Mezopotamya’da Eski Tunç Çağı’ndan itibaren görülen mitolojik metinlerin ilki olan Enuma Eliş hakkında bilinmesi gerekenler.
çivi yazısıyla yazılmış sami kökenli yazıtlar arasında, babilliler ve asurlular tarafından enuma eliş adıyla bilinen – adını da destanın başlangıç sözcüklerinden alan (vaktiyle yukarıda..) – destan kadar geniş ilgi uyandırmış yazıt azdır. dilbilimsel değinmeler dışında enuma eliş’in böyle yaygın biçimde araştırılıp tanınması ve ünlenmesi kısmen mezopotamyalıların teogoni ve kozmogoni konularındaki görüşlerinin incelenmesi – dolayısıyla da genel olarak eski yakındoğu dinlerinin karşılaştırmalı incelenmesi – açısından taşıdığı büyük anlam ve önemin sonucudur. ayrıca bu yaratılış destanı eski ahit’teki tekvin kitabı’nın ilk bölümlerinde anlatılan öykülerle benzerlik göstermesi sebebiyle de modern araştırmacılar tarafından farklı bir ilgiyle karşılaşmıştır.
enuma eliş hem mezopotamya mitolojileri için türünün en erken örneği, hem de evrenin, tanrıların yaratılışı üzerine yazılmış dünyadaki ilk destandır. elimize geçen enuma eliş tabletleri yeni babil ve yeni asur dönemlerine tarihlenmesine rağmen (yaklaşık m.ö. 650-600) destan aslında çok daha eski dönemlerde, ilk sümer destan ve edebi tabletlerinin ortaya çıktığı m.ö 2700-2200 yılları arasında ortaya çıkmış mitlere dayanmaktadır. bu sümer destanlarında tanrıların ve evrenin yaratılışı hakkındaki mitler düzenli olarak verilmemesine rağmen, enuma eliş’te bu yaratılış mitleri belli bir kronolojik sıraya, hiyerarşiye dayanarak belli bir düzen içinde verilmiştir ve enuma eliş’i daha özel kılan şeylerin başında bu gelir.
ancak bundan daha da önemlisi enuma eliş’in ilk olarak babil kentinin yükselişe geçtiği, mezopotamya’da belirgin bir babil hâkimiyetinin ortaya çıktığı dönemde (yaklaşık m.ö. 1800’lü yıllarda) yazılmış olmasıdır. destan yeni asur ve yani babil dönemlerine tarihleniyor olsa da, tabletlerin birçok yerinde geçen “kopya, tabletin kopyası yapıldı, tablet tam olarak kopyalandı..” gibi ifadeler, metnin çok daha önceki zamanlarda yazıldığını ve bir kopyalama, çoğaltma geleneğinin oluştuğunu göstermektedir. bulunan tabletler de muhtemelen ilk metinlerden kopya edilerek çoğaltılmış tabletlerdir.
enuma eliş tam olarak yedi tablettir ve yaklaşık bin satırdır. (binden biraz daha fazla.) gün ışığına çıkartılan ilk parçalar 1848 ile 1876 yılları arasında austen henry layard, hormuzd rassam ve george smith tarafından kral asurbanipal’in (m.ö 668-630) ninova’daki (ya da ninive) büyük saray kütüphanesi’nin yıkıntılarında bulunmuştur. 1902’den 1914’e kadar, asur imparatorluğu’nun başkenti assur’da yapılan kazılarda da destanın asurca farklı versiyonları bulunmuştur.
bu versiyonlar destanın tarihi açısından ayrıca önemlidir. çünkü bunlarda “babilli tanrıların kralı marduk”un yerine “assur tanrıların kralı assur” konmuştur ve lahmu ile lahammu’nun oğlu olarak tanrı assur gösterilmiştir. devam eden yıllarda 1924-25’te kiş’te, 1928-29’da uruk’ta bulunan tabletlerle destan neredeyse tamamlanmıştır. tek eksik ise beşinci tablettir. bu tabletin büyük bir bölümü kırık olduğundan destanın ilgili kısmı hala eksiktir.
