ilk Yarış Ön söz
Tabiat ana beni seçtiğinde daha on yaşındaydım. Büyülü bir dünyayla da bu yaşta tanıştım. Koşmayı seviyordum ama yarışları hep sonuncu tamamlıyordum. Annem: “ Eğer bir şeyi istiyorsan bunu gönülden dilemelisin.” demişti. Ben de Rüzgâr’ı dilemiştim. Rüzgâr Prensi Denis koştu yardımıma onun esmesiyle ilk yarışımı kazandım. On iki yaşında ise dünyanın tanıdığı bir süper kahraman olacaktım. Gücümün sadece rüzgârları kontrol etmekten çok daha büyük ve önemli olduğunu daha ilk yarışımda anlamıştım. İlk Yarış Toros Dağları Akdeniz kıyıları boyunca uzanır. Turkuaz rengi bu cennet kıyılar doruklara yavaş yavaş yükselir, tombul tombul beyaz bulutlar süsler gökleri, hafif hafif eser gündüzleri vadilerden dağlara doğru vadi meltemleri, Kayalar birdenbire başlar. insan korkar yüksekliğinden. İskenderun körfezinde’ de Yarık kaya ev sahipliyi yapar Rüzgar Krallığına hikayemizde burada başlar Rüzgar Krallığının veliahdı Prens Denis ile. Rüzgar Kralı Babasının ona göz kulak olmaları için verdiği işçi rüzgarlarla Akdeniz’de hortum çıkarıyor filikaların, sandalların batmasına, seraların, hasatların hasar görmesine, sebep oluyordu. durumu fark eden Rüzgar Kralı, oğlu Denis’i cezalandırarak rüzgar sarayı Yarık Kaya’ya hapsetti.
Tabiat ana beni seçtiğinde daha on yaşındaydım. Büyülü bir dünyayla da bu yaşta tanıştım. Koşmayı seviyordum ama yarışları hep sonuncu tamamlıyordum. Annem: “ Eğer bir şeyi istiyorsan bunu gönülden dilemelisin.” demişti. Ben de Rüzgâr’ı dilemiştim. Rüzgâr Prensi Denis koştu yardımıma onun esmesiyle ilk yarışımı kazandım. On iki yaşında ise dünyanın tanıdığı bir süper kahraman olacaktım. Gücümün sadece rüzgârları kontrol etmekten çok daha büyük ve önemli olduğunu daha ilk yarışımda anlamıştım. İlk Yarış Toros Dağları Akdeniz kıyıları boyunca uzanır. Turkuaz rengi bu cennet kıyılar doruklara yavaş yavaş yükselir, tombul tombul beyaz bulutlar süsler gökleri, hafif hafif eser gündüzleri vadilerden dağlara doğru vadi meltemleri, Kayalar birdenbire başlar. insan korkar yüksekliğinden. İskenderun körfezinde’ de Yarık kaya ev sahipliyi yapar Rüzgar Krallığına hikayemizde burada başlar Rüzgar Krallığının veliahdı Prens Denis ile. Rüzgar Kralı Babasının ona göz kulak olmaları için verdiği işçi rüzgarlarla Akdeniz’de hortum çıkarıyor filikaların, sandalların batmasına, seraların, hasatların hasar görmesine, sebep oluyordu. durumu fark eden Rüzgar Kralı, oğlu Denis’i cezalandırarak rüzgar sarayı Yarık Kaya’ya hapsetti.
Bu ceza Tayfun’un koşarken yardım isteyişine kadar sürdü.
Tayfun, henüz on yaşında ilk okul dört ’de giden oldukça zeki bir öğrenciydi özellikle tabiata olan hayranlığı her fırsatta babasına sorular sorup, gözlemleyen özel bir yanı vardı. fakat sosyal hayatı pekte parlak sayılmazdı sınıfta sürekli ‘inek’ muamelesi görür ve Okulun düzenlediği koşuda sürekli birinci gelen Berk ve arkadaşları tarafından itilip kalkılırdı.
