefesleniyordu. Her an onların soluğunu ensesinde işitiyor. Ve o melekûttan demleri yüreğinin altında eritiyor. Semazen hissiyatına armağan ediyordu. Ve işte yine kendisiyle baş başaydı. Yine geceydi. Bir günü daha ellerinde ufalatmıştı zaman değirmeni. Zaman öylesine hırçın ve hızlı ve hissettirmeden akıyordu ki nice çağlayanlara taş çıkartırdı bu endamıyla. İşte şimdi yine arkasına yaslanmış vaziyette gözlerini tek bir noktaya dikmişti pervane. Mumu seçiyordu, iri aşk kepçesi gözleri. Mum tüm şaşaasıyla ve tüm arzusuyla boylu boyuna duruyordu. Titrek ışığı, gözbebeklerini yalayıp geçiyor. Arzulu bir şerha ile varıyordu yüreğine pervanenin. Yürüyordu ruhu asumanın derununda. O derinliklerde dehlizlere varıyor, kabaran dalgaları saçlarına taç yapıyor ve sabırsız bekleyişler sürüyordu sinesine deva niyetine. Tuhaf bir duruşu vardı. Sanki hemen kalmak ile durmak arasında bir araf yaşıyordu. Hayır, o kalkmak istemiyordu. Bu rüyanın dağılmasını ve toza dumana yâr olmasını istemiyordu. Artık o sıradan, müptezel yaşamın kursağına varmak istemiyordu yüreği. Pervane kararlıydı. O secdeleri harmanlayacaktı alnında. Ve alnında parlayan müjde süsüyle bir daha ardına dönmeyecek ve gönüllere inşirah bir müjdeyle bir milat hediye edecekti dostlarına. Kaseti başa aldı. Tekrar izledi. Sonra tekrar… Kaç gecedir bir kaseti çıkarıyor ötekisini takıyordu. Birinden diğerine soluksuz geçiyordu. Her bir simada ayrı bir ahengin ayrı bir şevk ve ayrı bir iştiyakın kokusunu serpiyordu sinesine. Sonra elleri uzanıyordu ihtiyarsız… Geleceğe uzanıyordu parmakları. Bu haliyle su dilencisi bir adamın resmi canlanıyordu hayalinde. Yere boylu boyuna uzanmış bir adam… Dudakları çatlak. Göğsü çökük… Derisi susuzluktan buruşmuş bir zavallı. Ellerini göğe uzatmış bir adamın, çaresizliğin rengini anısayarak resmeden duruşu. Pervane… Ne de arzuluydu bu gece. Bu gece bir başka duruyordu. Sessizliği bu gecenin başka bir âlemden damlıyordu sanki. Sessizlik, bir şarkının son bestesini terennüm ediyordu. Ramağın müjdesine sakilik ediyordu bu gece sessizlik. Pervane hislendi. Hissetti. Karnına giren sızıdan artık zevk alıyordu. Göğsünde pinekleyen hasretin, vuslata seda çizdiği bir halveti çakmaklıyordu gözleri. Gözleri; ışıltının, gün ağarmasının heyecanında, kavruk bir halet tüttürüyordu için için sabırsızlanarak.. Son satırlarına göz gezdirdi onca yılın. Son basamağın son santimini arşınlıyordu. Artık düşünmedi. Kalktı. Televizyonu kapattı. Abdeste yöneldi. Abdest aldı. Geldi. Sevgilinin divanına durdu. Salat etti. Sonra selamı salata ekledi. Ardından alnıyla toprağa uzunca bir buse ekti.
Sokakta aşk geziyordu yabancı yabancı. Etrafını kolluyor. Sevgilisini arıyordu. Köşe başına geçti. Bekledi. Uzun bir bekleyişle bekledi. Nefes aldı. Tuttu. Sonra onu güneşin narin ellerine tüm özlemiyle geri verdi. Güneş gülümsüyordu. Gökten bir gül sunuyordu gözlere. Gözler o gülün bülbülünü arıyordu. Heyecan bir kemer olmuş, yürekleri avucunda sarsıyordu. Gece yarısında pervaneyi arıyordu gözler. Pervane sabahın ilk aydınlığında huzurda saygıyla bekliyordu. Destur bekliyordu edeple. Ve herkes uyandı. Kadın kahvaltıya yiyecek bir şeyler hazırladı.
‘’Kahvaltıya!’’ diye bir deng işitildi. Pervane usulcana doğruldu. Yerinden kalktı. Yeni elbiseler istedi.
‘’Daha dün akşam değişmiştiniz üstünüzü.’’ Diye serzenecek oldu kadın.
‘’Evet, ama ben yeni elbiseler giymek istiyorum.’’ Dedi pervane… Giyindi. Abdest aldı. Kokulandı. Ve sonra sofraya oturdu.
Tuhaf… Kadın bir tuhaf çukurun kenarında buldu kendini. Çocuklara bakındı boş gözlerle. Sonra boş gibi duran gözler aniden doldu. Taşmasın diledi kadın. Taşmamalıydı. Kimse bilmemeliydi. Kimsenin haberi olmamalıydı. Ne çare ve nafile ki gözler sır saklamayı bilmezdi. Daha kimse onlara bunu öğretmemişti. Çıkan olmamıştı öğretmek için. Zavallılar ne bilirlerdi ki saklanması gereken sözleri. O sözler ki her damlasında bir alev ile dirilirdi. Sonra yüreklere değerdi. Kanatırdı belki. Belki incitirdi. Belki anlayamazdı kimse özünü. Belki kırar dökerdi. Ve aksi de mümkündü. Ama bu belki de bir istisnayı doğurmuş olurdu. Ve belki de o istisnalar yürekleri şad ederdi. Yürekleri tevekküllü bir kederle okşardı kim bilir. Belki de bir müjde esenliği olurdu. Belki de bir birleşmenin haberine ilk adım olurdu. Kadın yutkundu. Haykırmak istiyordu.