destanın birçok yerde “babil yaratılış destanı” olarak adlandırılmasının sebebi de, babil’in mezopotamya’daki politik yükselişinin izlerinin destanda açıkça görülüyor olmasıdır. çünkü burada sümer destanlarındaki durumun aksine, “tanrıların tanrısı”, “tanrıların kralı”, “en büyük tanrı” olarak marduk görülür. öyle ki marduk, m.ö. 1800’lü yıllardan pers istilası’na dek (m.ö. 550) “babil’in ulusal tanrısı” olarak tanımlanacak kadar yükselmiştir.
enuma eliş hakkındaki en büyük sorunlarımızdan biri destanın ilk kopyalarına ulaşamamış olmamızdır. destanın bugünkü biçimiyle ne zaman yazıya geçirildiğini kesin olarak bilemiyoruz. ninove’daki asurbanipal kütüphanesinden çıkartılan tabletler m.ö 7. yüzyıla aittir. assur kentinden çıkarılanlar ise görece daha eskidir ve yaklaşık olarak 900-800 arasına tarihlenir. kiş ve uruk tabletleri ise yine daha geç biz zamanda, 6. yüzyılda yazılmıştır. fakat bütün bu tabletler, birçoğunun sonlarındaki künyelerde gösterildiği gibi, daha eski tabletlerin kopyalarıdır. ayrıca assur’dan çıkarılmış olan ve m.ö. 10. yüzyıla tarihlenen tabletlerin bazılarında katiplerin normal olarak marduk’un adını – yerine assur’un adını koymaları gerektiği halde – olduğu gibi bırakmıştır ve bu durum da tabletlerin babilce asıllarından kopya edildiğini kanıtlamaktadır. dolayısıyla destanın yazılış tarihinin elimizdeki en eski kopyaların tarihinden de geriye götürülmesi gerekir. bu da bizi, enuma eliş’i doğal olarak 1000 yılından daha öncesine tarihlememiz gerektiği sonucuna ulaştırır.
destanın yazıldığı tarih için çok daha eski bir tarih varsaymak için çok fazla geçerli sebep vardır. zira destanın ana amacının marduk’un tüm babil tanrıları üzerinde mutlak egemenliğe yükselişine gerekçe yaratmak ve babil’in ülkedeki bütün kentler üzerinde üstünlük iddiasını desteklemek olduğu, babil’in siyasal üstünlüğe ilk babil hanedanı (1895-1595) sırasında, özellikle de büyük kral hammurabi’ini saltanatında (1792-1750) yükseldiği ve marduk’un da bu hanedan döneminde ulusal tanrı ilan edildiği düşünülürse, destanın yaklaşık olarak bugünkü biçimiyle ilk babil hanedanı döneminde yazıldığı sonucuna ulaşılabilir. buna rağmen birçok araştırmacı babil yaratılış destanı’nın daha da eski bir kökene, sümer kültürüne dayandığını düşünmüştür. yukarıda da söylediğimiz gibi babil kentinin, m.ö. 19. ve 18. yüzyılda batılı sami topluluklarının, (amurru) mezopotamya’ya yaptığı yoğun göçler sonrasında bu coğrafyadaki yeni ve büyük bir siyasi güç olamaya başladığını biliyoruz. bu güç, aslen amurrulu olan kral hammurabi döneminde en yüksek seviyesine ulaştı. ancak mezopotamya’da yükselen sami kültüre rağmen sümer kültürü ve onun mirası hala çok büyük etkiye sahipti ve bu miras kesintisiz devam ettirildi, ona hürmet edildi.
