Kafamın içinde zeybek oynayan efeler, masamda dumanı tüten çay, şiirlerden bir kaç dize… Tam hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, olamayacak derken kendimi yine başlangıç noktasında buluveriyorum. Bir dinleyici isteği üzerine radyoda zeybek havası yine çalıyor, biten çay yine doluyor, birkaç dize yine yazılıyor. Her şey yine yapılıyor. Yeniden yapılıyor. Lâkin şu berbat dünya düzeninde hiçbir şey yeni değil. Yeniden yapılmasına rağmen, yeni değil. Kabil’in Habil’i öldürmesinden sonra işlenen cinayetlerin eski esrarengizliği kalmadı, içtiğim ikinci bardak suyun bana verdiği haz sıfıra yaklaştı ve daha bir sürü şey. Defalarca sahnelenen bir oyunun içindeyim işte, daha ne olsun. Yaptığım her şey sıradan; sevmek, ölmek. Sevmek ve bir defa daha ölmek. Sevmek ve ikinci defa ölmek. Kafamın içinde defalarca çalan sevda türküleri var. Kafamın içinde eski püskü cızırtılı bir radyo var. Radyonun içinde sevmek var, bir dinleyici üzerine bir daha sevmek var. Dün gece kafamın içinde aldığım ani bir karar var.
Söylerdim ama radyomda uzun bir cızırtı var.