Gözleri yarı açık, yarı kapalı vaziyette yöneldi mutfağa 216. Uyanalı daha dört dakika dahi olmamıştı. Mutfağın sarı lambasını açtı, sonra günün aydınlık olduğunu fark edip tekrar kapadı lambayı. Buzdolabının kapağını açıp elindeki süt kutusunu dolaba koymak istedi lakin buzdolabında yer bulamadı. ”Allah Allah!” dedi kendinden içeri. ”Nasıl yer olmaz?”
Domatesler, peynirler, meyveler, geçen geceden kaldığını tahmin ettiği yemekler, tatlılar, kapağı dahi doluydu buzdolabının. Kapağa bakarken bir anda kayboldu domates. Bunu kapaktaki arkadaşları ve meyveler takip etti. Anlamsız ve hiç bir doluluğu olmayan gözlerle baktı buzdolabına. Tek bir hareket dahi yapmadı. Anlaşılan yine aynı şey olmuştu. Zıpladı bir defa ve yere indiğinde açtı gözlerini. Yine uyuyakalmıştı 216. Ağzı açık salyaları birbiri ardınca akıyordu dışarı.
Mutfakta yıkadı hemen yüzünü. Kurulamadı. Islak saçları ve eşek gözleriyle bakıyordu etrafa. Dolabın kapağını açtı tekrar. Dolaptaki zeytinler ve margarin ile göz göze geldi ve elbette o yarım limon bütün kurumuşluğuyla bakıyordu ona. Başka da bir şey yoktu. Ha bir de bir ağzı sıkı sıkıya bağlı poşetin içindeki yarım bardaklık süt. Sütü aldı ve açtı ağzını poşetin. O müthiş burnunu yaklaştırdı poşete doğru.
”Vay amına koyayıııım. Bu sütü veren inek lanetlenmiş resmen.”
Elindeki poşeti, açık olan camdan dışarı fırlattı. Camın kapalı olduğunu süt camda kalınca anladı. Böyle bir olayı Yusuf Atılgan’ın bir kitabında okumuştu. Tuhaf bir his oluştu içerisinde. Sütü, camdan silerken geçmişti o his.
Camı sildikten sonra elindeki sarı bezi attı mutfak tezgahının üzerine. Tekrar açtı buzdolabını. Az önce camdan attığı süt, dolapta aynı yerde duruyordu. Tezgahın üzerine baktı, az önce attığı bez de orada değildi.
Anlaşılan yine aynı şey olmuştu. Ağzının akışından belliydi. Bu sefer poşeti açmadan attı camdan dışarıya. Cam yine kapalıydı…