Sonbahar Ankara durağına yanaştı. Her yerde doğanın sarı, kahverengi ve turuncu tonları göze çarpıyordu. Kurak bir bozkır yazından sonra erken gelen sonbahar memnuniyetle karşılanıyordu. Sonbahar yanında-olmazsa olmazını-yağmurunu da getiriyordu tabi.
Yağmur o gün benim çalar saatim olmuştu. Yağmura teşekkürümü gülümsemeyle göstermek için pencere yanına gittim. Gördüğüm manzara beni daha mutlu etti. Gökyüzü ile toprağın vuslatı sona ermişti. Yağmur da bu kavuşmayı damlalarıyla alkışlıyordu.
Doğanın tüm üyeleri yağmurla koyu bir sohbete dalmışlardı. Özellikle de toprak gökyüzüne kendisini yakınlaştırdığı için memnuniyetini yağmura kucağını daha büyük açarak gösteriyordu. Yağmur da verilen görevi en iyi şekilde yapmanın verdiği rahatlıkla damlalarını azaltıyordu. Yavaş yavaş yerini doğanın en güzel renklerine bırakacağını söylüyordu. Gökkuşağı ise geride sırasını beklerken renklerini cilalıyordu.
Gökyüzünün yaşlarıyla ıslandığı için rengi değişen bulutlar kurumak için güneşe yaklaşıyordu. Güneş bir an önce onları kurutmak için tüm gücünü harcıyordu. Kısa bir süre sonra güneşin emekleri meyvesini verdi. Bulutlar kuruyup o kadar beyaz hale geldi ki onları kimse fark edemiyordu.
Sonunda sahne gökkuşağı ve güneşe kaldı. Gökkuşağı güneş yardımıyla en güzel renklerini sergiliyordu toprağın muhteşem kokusu eşliğinde. Ve yağmur son damlasını veda etmek için yeryüzüne bıraktı.