Sabah içi acıyarak kalktı yataktan. Ağrı kesici aradı biraz ama sonra yanında olmadığını fark etti, zaten acısı bu yüzdendi. Bir kavganın sonucu bu kadar acı olmamalıydı.
Sabah kalkarken kolu acıyarak kalktı yataktan. Yine kolunun üzerinde Pelin’in başı. Ağrı kesici almak için yanındaki komidinin çekmecesini açtı. Ağrı kesiciyi buldu ve beş dakika sonra bu kol ağrısından kurtuldu.
Rüyası kötüydü yine ayrıldığını gördü. Ama yine de kolu ağrıyordu.
Bir anda döndü
-Beni ne kadar seviyorsun Pelin?
-Sen ne kadar seviyorsun?
Soruya yine soruyla cevap almıştı Ahmet, ama alışkındı. Çünkü Pelin’i tanıyordu ve vereceği cevabı önceden hazırlamıştı.
-Sabah kolumun ağrısıyla uyanacak hatta kolumun ağrısını geçirecek ilacı aldıktan sonra mide yanmasını çekecek kadar dedi, Ahmet.
Ortada sesin olmaması durumu, orada hiçbir şey konuşulmadığı anlamına gelmiyor. Ahmet söylediğine pişman. Bu durumu kabahat işlemiş çocukların yaptığı gibi ellerini birleştirip azarı bekleyen halinden, yarı kısık gözlerinden ve dudaklarının büzülmüş halinden anlamak mümkün.
Pelin sinirli. Bunu çattığı kaşlarından, bir eli hafif yumruk diğer eliyse şaha kalkmış hesap sorar halinden anlamak mümkün. Ve Pelin bağırmaya başlamıştı.
Kendini dinleme moduna almış Ahmet Pelin’in kendisine bagırmasına alışkındı. Çünkü Pelin sinirli bir insandı ve Ahmet bir kaç defa bu yüzden ayrılmayı düşünmüştü ancak yapamamıştı. Sevgi değildi bunun ismi ya da aşk. Hep romanlarda ki gibi aşık olmak istemişti Ahmet. Sevgilisi kendisine biraz muhtaç olsun istiyordu. Kendisinden başka kimse bu ihtiyaçları karşılayamamalıydı. Tam tersi bir durumdu vardı oysa ki. Ahmet her seferinde tam ayrılacakken içinden bir şeyler eksiliyordu. Pelin onun için bir alışkanlıktı.
Pelin bağırmaya devam ediyordu. Ahmet’in kendisini dinlemediğinin farkındaydı ancak karşısında çaresiz duran insanları görünce bağırmadan edemiyordu. Ahmet’ten hiç ayrılmak istemedi Pelin onu sevmiyordu ya da aşık değildi ama ona bağlıydı.
Ahmet sevmediği şehrin sevmediği sabahlarında ve hiç sevmediği işine gitmek için evden çıktı. Aldığı maaş miktarınca değerli olduğunu düşünürdü her zaman. Kimi insanları kıskandıracak bir mevkideydi ancak o, mutlu insanları kıskanıyordu. Galiba her insan kıskanırdı ama bazıları belli etmezdi belki de. Hep kendi kendine konuşmayı severdi çünkü kendi kendine tartışırken ona sesini yükseltip bağıracak kimse olmuyordu. Tartışmanın galibi de kendisi oluyordu. İşimde çok başarılıyım derdi her zaman kendi kendine diger insanları taklit etmeyi iyi başarıyorum. Önemli yerin önemli memuruydu kendisi. Bunu her kendi kendine söylediğinde gülesi geliyordu. Belki de yalan söylemek hoşuna gidiyordu.
