Gözlerimi açmaya çalışıyorum ama sanki onları engelleyen bir şeyler var. Uykumu alamadım desem sanki kış uykusundan kalkıyor gibi bir his var içimde yani uykumu da almışım fazlasıyla. Peki, nedir bu gözlerimdeki karanlığın sebebi? Bir dakika durun gözlerim açık benim ama gördüğüm karanlıktan öteye geçmiyor. Hareket etmeye çalışıyorum gene önüme engeller çıkıyor. Anlaşılan kapalı ve son derece dar bir yere hapsetmişler beni. Dışardan sesler geliyor. Bir hareketlilik var ve yanılmıyorsam beni kurtarmaya geliyorlar veya beni buraya tıkan şerefsizler işkencelerine daha iyi devam edebilmek için beni buradan çıkarmaya karar verdiler. Ben bunları düşünürken içeri bir ışık huzmesi doğuyor ve birisi kafamdan tutup beni bulunduğum yerden çıkarmaya çalışıyor. Açıkçası beni buradan çıkaranlar düşmansa ve bana zarar verecekse bile beni buradan çıkardıkları için onlara teşekkür etmem gerekecek. Çünkü sanki aylardır buradayım gibi bir his var içimde ve sonucu ne olursa olsun buradan bir an önce çıkmak istiyorum. Bulunduğum şeyin ağzı kendisinden daha da küçük olduğundan kafamın oradan geçmesi ve bu yerden çıkmam biraz zaman alıyor ve oradan çıkarken buraya nasıl girebilmiş olduğuma hayret ediyorum. Tahmin ettiğim gibi bu insanların bana dost olabileceğini hiç sanmıyorum. Çünkü beni oradan çıkardıkları an ayaklarımdan yüksek bir yere bağlayıp işkenceye başlıyorlar. Makat bölgeme acımasızca vuruyorlar. Uyguladıkları şiddetin getirdiği acıyla birlikte bir üşüme hissediyorum ve birden dehşet verici bir şeyin farkına varıyorum. Ben çırılçıplağım! Çıplak olduğumu anladığım an utancım acımın önüne geçiyor. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum ama bağıramıyorum. Sanırım uzun zamandır havasız kaldığımdan veya belki de başka kimselerin beni kurtarmaya gelseler bile beni bu durumda görmelerini istemediğimden sesim yeterince çıkmıyor. Belki de yanımdakiler bile duymuyorlardır beni. Bu arada yerde yatan başka bir kadına takılıyor gözlerim yarı baygın bir şekilde bana bakıyor. Önce bakmasının sebebinin çıplaklığım olduğunu düşünüp kızıyorum ama sonra deniz mavisi gözlerine takılıyor gözlerim. Gözleri o kadar güzel ki bu kadar güzel gözleri olan birine kızamazsınız. Gözlerinin güzelliği dışında başka bir şey daha var o gözlerde diğer işkenceciler gibi bakmıyor o yarı açık gözlerinde şefkat saçıyor bulunduğum yere doğru. Ayrıca bulunduğu perişan durumun farkına varıyorum ve onun da benim gibi zor bir durumda olduğunu fark ediyorum ve onu affediyorum ama gene de bu durumdayken bana bakıyor olması beni rahatsız ediyor.
Bir anda o deniz gözleri görmekten mahrum kalıyorum. Sanırsam gözlerini yumdu. Gözlerini yumması sadece beni rahatsız etmiyor herhâlde ki bir hareketlilik vukuu buluyor. İşkenceci adamlar kadının başına çullanıyorlar ve beni birisi zorla oradan uzaklaştırmaya çalışıyor. Direniyorum ve ayrılmak istemiyorum daha kendimi bile savunamazken o deniz gözlü kadını savunmak istiyorum. Öyle tuhaf bir his ki şu an kendi acınacak halimi bir kenara bırakıp onu düşünüyorum. Beni başka bir odaya götürüyorlar. Üzerime garip bir kıyafet giydirmeye çalışıyorlar. Anladığım kadarıyla bu bir deli gömleği. Çıplak kalmaktansa deli gömleğine bile razıydım ama hala olanları anlamlandırabilmiş değilim. Kıyafeti giydirdikten sonra beni camdan büyükçe bir odaya kapatıyorlar. Bildiğim kadarıyla delilerin bulundukları odaların duvarları kendilerine zarar vermesinler diye yumuşak bir madde ile örülü olurdu. Gerçi ben deli değildim (en azından şimdilik) ama bana deli kıyafeti giydirdiklerine göre onlar öyle sanıyordu. Etrafımdan beyaz önlüklerle birileri dolaşıyordu. İşkence ettikleri yetmedi şimdi birde üzerimde deney yapacaklar galiba. Bunları düşünürken bir sıvıyı ağzıma dayıyorlar direnemiyorum bile garip bir tadı var ve insanı rahatlatıyor galiba bir zehir veriyorlar bana veya bayılmam için bir madde. Yavaş yavaş gözlerim kapanıyor. Uyanık kalmaya çalışıyorum ama nafile verdikleri madde o kadar tesirli ki göz kapaklarım dayanamıyor.
Aralıklarla uyanıyorum ve etrafıma bakınıp olanları anlamaya çalışıyorum ama uyandığımı gördükleri an benimle ilgileniyorlar ya uyutuyorlar ya da öyle bir madde veriyorlar ki uyanık olsam da etrafıma dikkat veremeyecek kadar kafam güzel oluyor. Burada ne kadar kaldığımı hatırlayamıyorum ama günlerin belki de haftanın geçtiğine eminim. Sonunda beni buradan çıkarıyorlar. Bu sefer nasıl bir belaya gireceğimi merak ede ede gidiyorum. Beni bir adamın yanına götürüyorlar. Bu adam diğerlerine hiç benzemiyor. Son derece hüzünlü ve bitkin bir hali var. O adamla beni yalnız bırakıyorlar. Adam dikkatli dikkatli yüzüme bakıyor. Hüznü ve coşkuyu aynı anda hissedebiliyorum onda. Sebebini merak ediyorum ama hangi merak ettiğim şeyi anlayabildim ki bunu anlayayım? Uzaklardan bir ses geliyor ve adam irkiliyor. Bu bir ezan sesi. Ezanı okuyan kişinin öyle bir sesi var ki insanı derinden etkiliyor veya içinde bulunduğum garip durumdan dolayı öyle hissediyorum. Adam ezan bitene kadar beni izliyor ve dikkatlice ezanı dinliyor. Sonra kulağıma doğru yaklaşıp üç kere ‘DENİZ’ ismini fısıldıyor. Deniz der demez aklıma deniz gözlü kadın geliyor. Adamın sol gözünden kalbine doğru akan bir yaş süzülüyor ve şunları söylüyor:
‘Deniz gözlümün ömrü bir göl kadar etmedi okyanus ömürlü oğlumun adı DENİZ olsun. İyi ki doğdun oğlum!’