bu durum, enuma eliş’te geçen mitlerin temelinin sümer mitlerine dayanmasında, birçok ismin sümerce olmasında ve aslen sümer yaratılış fikrine, anlayışına sadık kalınmasında açıkça görülmektedir. dolayısıyla enuma eliş’in büyük oranda sümer mitlerine dayandığını, ancak babil’in siyasi yükselişini meşru kılmak, pekiştirmek ve edebi olarak yaymak ve desteklemek amacıyla, özel olarak kaleme alınmış, değiştirilerek ve eklemeler-çıkarmalar yapılarak yazılmış yeni bir versiyon olduğunu söylemek yanlış değildir. enuma eliş, tam olarak babil hâkimiyetinin politik ve kültürel çıkarları için yazılmış bir destandır. özellikle marduk’un diğer bütün sümer kökenli tanrılardan daha yüce gösterilmesi, onların bazılarına karşı savaşıp, onları yenip yerlerine geçmesi, bazılarına ise hiç savaşmadan üstün gelmesi bu durumun bir kanıtıdır ve babil yükselişinin tanrısal bir betimlemesidir.
enuma eliş babil kentinin siyasi ve sosyal yükselişini temsil etmesi dışında, halk için de günlük hayatta önem arz eden ve göz önünde tutulan bir edebi eserdi. babil’de nisan ayının ilk gününden on birinci güne dek süren yeni yıl kutlamalarında dördüncü günün sonunda başrahip tarafından marduk’un heykelinin önünde bütün olarak okunurdu. festivalin kapanış töreninde de tekrar okunurdu. hatta bazı araştırmacılar, destanın bazı bölümlerinin, marduk, tiamat, kingu ve öykünün önemli kişilerinin rollerinin rahiplere verilmek suretiyle dramlaştırılıp oynanmış olabileceğini de düşünmüştür. bu festivaller vesilesiyle destanın mezopotamya’nın kuzeyindeki dağlık bölgelerdeki karların erimesiyle fırat ve dicle’nin sularının kabarması sonucu, babil’e yaklaşan su baskınına karşı sihirli bir formül, bir çeşit büyü olarak kullanıldığı düşünülmüştür. zira bu seller boşaldığı zaman, insanlara muhtemelen – destanda “su, her yerde uçsuz bucaksız su” diye dile getirilen – öncel çağlardaki kaotik koşullar geri dönmüş gibi geliyordu. marduk’un tiamat’ı yenip öldürmesi de, ülkenin su baskınlarından kurtulması için iyi bir temsil olarak görülüyordu.
eserin içeriğine gelecek olursak, destan evrende ilk tanrısal ana ve baba olan apşu ve tiamat ve oğulları mummu’dan başka hiçbir şeyin bulunmadığı zamanlara kısa bir değinmeyle başlar. apşu öncel çağın tatlı su okyanusu, tiamat ise tuzlu su okyanusudur. mummu ise olasılıkla iki su kütlesinden yükselip üzerlerinde dalgalanan buğuyu veya sisi temsil ediyordu. bu üç güç birbirine karışarak daha sonra evrenin yapısında kullanılacak bütün öğeleri içeren uçsuz bucaksız ve sınırları belirlenmemiş sonsuz bir kütle oluşturdular. henüz ne yer vardı, ne de gök. bir zaman sonra apşu ile tiamat bir erkek bir de dişi tanrı dünyaya getirdiler. lahmu ve lahammu. bunlar büyümekteyken bir başka çift daha doğdu. anşar ve kişar. bunlar büyüdükçe daha önce doğan iki tanrıyı geçtiler. yıllar sonra anşar ile kişar’ın bir oğulları oldu. ona anu ismi verildi. anu gök tanrısıydı. o da kendi benzeri olan nudimmud’u, yani ea’yı (sümer’de enki) yarattı:
yükseklerde gök henüz isimlendirilmemişken,
ve aşağıda, dünya çağrılmamışken ;
boş ama başlangıçta mevcut olan apşu,
vücüda getiren onları,
mummu ve tiamat – hepsini doğurandı o,
birbirine karışmıştı suları.
saz bitmemişti, bataklıklar ortaya çıkmamıştı.
tanrıların hiçbiri vücüda gelmemişti.
hiçbirinin adı yoktu, kaderleri belirlenmemişti;
işte tam ortalarında tanrılar şekillendi.
suları birbirine karıştı.
tam ortalarında tanrılar şekillendi.