‘’Duuur!…’’ diye bir vaveyla salmak istiyordu kainata. İnleyiş çapalamak istiyordu umutlarına. Belki dirilirlerdi diye. Ama yapamadı. Kusamadı içinde biriktirdiği nalîni. Yutkundu sadece. Gözleri de durulmuştu. Sessizdi bakışları. Elinde tuttuğu bir tutam ekmek, unutulduğunu hissediyordu artık. Umudunu kesmişti. Tepside duran çay bardağı hüzünlendi. Bir yalnızlık çekti içine. Kaşıklar ve her bir nimet ağlamalar ekmek istediler gönüllerine. Çocuklar vardı. Masum ve narin; reyhan kokulu çocuklar. Olacaktan bihaber sessizcene çiğniyorlardı ağızlarındakini. Pervane sakin ve neşeliydi. Tebessüm ediyordu. Kahvaltı merasimi bitti. Pervane kadını berisine aldı. Karşısına oturdu. Konuşmaya başladı. Harf harf aşk ile döndü kelimeler pervanenin dudaklarında. Kelimeler sema ederek kulaklarına değdi kadının. Sonra gözlerine misafir oldu. Kadın, yüreğinde ince bir telin kopuşunu canı acıyarak izledi. Pervane susmuyor. Tane tane konuşuyordu. Dudağından sıyrılan her söz havada pervaneler çiziyor ve boşlukta rakkase oluyordu. Ardından bir kâse su ve bir yudum kelime olup kursağına düşüyordu kadının. Kadın hıçkırmak istedi. O lezzeti bir daha tatmak istedi. Sonra haber geldi. Gitme vakti geldi. Ayrılık vakti çattı kapıya. Hicran düşecekti payına birilerinin birazdan. Ve sabır bıçağını çekti beride. Kadına uzattı. Kadın onu yüreğine sapladı. Son bir bakışla vardı pervanenin dudaklarına. Son bir buseyle vardı kadın, pervanenin gözlerine. Elleri son defa bir titremeyle vardı sinesine pervanenin. Ve artık hiç unutmayacaktı O sedayı… Kulaklarında daima canlı kalacaktı.
‘’Allah’a emanet olun.’’
Ve son defa kokladı çiçeklerini pervane. Sonra çıktı. Bilinmezliğe çıktı pervane. Bir mağaraydı, sırlı bir destandı çıkışı. O çıkışa çıktığında eşya titredi. Hayretle izledi. Heyecan, kursakları yırttı bir anda. Dile gelmek istedi eşya… Adımları sokakları hızlıca bitirdi. Pervane çatıya koştu. Müdafaaya başladı. Bu bir dava müdafaasıydı. Yıllarını uğruna bedel ettiği bir sevda müdafaası… Feda olsun diyordu. Eğer benim ölümüm cemaat fertlerinin davaya daha sıkı bağlanması için hayırlıysa ve davaya bir katkı sağlayacaksa bu canımı feda etmeye hazırım. Ben bütün işimi gücümü, maddi sıkıntılarımı bırakacağım ve derneğin çatısını onaracağım. Allah’ın izniyle İslam düşmanlarının derneğimizi bu şekilde görmelerine izin vermeyeceğim. Bu bir sesti. Dağların yamacında biten ve ovalarda yankılanan bir çağrıydı. Sancılı bir sineden dökülüyordu. Yarenlere ulaşıyordu halka halka bu ses… Yarenler bu sesi uzaktan seçiyor ve görüyorlardı. Tek sıra halinde hiza oluyorlardı. Bu sesi avazlarında yeniden pişiriyor ve çağlar ötesine dürüyorlardı.
Pervane aşkı gördü. Aşk, pervaneyi gördü. Bakıştılar bir süre. Aşk sindiği köşesinden doğruldu. Pervaneye yöneldi. Ve kanatlarını çırptı, yuvarlak demirden ve baruttan bir halkanın sırtında. Halka şimşek hızında vardı pervanenin bedenine. Aşk cana yerleşti. Can rahatladı. Artık uçabilirdi uçmaklara… Ve yine ötede masum bir serçe figan etti. Müjde saldı her yana. Şakıdı bestesini pervanenin. Pervane artık daha güzel gülümsüyordu. Daha huzurluydu. Daha neşeli… Yüzünden kahır kederi çekilip alınmıştı artık. Sekine sinmişti göğsüne pervanenin. Ve bir rüzgâr koptu ötede… Yankılandı rüzgâr tüm ağıtı ve öfkesiyle gewer sokaklarında…
Kalem durdu. Parmak durdu. Dudak durdu. Yar durdu. Gece ilerledi. İçindeki ukdesiyle sessizce boynunu büktü. Sêwî hissetti kendini yeniden. Gecenin direjbûnu yaktı çatlak sinesini. Ve her yazışında kahır gözyaşlarını kalemine azık edindi. Mamoste’nin acısı yüreğine oturmuştu. Ağladı ağladı ağladı… İçini acıtan bu kahreden habere lanet okumak istedi. Yapamadı. Kaleminden dökülen her dizeyi mayısın pervanesine adadı…
Mayısın pervanelerinden Şehid Ubeydullah Durna’yı rahmet ve minnetle yeniden yad ediyoruz.
SÖZ&KALEM DERGİSİ MAYIS SAYISINDAN…