İşini her zamanki gibi dokuz saatte bitirmişti. Her zaman dokuz saatte bitirirlerdi işlerini. Mesai arkadaşlarıyla birlikte işten çıkardı. Herkes birbirinin akşamı konusunda iyi dileklerini sunardı yarım gülümseyerek. Zaten cümleleri de yarım kurarlardı. İşleri de yarımdı. Hep bu gözle bakardı Ahmet, yarım insanlar olarak toplandılar ve yarım işlerini hallettiler. Şimdi gönül rahatlığıyla evlerine dönebilirlerdi. Ahmet’in eve dönüş yolculuğu başlamıştı şimdi. Günün en sevdiği vakti. Her zamanki gibi on dakikalık mesafeyi nasıl uzatabileceğini tasarladı önce. Bakkalla muhabbet edemezdi, sohbetinden bıkmıştı. Her gün mahalleye yeni açılan marketi kötülemekteydi. Ahmet dinlemiyordu ama olsun sonuçta nezaketen de olsa birkaç cümlesini tasdik etmek gerekiyordu ve Ahmet bunu dün fazlasıyla yapmıştı. Islık çalarak yürümek geliyordu içinden ancak mevkisi yüksekti. Ya gören olursa makamının sahibiydi. Bu yüzden hareketlerini ya gören olursa makamına yakışır şekilde sergilemeliydi. Evine ulaşmıştı. Yine düşündüklerini yapamadan evine ulaşmıştı. Acaba daha uzak bir eve taşınsam diye düşünürken zile bastı. Aslında anahtar sol cebinin en dibinde cep telefonunun biraz sağında ama zile basıp kapıyı açtırmak onun bir diğer eğlencesi.
Akşamları bir alet karşısında vakit geçirme saatleri. Sanki azarlanır gibiler karşısında, hep o konuşuyor Pelin’le Ahmet susuyor.
Ahmet sabah yataktan başı ağrıyarak uyanıyor. Komidinin çekmecesine uzanıyor ve ağrı kesicisini içiyor. Bir not bırakmış Pelin annesine uğramak zorundaymış, erken çıkacakmış devamını okumadan buruşturup yere atıyor. Beş dakika sonra baş ağrısı geçiyor. Çıkarken karşılaştığı insanlara yarım gülümsemeyle cevap veriyor. Aynı işlemi kendisinin günü hakkında yorum yapan mesai arkadaşlarına da uyguluyor. Dokuz saat ne anlama geldiğini bilmediği, yaptığı işlemin kimin faydasına olduğunu anlamadan başarıyla bitiriyor. Eve döneceği koordinatlar arasında karar vermeye çalışırken evine ulaşmış oluyor ve zili çalıyor.
-Sabah nerdeydin?
-Notu okumadın mı?
-Ben sana soruyorum. Sabah nerdeydin?
Sonra Ahmet geçip yerine oturuyor. Arada Pelin’e cevap vermek istermiş gibi yapması Pelin’i daha fazla sinirlendiriyor. Aslında cevap vermek gibi bir niyeti yok zaten dinlemiyor da.
Ahmet sabah yataktan kalkmıştı ve kolu ağrıyordu. Ağrı kesici içmedi o sabah ve kolunun ağrısı pek umurunda degildi. Ağrı kesici içmemesine rağmen ağrı beş dakika sonra geçmişti. Evden Pelin’e hiçbir şey demeden çıktı. Kendisine günaydın diyen insanların hiç birisini önemsemeden iş yerine doğru yürümeye başladı. Mesai arkadaşlarına da cevap vermedi. Sekreterine içeriye hiç kimseyi almamasını söyledi. Masanın gözünden bir kagıt çıkardı ve istifa mektubunu yazdı. Niye yazdığını bilmiyordu ancak yazmıştı. Odadan hızla çıktı. Durmamalıydı, eğer durursa vazgeçecekti çünkü. Sokağa koşar adım çıktı. Kravatının kendisini rahatsız ettiğini hissetti. İlk kez kravatı kendisini rahatsız etti. Hemen kavatını söktü ve yere attı. Nefes aldığını hissediyordu şimdi. Yerde duran kravatına tekme atmak istedi ve tereddüt etmeden kravata bir tekme attı. Eve doğru koşmaya başladı, insanları fark etmiyordu artık.
-Pelin, seni sevmiyorum. Seni terk ediyorum.