tanrı lahmu ve tanrı lahamu doğdu.
bu adlarla çağrıldılar.
onlar yaşlanmadan önce,
tayin edilmiştir bir boyuta göre boyca.
tanrı anşar ve tanrı kişar biçimlendi,
onlar bastırılıp,
günler uzadıkça ve yıllar çoğaldıkça,
tanrı anu oğulları oldu-atalarına bir rakip.
derken anşar’dan ilk doğan anu,
eşiti olarak ve kendi suretinde nudimmud’u yarattı.
ea olağanüstü güç ve bilgelik sahibiydi. yeraltındaki suların ve sihirbazlığın tanrısıydı. aynı zamanda mezopotamya tanrılarının da en akıllısı ve bilgesiydi. rakibi yoktu. hatta kendi aralarının bile üstadı, efendisi sayılıyordu. genç tanrılar yaşam ve canlılık dolu olduklarından, doğal olarak neşeli ve gürültülü toplantılardan hoşlanıyorlardı. fakat bu eğlenceler yaşlı, aylak ve rahatlarına düşkün ana-babalarının ve büyük ataları apşu ile tiamat’ın ciddi bir biçimde sinirlerini bozuyor ve onları rahatsız ediyordu:
ilahi biraderler birleşip gruplaştılar.
ileri geri giden tiamat’ı rahatsız ettiler.
göklerdeki ikametlerindeki yaramazlıklarıyla.
tiamat’ın “göbeğini” karıştırıyorlardı.
apşu şamatalarını azaltamıyordu;
tiamat onların yaptıkları karşısında sessizdi.
yaptıkları tiksindiriciydi.
yolları, ortalık karıştırıcıydı.
yaşlı atalar rahatsız edici bağırışlardan barışçıl yollarla kurtulmak istedilerse de sonuç alamadılar. sonunda kafası iyice kızan apşu kesin ve acımasızca eyleme geçmeye karar verdi ve genç tanrıları yok etmek için plan yaptı. plan duyulunca tanrılar büyük bir korku yaşadılar. sonunda sakinleştiler ve kara kara düşünmeye başladılar. tanrılar akıbetlerini düşünürken bilge tanrı ea ortaya çıktı ve apşu’ya karşı mücadeleyi üstlendi. saldırıya karşı koruma sağlamak amacıyla tanrıların çevresine bir tür sihirli çember çizdi. sonra da bilgeliği ve sihriyle büyülü bir örtü dikti. bu örtüyü apşu’nun üzerine örttü ve onu sonsuz bir uykuya mahkûm etti. apşu sonsuz uykusuna dalarken ea onun krallık tacını ele geçirdi, onun doğaüstü ışığını da üstünden alarak kendisi giydi. böylece apşu’nun gücüne ve görkemine sahip olunca bütün tanrıların babası ve efendisi oldu. tiamat’a zarar verilmedi ve dokunulmadı. çünkü o apşu’nun niyet ve planlarına sıcak bakmamıştı. veziri ve oğlu mummu ise hapsedildi. ea apşu’nun üstüne geniş ve büyük bir yapı kurarak buna apşu adını veri ve burayı kendisi ve öteki tanrılar için kutsal bir ziyaretgâh olarak belirledi. ea bundan sonra burada eşi damkina ile birlikte görkemli yaşamını sürmeye başladı.
öte yandan tanrıların en bilgesi marduk da doğmuştu. günü geldiğinde tanrıları daha da korkunç bir düşmandan kurtaracak ve kalabalık babil tanrılarının başına geçecekti. ona birçok ek tanrısal güç verilmişti. bütün tanrıçaların memelerinden süt emdi. etkileyici bir kişilikti. şimşek gibi çakan gözleri, yüreklere korku salan bir haşmeti vardı. babası ona baktığında sevinç duyar ve yüzü güler, yüreği şenlenirdi. marduk, tanrılar arasında en yüceltilmiş olandı:
mukadderat odasında, kaderlerin yerinde,
bir tanrı doğdu, tanrıların en kudretlisi en akıllısı.
