Gitmek istiyorum. Neden olduğunu, nereye olduğunu, kiminle olduğunu bilmiyorum. Sadece gitmek istiyorum böyle zamanlarda. Hani o huzursuzluk hissinin olduğu zamanlarda. Hani o huzursuzluk hissinin çoğu zaman gitmediği anlarda. Nedendir bilmem, o anlar daha çok sabahları olur. Sabahlar sanki, en çok yalnız uyandığında, ağzındaki akşamdan kalan şarap tadını unutturacak bir huzursuzluk bırakıyor. Günün ilk kahvesini içiyorum, bir sigarayla beraber belki. Yapacağım şeyler var. Gitmem gereken dersleri, huzursuzluğumu saklamak zorunda olduğum görüşmeleri düşünüyorum. İçim sıkılıyor. Bazen de günün bitmesini iple çekiyorum en sevdiğim dizinin yeni bölümü için. İçimin sıkılmasını istemiyorum daha fazla. Nereye kadar sürecek bu? Bilinmez. Bir şeyleri değiştirmem gerektiğini biliyorum ama. Birçok şeyi değiştirmeye çalışmış olmama rağmen, elimde hala bir büyük eksiği kapatabilecek bir parça yok. Ne yapsam, bir türlü ait hissedemiyorum kendimi. Mutsuzum. Ama işin trajikomik yanı, elimde mutsuz olmak için hiçbir sebep yok. İnsanlara “Gitmek istiyorum” dediğimde beni vazgeçirmek için sorduğu soruların cevapları hala aynı. Elimdekilerin kıymetini bilmeye yönelik sorular. “Sağlıklı mısın, başını koyacağın bir evin var mı, mutfağında yemek pişiyor mu?”. Evet. Sorduğunuz ve soracağınız bütün sorulara cevabım evet. Kabul ediyorum, ve tekrar ediyorum, şükürler olsun ki bu soruların cevabı evet. Ama, hayır. Mutlu değilim. Mutsuz da sayılmam ama. Güldüğüm zamanlar, keyif aldığım ortamlar yok değil. Ama günü geçirmek için gülünen şakalardan daha fazlasına ihtiyacım var artık. Sabah uyandığında boşluğa düşürmeyecek cinsten. Bazı zamanlar çok sıkılıyorum. Bazı zamanlar her şeyden çok sıkılıyorum. Kendimden bile. Sıkıldıkça da gitmek istiyorum.
Gün geçtikçe beynime oturan öküz daha çok evi biliyor orayı. Bunun hiçbir şeyle ya da hiç kimseyle bir ilgisi yok. Bunu açıklama gereği duyuyorum çünkü genelde insanlar sorunun kendilerinde olduğunu inanmaya çok meyilli oluyorlar. Değil. Belki de öyledir. Bilmiyorum. Sizin yorgun günleriniz, arkasından koştuğunuz statüleriniz, iki katına çıkarmak istediğiniz gelirinizle bir alakası da olabilir. Zamanın içinde kaybolan insanları anlamaya başlıyorum bu zamanlarda. Tezer Özlü’yü mesela. Bir yere ait olma eylemi ne zormuş meğerse. Bir kişiye, bir mekana veya bir duyguya. Anlamadığından, orada olmadığından ya da hissetmediğinden değil. Anladığın, orada olduğun ve hissettiğinden…
Hayatın garipliğinde savruluyorum bu şehirde. Benim beklediklerim ve benden beklenenler arasında bir yerlerde sürükleniyorum durmadan. Bazen sadece durmak istiyorum. Hiçbir şey yapmadan durmak. Durup sokaktan geçen insanları izlemek, hiçbir sorumluluğum olmadan gökyüzünü izlemek istiyorum. Baksana. İşe giderken nasıl da telaşlılar otobüse yetişmek için. Patronu kızacak diye nasıl da ne söyleyeceğini bilemiyor. O son model arabayı almak için nasıl da çalışıyor gece gündüz. Annesinin telefonunu toplantıda olduğu için açmıyor ve çocuğunun doğum günü hediyesini almayı unutuyor yine aynı toplantı yüzünden. Yorgun olduğu için bir “merhaba”yla bırakıyor sarılmak için kollarını açanları. Arabayla deniz kenarından geçerken, hiç izlemiyor maviliği. Bir insan nasıl dayanabilir hayata bulutlara bakıp hayal kurmadan? Sonra bir bakmışsın, kızın evlenmiş tanımadığın bir adamla. Sıra arkadaşının cenazesi karşı camiden kalkıyor yarın öğle namazında. Evin tavanı akıyor, kova bile bulamıyorsun yere koyacak. Bilmiyorsun ki yerini. Her seferinde geçiştiriyorsun hayatı, eski tadı yok diye. Eskiden hayattan tat alamayacak kadar onu ciddiye alan sen, bilemezsin ki nedir hayatın tadına varmak. Unuttun çünkü. Şimdi eski günleri yad et yine. Okul zamanlarının sonrasından hiç anı hatırlama yine kahkahalarla güleceğin. Sonra hayatın acımasızlığına at suçu. Üzgünüm ama; ben hiç sevemedim sizi. Ben sizin düzeninizde çarkın herhangi bir parçası olmak istemedim. Siz beni öyle yaptınız. Eşofman giymek istediğim günlerde siyahlara bürüdünüz, sonra ayakkabı seçimimi beğenmediğiniz için bir ton laf söylediniz üstüne. Sizin hobi olarak gördüklerinizi mesleğim yapmak istedim, aç kalırsın dediniz. Sınava çalıştıktan sonra aklımdan uçup giden, muhtemelen bir daha da hiçbir zaman kullanmayacağım bilgiler yüklediniz beynime. Düşük not aldığımda da hemen tembel yaptınız beni. Hayır. Ben tembel değilim. Sadece sizin benden istediklerinizi yerine getirmek istemiyorum. Çünkü eğer getirirsem, size benzerim. Başkaları için giydiğiniz kıyafetleriniz de, “like” almak için attığınız fotoğraflarınız da, en iyi arabayı almak için kazandığınız paralarınız da sizin olsun. Üzgünüm ama; ben size benzemek hiç ama hiç istemiyorum.
Peki ne olacak bana? Sizin aranızda var olmaya çalışırken, size mi benzeyeceğim günün sonunda? Yoksa karşı çıkarsam, gitmeye mi zorlayacaksınız beni? Peki ya gidersem gerçekten? Sonunda ait hissedebilecek miyim? Yoksa hep gidişler mi olacak benim en ait hissettiğim zaman? Umarım.