Akşam saat 8 olmuştu. Üzerimde anlam veremediğim bir yorgunluk vardı. Oysa ki bütün gün dinlenmiştim. Hatta yataktan dahi çıkmamıştım neredeyse. Bıraksalar bir ayımı odamda, etrafı daha da karartan mor perdelerim ve en sevdiğim Marilyn Monroe yastığımla geçirebilirdim. Bedensel ve ruhsal olarak o denli yorgun ve halsiz hissediyordum kendimi. Bazen bu duruma ben bile anlam veremiyordum. Aslında bir bakıma ben soyutluyordum kendimi çevremdekilerden. Sessiz ve karanlık bir odayı onca insana tercih edebiliyordum. Tüm bunları düşünürken on dakika daha geçmişti ve hazırlanmam gerekiyordu. İstemeyerek de olsa yatağımdan kalktım ve giyeceğimi planladığım kıyafetlerimi dolapta aramaya koyuldum. Bütün hazırlıklarımı tamamlayıp aşağı indiğimde küçük yağmur damlacıkları daha kaldırıma adımımı attığım ilk anda büyük bir coşkuyla karşılamıştı beni. Yağmuru, onun bana verdiği huzuru seviyordum aslında ama bugün yağmamalıydı. En azından gece yarısına kadar yağmamalıydı. Neyse ki yağmur şiddetini arttırmadan taksi bulmayı başarmıştım. Yol boyunca hala ne kadar halsiz hissettiğimi düşünüyordum. Düşüncelere o kadar dalmışım ki geldiğimizi bile ilk anda farkedemedim. Parayı ödedikten sonra aceleyle taksiden indim. Cafe oldukça kalabalık görünüyordu. O an içeri girmekten vazgeçtim. Arkadaşlarımın çağrılarını ve aramalarını görmezden geliyordum. Sonbaharın çiseleyen yağmuru ve hafif esen rüzgarı eşliğinde sokakta küçük adımlarla yürümeye başladım. Sesler duydukça etrafıma bir göz gezdiriyor sonrasında tekrardan başımı yola odaklayarak yürümeye devam ediyordum. Yalnız kalmak en iyisiydi sanırım. Ekim ayının insanı dirilten havasını içime çekerek yürümek ve düşünmek… Peki neyi düşünüyordum? Yine nelere takılıyordu aklım? Düşüncelerimin sonu, sonucu ne olacaktı? Bu gece de hayatımda hiçbir değişiklik yaratamadan, kesin ve daimi kararlar veremeden gelecekten korkan küçük bir kız çocuğu gibi vaktimi geçirecektim. Derken birkaç metre ilerde O’nu gördüm. Hayatımı, bütün bu düşüncelerimi değiştirecek, kelimeleriyle midemde kelebekler uçuşturacak, aklımdaki düğümlenmiş ipleri çözecek, karamsarlığıma son verecek, en önemlisi de aylar önce kaybettiğim tebessümümü bana geri verecek adamı gördüm. Tabii o an bunların hiçbirini bilmiyordum. Olağan şekilde yürümeye devam ettim. Sağ tarafımdaki uzun dar sokaktan gelen kahkahalar, fısıldaşmalar ilgimi dağıtmıştı. Tam bu düşünce bulanıklığı ve karmaşıklığının ortasında kendinden emin genç bir adamın sesi, nefesinin sıcaklığı sol kulağımın altında tenime değdi ve saniyeler içinde etkisini azalttı. Başımı doğrulttum ve O’nu gördüm. İşte bu ses, hayatımda yeni bir başlangıç yapmamı sağlayan, soğuk donuk ruhumda ılık bir esinti havası yaratan ve değişmeyen doğrularımı hapsettiğim kutunun anahtarını elinde tutan adamın ta kendisine aitti.