derin’in tam ortasında marduk yaratıldı.
biçimi cezbediciydi, gözlerini kaldırışı pırıl pırıl.
gelişi tanrısaldı, eski zamanlardaki gibi emreden.
yüceliği tanrıların üstündeydi, hem de baştan aşağı.
tanrıların en ulusuydu, boyu aşıyordu.
azaları muazzamdı, fazlasıyla uzundu.
bunlar olurken tiamat kocasının öldürülmüş olmasından dolayı rahatsızdı ve gece gündüz yerinde duramıyor, ortalıkta dolaşıp duruyordu. bir süre sonra tiamat, uşağı kingu’nun ve bazı başka tanrıların kışkırtmasına kapılarak bir plan yaptı ve genç tanrılara saldırarak onları yok etmek ve kocasının öcünü almak için işe girişti. tiamat neredeyse saldırıya geçmeye hazırdı ki ea yaklaşan tehlikenin haberini aldı ve tanrılara duyurdu. bilge ve büyük tanrı, efendi ea bu tehlikeli durumda ne yapacağını bilemedi. atası anşar’a gidip danıştı. anşar ve diğer bazı tanrıların işe yaramayan çözümlerinden sonra, bunalımın doruğa vardığı anda anşar’ın aklına marduk geldi. anşar marduk’un tiamat’ı yeneceğinden ve onu yok edeceğinden emindi. marduk hemen, her yerinden ateşler saçarak savaşmaya ve tanrıları kurtarmaya hazır olduğunu gösterdi. ancak bunu karşılığında istediği şey çok büyüktü. marduk tanrılar üzerinde en büyük ve tartışılmaz yetkeyi, tanrıların efendisi, kralı olmak istiyordu:
eğer gerçekten de, intikamcınız olarak
tiamat’ı yenecek ve yaşamlarınızı kurtaracaksam,
kaderimi üstün kılacak bir meclis toplayın benim için!
bunun üzerine tanrılar marduk’un isteğini kabul ederek büyük bir şölen hazırladılar. onuruna bayram düzenlediler. şölenden sonra tanrılar marduk için krallara layık bir taht kurdular ve genç tanrı atalarının önünde bu tahta oturup, kendisine verilen egemenliği kabul etti. tanrılar törenli bir söylevle ona tanrılar arasında en yüce konumu bağışladılar ve “koca evrenin üzerine krallık” verdiler. marduk bir süre sonra döğüşe hazırlanmak üzere kalkıp gitti. hazırlandı ve yola koyuldu. marduk’un bütün dehşet ve yok edici gücüyle koz kamaştırdığını gören kingu ve onun yanındaki diğer tanrılar korkuya kapıldı. fakat tiamat sarsılmadı. marduk’u korkutma için kükredi ama marduk bundan etkilenmedi. sonra iki büyük tanrı birbirlerine meydan okuyarak çarpıştılar:
efendi marduk ilerledi, yolunu izledi.
öfkeli tiamat çevirdi yüzünü.
efendi tiamat’ın iç kısmını taramak için,
kingu’nun , onun eşinin planını anlamak için taradı.
ama gezegenler birbirine yaklaştıkça.
marduk’un rotası düzensizleşmeye başladı.
baktı , rotası yerinden oynuyor,
yönü şaşmış, işleri karışmış.
marduk’un uyduları bile rotadan sapmaya başladılar,
tanrılar, yardımcıları,
yanında yol alanlar.
muzaffer kingu’yu gördü , görüşleri bulandı.
tiamat ve marduk, tanrıların en akıllıları.
birbirlerine doğru ilerlediler.
yüz yüze çarpışmak için bastırdılar.
savaşmak için yaklaştılar.
efendi onu yakalamak için ağını yaydı.
kötü rüzgar’ı en arkadakini, onun yüzüne doğru fırlattı.
tiamat ağzını açıp onu yutmaya kalkınca,
kötü rüzgar’ı ileri sürdü ki dudaklarını kapayamayasın.
