..Küçük bir kız çocuğunun yaşamış olduğu serüven.
..Belki de yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştu.
..Üzgündü, bir o kadar da kırgın…
Sonbahar, günlerini doldurmuş yerini kışa teslim etmişti. Sanki toprağın üzeri beyaz çarşafla kapanmış ve onun ile birlikte sert rüzgârlar esmekteydi. Beyazlığın altına saklanmış bir köy.
Sekiz yaşında, annesi, ağabeyi, ablası ve yaşlı bir babası olan, küçük bir çocuktu. Her çocuk gibi oynamak, eğlenmek isteyen; ama yapamayan bir çocuk.
‘’80’li yıllar. Hayal meyal hatırlarım, annem bize yiyecek bir şeyler getirmeye giderdi. Ağabeyim, köyün kahvesinde zaman harcamakta; ablam ise dışarıda yaşıtlarıyla oyun oynamaktaydı. Evin en küçüğü ben olduğum için babama bakma yükümlülüğü bana kalmıştı. Babam, görme engelli ihtiyar bir adamdı.’’
Küçük bir kız çocuğu; bir yandan evde ihtiyar babasına yiyecek bir şeyler hazırlamakta, diğer yandan dışarıda oyun oynayan ablasını izlemekteydi. Her ne kadar dışarı çıkıp oyun oynamak istese de, seyirci kalırdı.
Şekerli, soğuk suyun içine ekmek doğradı ve yemesi için babasına uzattı. Onun için babasının ona duyduğu minnettarlık, dışarıda oyun oynamaktan daha mutluluk vericiydi.
‘’Akşamüzeri, ablam yemek hazırlamış ve kimseyle paylaşmamak için beni dışarı göndermişti. Oyuna dalmışım, beyaz bulutlar yerini kara bulutlara teslim etmiş, hava çoktan kararmıştı. Fırtına beni bekliyor gibiydi. Eve gittim, ağabeyim benden önce eve gelmiş bile. Şiddet gördüm ve evden kovuldum. İki gün komşumuzda kaldım.’’
Zamanın farkına varmadığı için, evden kovulan..
Bir dilim kek için, komşularının işini yapan..
Gelecekte anne, anneanne, babaanne olacak bir çocuk…
Mevsimler hızla değişmekte, takvim yaprakları birer birer yırtılmaktaydı. Artık on dört yaşlarında genç bir kızdı. Yaşadığı sıkıcı hayatın getirdiği düşünce, o yaşta evlilikti. Yaşıtları o yaşlarda evlenmekte, o ise evlilikte kurtuluşu aramaktaydı.
‘’Ağabeyimin şiddetlerine daha fazla dayanamayıp 14 yaşındayken evlenmek istediğim kişiye kaçtım. Her şeyin düzeleceğini umut ediyordum, ama bunun sadece umut olduğunun farkına geç vardım.’’
Artık 14 yaşında evli bir kadındı. Küçük gelin.
Kocası 18 yaşlarında iki kardeşti, eşinden bir farkı olmayan bir hayat yaşamıştı. 6 yaşında annesini, 12 yaşında babasını toprağa emanet etmişti. Kendisine ve kardeşine o yaşlarına kadar amcaları bakmış, büyütmüştü. Sevgiyi tatmamış olsa gerek, tarifini yapamayacak kadar zayıftı. Uzun boylu, sıska vücutlu, ince bıyıklı, kıskanç biriydi. Hayatının bir bölümünü farklı şehirlerde çalışarak geçirmişti.
‘’Eşim çok kıskanç biriydi. Bir erkek bana soru sorsa, suç işlemişim gibi cezalandıracak kadar da sert. 1992 yılında, ilk çocuğumu kucağıma aldım. Yaşamaya devam etmem için bir sebepti sanki. 1 yıl öncesinde ise babamı kaybetmiştim, çocuğuma onun adını verdim. Belki biraz olsun ölümsüz kılmışımdır. Çocuğum, babam. ‘’
İlk çocuğundan bir yıl sonra, ikinci çocuğunu kucağına almıştı. Henüz 19 yaşındaydı. Artık dağlık köyden çıkmış, yeni ailesiyle küçük bir kasabada yarı yıkık dökük evde yaşamaya başlamışlardı.
Dünya güneş ekseninde hızla dönmeye devam etmiş, yıllar onu olgun bir kadın haline getirmişti.
‘’Zaman su gibi akıp geçmiş. Bu çocuk nasıl büyür diye düşünürken, şimdi torun bekliyorum. Geçen yıllarımdan bana armağan kalan sadece, tecrübe. Şimdi 42 yaşındayım. Bu yaştan sonra bir işime yarar mı bilmem!?’’
Bir akşam vakti. Çay eşliğinde, uyku öncesi sohbet. Kelimeler masada birbirine çarpmakta, biri susmadan diğeri konuşmaktaydı. Kadının yüzünde tanınmayan bir ifade. Bir süre sonra suskunluğu dikkat çekmiş olsa gerek, ‘’Neyin var?’’ diye sordular…
‘’Bir akşam vakti, ailem ve dostlarla sohbet etmekteydik. Bir süre sonra gülmeye mecalim yok gibi hissettim. Kelimeler sıralandı, şiddet uygularcasına çıkmak istedi. Ama susmayı tercih ettim. Neyin var? diye sordular.’’
‘’Üzgündüm, ama onlara yorgunum dedim.’’