Tayfun hafta sonu okul tarafından düzenlenen bir kilometrelik koşuya katılmıştı, Akdeniz’in sıcak ve nemli havasında koşarken zor nefes alıyordu. Hafta sonu yaptığı antrenmanda arkasından esen rüzgârı hatırladı ve “Allah’ım lütfen bir rüzgâr çıksa” diye iç geçirdi. Yoksa bu sıcakta kalbi duracaktı. Henüz beş yüz metreye yeni ulaşan Tayfun koşuya daha fazla devam edemeyeceğini, bu yüzden de bitişe kadar yürümenin daha iyi olacağını düşündü. Bitiş çizgisine en son gelen Tayfun, kendisi bekleyen annesiyle evine döndü. Yolda da evde de ağzından tek kelime çıkmadı. Sabah kahvaltısında babasına, bir daha koşmak istemediğini, sıcaktan nefes dahi alamadığını, koşmanın ne kadar aptalca bir şey olduğunu söyledi. Annesi, “Biz senin sadece ders ile değil bir sporla da ilgilenmeni istiyoruz. Seçim senin. Eğer koşmak istemiyorsan beden eğitimi öğretmeninle görüş, senin için uygun bir spor belirlesin.” dedi. Başıyla onay veren Tayfun o hafta beden eğitimi dersine kadar ailesini üzdüğünü düşünerek pes etmemeye kadar verdi. Sonuçta birinci olmak zorunda olmadığını biliyordu, sadece koşmak istiyordu. Bu kararını ailesinden saklayıp bir müddet gizli gizli koşmaya karar verdi. O gün akşam dersten sonra arkadaşlarıyla okulun bahçesinde basketbol oynayacağını söyleyen Tayfun, bu sayede neden koşu ayakkabısı ve eşofmanı giydiğini de saklamış oldu. Tayfunun kararına sevinen Rüzgâr Kralı, oğlu Denis’e kendisini affetmesi koşulu olarak Tayfun’a yardımcı olabileceğini söyledi. Denis, Yarık Kaya’dan Antalya şehrine inerek Tayfun’a koşu sırasında destek oldu. Bu sayede bir kilometre mesafeyi hiç durmadan koşan Tayfun, aslında bu işin o kadar da zor olmadığını gördü. “Ben koşarken bu güzel rüzgâr olsaydı yarışı rahatlıkla bitirebilirdim” diye düşündü. Rüzgâr Kralı, oğlu Denis’e “Gücünü doğru kullandığında insanların sevgisini kazanabilirsin. Rüzgârlarla insanlar binlerce yıldır iç içe yaşadı, zaman zaman karşı karşıya gelsek bile birbirimize muhtacız. Mevsimleri oluşturan bereketli yağmur bulutlarını, kıtlık ve kuraklık çeken coğrafyalara müjdeleyen bizleriz. Rüzgârların vazifelerinden biri de, aşılayıcılıktır. Sahra Çölü’nden taşıdığımız bereketli tozlar, yağmurla denize indiğinde balıkların ve diğer deniz canlılarının besleneceği plânkton gibi mikroorganizmaların çoğalmasına vesile oluruz.” dedi ve artık oğlu Denis’in tabiat anayı öğrenmesi gerektiğini, çünkü tabiatta herkes için bir görevin olduğunu belirtti.
Takip eden günlerde Tayfun’un kendine güveni gelmişti ve okulun bir sonraki yarışını dört gözle beklemekteydi. Ama bu defa temkinli davranmak istedi, tekrardan ailesine mahcup olmaktan çekindi. Bir önceki yarışın ertesi günü okula gittiğinde de zaten arkadaşlarına yeterince eğlence kaynağı olmuştu. Bir tek aynı mahallede oturan Derya Teyzelerin kızı Buse, okulun bahçesinde Tayfun’un yanına oturup alay edenlere aldırış etmemesini ve daha fazla antrenman yapmasının faydalı olacağını söyledi. Kendisinden boyca uzun olan Buse; zayıf, düz uzun saçlı ve sınıfının en güzel kızıydı. Babasının görevi gereği İzmir’den Antalya’ya yerleşmişlerdi. Tayfun’un babasının da İzmirli olması sık sık aile ziyaretlerine, sabahlara kadar süren sohbetlere vesile oluyordu. Tayfun Buse’nin kendisine karşı hiç ilgi duymamasını sınıfındaki daha havalı çocuklara bağlıyordu: tenis oynayan Samet, okulun futbol takımında olan Ahmet, koşuda sürekli birinci gelen Berk varken kendisini iddialı bulmuyordu.