derken şiddetli fırtına rüzgarları göbeğine saldırdı;
bedeni ayrıldı, ağzı kocaman açıldı.
oraya bir ok fırlattı, göbeğini yardı.
içini parçaladı, rahmini yardı.
onu böyle alt edip, yaşam nefesini söndürdü.
marduk sahip olduğu birçok yetiyle tiamatı, kingu’yu ve yanlarındaki diğer küçük tanrıları mağlup etti. düşman tanrılar hapsedildi, silahları ve güçleri ellerinden alındı. marduk kingu’nun elinden tanrıların ve evrenin kaderini belirleyen yazgı tableti’ni aldı ve kendi boynuna astı. bundan sonra marduk tiamat’ın dev gövdesini iki parçaya bölerek evreni yarattı. gövdenin bir parçasıyla yeri, diğer parçasıyla yeri yaptı. büyük tanrılar için gökte konaklar yarattı. doğuş ve batışlarıyla yılı, ayları ve günleri belirlemek üzere takımyıldızları, ayı ve güneşi yarattı. takvimi düzenledi. güneşin çıkıp girmesi için doğuda ve batıda kapılar inşa etti. göğün tam ortasına da başucu noktasını çaktı, güneşe ve aya ışık saçtırarak gündüz ve geceyi onlara emanet etti. bu yaratım süreci destanın son bölümüdür ve şu şekilde anlatılır:
efendi onun cansız bedenini seyretmek için durakladı.
canavarı ikiye ayırmayı maharetle planlamıştı.
sonra bir midye gibi onu iki parçaya ayırdı.
efendi tiamat’ın arka kısmını ezdi.
silahı ile bağlantılı kafatasını kopardı.
kanının kanallarını kesti;
ve kuzey rüzgarının onu,
bilinmeyen yerlere taşımasına sebep oldu.
dünya yaratılmıştı.
alt parçasının kaderi başka türlüydü,
ikinci gelişinde marduk ona çarptı ve parçalara ayırdı.
onun diğer yarısını gökler için bir perde olarak kurdu.
bir araya getirerek, bekçileri olarak onları yerleştirdi.
tiamat’ın kuyruğunu büyük şerit’i bir bilezik gibi,
oluşturmak üzere büktü.
boşluğun üzerine şimali yayar.
ve hiçliğin üzerinde dünyayı asar.
onun gücüdür suları tutan,
onun enerjisidir mağrur olanı yaratan,
onun rüzgarıyla dövme bilezik ölçüp biçildi.
onun eliyle kıvranan ejderha söndü bitti.
tiamat’ın başını (dünya) konumuna koyarak.
onun üzerine dağları yükseltti.
pınarları açtı, şiddetli akıntılar boşaldı.
gözlerinden dicle ve fırat’ı saldı.
memelerinden ulu dağları biçimlendirdi.
kuyular için, taşınacak sular için pınarlar deldi.
tanrı anu’nun soyundan gelen tanrılar, anunnakiler, marduk’un eliyle özgürlüğe kavuşmalarından dolay minnet ifadesi olarak babil kentini ve marduk’un büyük tapınağı, çok katlı kulesiyle esagila’yı inşa ettiler. sonra tanrılar, neşeli bir şölenin ardından resmi bir toplantı yaparak marduk’un elli ismini yüksek sesle okudular ve onu onurlandırdılar. tiamat’a karşı savaşa gitmesinden önce marduk’u en yüce egemenlik güç ve yetkileriyle donatmak üzere kurultay sarayında bir araya geldikleri gibi, şimdi de aynı yerde toplanarak tüm tanrıların yetki ve yetenekleriyle birlikte bu elli ünvanı resmen ona verdiler ve böylece marduk’u “tanrıların ve evrenini efendisi” ilan ettiler. bundan sonra marduk’un evreni yaratışına hayran kalan ea, bazı tanrıların da yardımıyla kingu’nun atardamarlarını kesti ve kanından insan soyunu yarattı. artık insan, yenilmiş tanrılar ordusunun işini üstlenerek babil’in tanrılarına hizmet edecekti.