Beden eğitimi dersinde öğretmenin Atatürk Kır Koşusu için bir kilometre koşulacağını söylemesi üzerine Tayfun tekrardan şansını denemek istediğini öğretmenine söyledi. Berk’in her ne kadar kendisine “Yine yürüyecek misin? Sen yarışı bitirene kadar biz üstümüzü değiştirmiş oluruz.” demiş olsa da artık arkadaşları arasındaki gülüşmelere aldırmıyor, yeterince antrenman yaptığını ve koşuya hazır olduğunu düşünüyordu. Yarış başlama noktasında en sonda yerini alan Tayfun yine kendisine her antrenmanında yardımcı olan rüzgârdan kendisini yalnız bırakmamasını diledi. Koşunun başlamasıyla arkadaşları aradaki mesafeyi açıyor, Tayfun ise arkadan koşuyordu.
Rüzgâr Prensi Denis durumu fark edince yarık kayadan indi ve Tayfun’u, o güne kadar hiç olmadığı kadar sardı. Oluşturduğu hava boşluğu sayesinde neredeyse ağırlıksız ortamda koşuyor hissine kapılan Tayfun, hiç olmadığı kadar hızla birbirini takip eden adımlar atarak arkadaşlarını bir bir geçmeye başladı. Beş yüz metreyi geride bırakıp ilk bayrağı geçen Berk ile karşı karşıya geldiklerinde gözlerine inanamamış ve hızını daha da artırmıştı. Bayrağı geçen Tayfun önünde yalnızca 3 arkadaşı olduğunu gördü. İlkini geçmesi çok sürmedi, ikincisi ile yan yana gelen Tayfun başıyla arkadaşını selamladı, artık son iki yüz metrede iki koşucu kalmıştı. Bitiş çizgisinde kendilerini bekleyen kalabalığın sesini duyabiliyorlardı. Bugün annesinin kendisini seyrediyor olmasını diledi içinden, “ Keşke beni görseydiler…” Ama ailesine doğru söylemediğini hatta geçen gün onlara, koşmanın ne kadar aptalca olduğunu söylemişti. Son yüz metre kalmıştı yan yana geldiklerinde Berk’in temposu düştü, atağa geçen Tayfun son metreleri yalnız koştu, bitiş çizgisine vardığında büyük bir sessizlik oldu. Ardından Tayfun’u ilk tebrik eden Buse oldu, kimse Tayfun’un yarışı kazanacağını beklemiyordu. Öğretmeni de nasıl olduğunu anlayamadı, Berk’e gidip neden yavaş koştuğunu merak ettiğini sordu. Bunu fırsat bilen Berk aslında birinci gelebileceğini ama sabah yaptığı kahvaltıdan dolayı kendisini iyi hissetmediği yalanını söyledi. Tayfun, bir hafta sonra yapılacak olan Atatürk Kır Koşusunda tekrar birinci gelmesi durumunda öğretmeninin ve arkadaşlarının kendisine inanacaklarını biliyordu, ailesini de bu yarışa çağırabileceğini düşündü. Şimdi kazandığı yarışın tadını çıkarmak için evin yolunu tuttu, yolda Buse arkadan sesleniyordu: ’’ Tayfun, Tayfun! Beraber eve beraber gidelim. Bugün bir harikaydın. Arkadaşlar arasında rüzgâr gibi herkesi geride bıraktığın söyleniyor, demek ki sana söylediğim antrenmanlar işe yaradı. Hmm ne dersin?”. Buse’ye ne kadar teşekkür etse de az olduğunu ancak tamamlaması gereken bir de Atatürk Kır Yarışı olduğunu söyledi ve ekledi “ ailemin de yanımda olmasını istiyorum.” Başıyla onaylayan Buse, Tayfun’un güveninin yerine gelmesine sevindiğini söyledi. O akşam ailesine hiç bir şey söylemedi Tayfun. Her dilediğinde rüzgâr yardımına koşacak mıydı bunu merak ediyor ve kafasında sürekli bu sorular dolaşıyordu.
İskenderun Yarık Kaya’da Rüzgâr Prensi, babasına ve annesine bugün Tayfun’un başından geçen hikâyeyi anlattı. Denis’ten gurur duyan ailesi, artık aralarında bir bağ oluştuğunu, Tayfun’u yalnız bırakmaması gerektiğini ve daha çok vakit geçirebileceklerini söyledi. Rüzgâr Kralı oğluna, insanların rüzgârların gücüne ihtiyacı olduğunu anlattı. “ Çok eski zamanlardan beri yel değirmenleri, buğday öğütmek ve su pompalamak gibi işler için mekanik güç elde etmekte kullanılmıştır. Bunun da insan hayatına büyük kolaylıklar sağlar. Büyük çaptaki yel değirmenlerinin birçok avantajı vardır. Herhangi bir kirlenmeye yol açmazlar, fazla gürültü çıkarmazlar ve yakıta ihtiyaçları yoktur. İnsanlar rüzgâr enerjisinin en temiz enerji kaynağı olduğunu bilir ve çocuklarına tabiat anaya olan faydalarını anlatırlar.”
Henüz on yaşında olan Tayfun büyünün bozulmasını hiç istemiyor her defasında tabiat ananın kendisine destek olacağını umuyordu. Atatürk Kır Koşusu öncesi ailesine başından geçen olayları bir bir anlattı, Buse’nin bahçede kendisine verdiği desteği, her duasında arkasından rüzgâr estiğini ve son yarışında da kendisini kelebek gibi hafif hissettiğini anlattı. Koşu pazar günü olacağı için babasının da orada olacağını bilmesi Tayfun’u daha fazla heyecanlandırıyordu. Cumartesi gecesi yatmadan annesi ve babasını öpüp iyi geceler dileyen Tayfun odasına çıktı. Penceresi sokağın arka yüzüne bakıyor her gece Antalya’nın gökyüzündeki yıldızları saymaya çalışıyordu. Kendisine verilmiş bir armağandı bu rengârenk yıldızlar. Onları sayarak uykuya dalıyor ve o gece rüyasında yıldızlara yolculuk edebileceğini düşlüyordu. Bir keresinde neden yıldızlara yolculuk edemediğini öğretmenine sormuş, aldığı cevap karşısında “Pencereden uzansam tutacakmışsın gibi geliyorlar” diye eklemişti. Sonra yatağının üstünde duran paket dikkatini çekti fakat ailesine durumu yeni anlatmıştı ve bunun bir tebrik hediyesi olamayacağını düşündü. Hiç vakit kaybetmeden paketi açtı ve içinde “Sevgili oğlumuza… Seni çok seviyoruz.” yazısı buldu. Paketin içinde yeni koşu ayakkabılarını gördü “Bunlar yeni model.” dedi içinden. Çünkü daha önce hiç bir arkadaşında görmemişti. Zaten babasına da gün geçtikçe boyunun uzadığını ve ayaklarının da büyüdüğünü bu yüzden bugün giydiği kıyafetin bir süre sonra kendisine küçük geldiğini söylemek istiyordu. Ailesinden gizli antrenmana gittiği bir gün Derya Teyzeler kendilerine gelmiş, Buse de, annesi Sepil’e Tayfun’un kararını anlatmıştı. Duyduğu habere sevinen Serpil, eşi Murat’a yeni bir koşu ayakkabısının çocuklarını çok sevindireceğini söylemişti.
Atatürk Kır Koşusu için gelen kalabalık iğne atsan yere düşmeyecek gibi görünüyordu. Tayfun elini sıkı sıkı tuttuğu babasıyla koşu için göğüs numarası almaya yöneldi. Özellikle de on numara olmasını istiyordu. Babası büyük bir uğraş sonucu on numarayı buldu. Hiç vakit kaybetmeden iğne ile tutturdu tişörtüne. Kendisini gören sınıf arkadaşları bol şans diliyor, tekrar birinci gelmesini umuyorlardı. Tayfun’un gözü Buse’yi aramaktaydı, göremeyince ailesinin tek gelmesine izin vermemiş olabileceğini düşündü. Beden eğitimi öğretmeni Tayfun’un yanına gelerek: “ Senden bu defa da bitişe birinci gelmeni istiyorum o zaman kendini kanıtlarsın” dedi ve başarılar diledi. Yarış bu sefer tek tur olacak büyük bir daire çizeceklerdi. Ailesi izleyicilerin arasında yer buldu, Tayfun’un ise gözleri bir yandan ailesini diğer yandan da Buse’yi arıyordu. “Herkes yerine! ” çağrısıyla Tayfun tekrardan tabiat anadan yardım talep etti. Bu defa daha hızlı olması gerektiğini biliyordu çünkü çevre okulların öğrencileri da yarışa katılmışlardı. Sınıf arkadaşı ve daha önceden dereceye giren koşucular en ön saflarda yerlerini aldılar. Tayfun yine en arkalarda kendine yer bulmaya çalışıyordu. Rüzgâr Kralı ve Kraliçesi bu olaya tanıklık etmek istediler, onlar da Denis ile birlikte şehre gelip, yerlerini alan koşucuların hazırlıklarını seyrettiler. Denis her zamanki gibi Tayfun’u sarmaladı ve neredeyse ayaklarını yerden kesecek hızda sürükledi. Çok geçmeden Tayfun rüzgâr gibi rakiplerini geçiyordu. Birini geçtiğinde ise etrafından bir rüzgâr hortumu oluşuyor ve görenleri hayrete düşürüyordu. Kendisini kelebek gibi özgür hissediyordu Tayfun, artık gücünün farkındaydı. Kendisine yardım eden rüzgârı hissedebiliyordu, artık onunla bir bütün olduğunu anlamıştı. Sınıf arkadaşı Berk’i gördüğünde hızını daha da artırması gerektiğini düşündü ve birden yere basmadığını fark etti çünkü Denis kendisinin bu isteğini yerine getirmiş onu bir şimşek gibi yukarı çekmekteydi. En son Berk’i de geride bıraktığında artık önünde hiç kimse kalmamış üstelik son bir kaç yüz metreyi koşmaktaydı. Bitiş çizgisine yaklaştıkça yüzleri tek tek seçmeye başladı. “Buse yok! Buse yok!” diye düşünerek son metrelerde yavaşlayarak yarışı birinci bitirdi. Ailesi sevinçten çılgına döndü, çocuklarına sarılmak için yanına koştular, o sırada “RÜZGÂR ÇOCUK TAYFUN!” diye bağırıyordu Beden eğitimi öğretmeni. Tüm sınıf arkadaşları yanına gelmiş tebrik ediyorlardı Tayfun’u. Öğretmeninin sesi birden tüm öğrencilerle bir oldu ve daha yüksek sesle “RÜZGÂR ÇOCUK TAYFUN!” diye bağırmaya başladılar. Ama Tayfun, Buse’nin sesini duymak ve başarısını onunla da paylaşmak istiyordu. Birden arkasından biri Tayfun’a sarıldı ve yanağına bir öpücük kondurdu. Buse tüm yarışı izlemiş ailesinin onayını alarak yanına gelmişti. Şimdi o da tezahüratlara eşlik ediyor, yüksek sesle “RÜZGÂR ÇOCUK TAYFUN!” diye bağırıyordu. Hayatının belki de en mutlu günüydü Tayfun’un… Tabiat anaya minnettar olduğunu söylüyordu içinden. “Teşekkürler Allah’ım, Teşekkürler RÜZGÂR.” Rüzgâr Kralı bu sese kulak verdi ve ailece şehrin üstünde bir tur atarak Tayfun’u selamladılar. Artık Tayfun kim olduğunu biliyordu, o artık bir Rüzgâr Çocuktu!
Kaynak : Resim http://murattanhu.blogspot.com/ adresinden alıntıdır.