Bir hikâyeye nasıl giriş yapılır tam olarak bilmiyorum. Ama kimi ve neyi anlatacağımı çok iyi biliyorum. Tıpkı köpeğin, kedinin kokusunu alması gibi.
Sezen o sabah güçlükle uyandı. Bugünün de diğer günlerden bir farkı yoktu. İşe gidecek ve isteyen herkese bardaklar dolusu çay ve kahve ikram edecekti. Hazırlanmak için yataktan kalktı. Ev arkadaşları Dilek ve Gözde evde mi diye evi şöyle bir kolaçan etti. Büyük ihtimalle kısa bir yürüyüşe, ordan da dans kursuna giderler diye bir tahmin yürüttü. Tahmini saatle yüz kilometre hızla geldiği gibi Sezen’in ocağa koyduğu çay suyunun buharına karıştı. İki lokma bir şeyler yiyip, çayını yudumlayıp evden ayrıldı.
Kafeye vardığında müşteriye benzer bir şeylerin varlığından söz edilemezdi. Bu da kendine gelebilmesi için müthiş bir fırsattı. Müziğin sesini açtı ve beklemeye koyuldu.
Vakit öğlen oldu. Alim de geldi kafeye. Çok ender görülecek bir şekilde asabiydi. Her sorulan soruya cevabı yirmi beş derece açıyla tersti. Bu yüzden bugün müşterilerden siparişleri Sezen alıyordu. Bazen de yakasından kayan yaka kartını düzeltmekle meşgul oluyordu.
Sonunda kafeye birkaç müşteri geldi. Kimi kahve kimi de çay içip aralarında muhabbete ve dergi okumaya daldılar. Kafe dolmaya başladıkça müzik de çoğaldı. Sezen müziğin sesini tam sonuna kadar açacak iken dışarıdan gelen gürültüyle başını kafenin kapısına çevirdi. Kırmızı bir araba yanaştı sokağa. İçinden iki genç adam indi. Uykusuzdu uzun boylu olan, diğeriyse biri vursa yıkılacak gibiydi. Sanki gece yarısı üzerine kaçak kat yapmışlar da dayanamayacak, yıkılacak gibi duruyordu. Alim’e selam verip içeri doğru ilerlemişlerdi. Sezen bunları kafasından geçirirken, onlar çoktan bir masaya yerleşmişlerdi bile. Siparişleri almak için gelen Sezen’den iki açık çay istediler. Sezen, o an, onların konuşurken birbirlerine ‘amcaoğlu’ diye hitap ettiklerini duydu. Tuhafına gitti bu hitap ama aynı zamanda çok hoş buldu. Çaylarını getirdiğinde iki genç adamı bir konuda iddialaşırken yakaladı. Konuyu bilmiyordu ama kazananın kaybedene kitap alacağını duymuştu. Ayrıldı yanlarından; en son ne zaman kitap okuduğunu düşündü.
Yan masadaki müşterinin müşterinin boş kahve fincanını almak için gittiğinde onun da bir kağıda bir şeyler karaladığını fark etti. Bu kız ona çok tanıdık, bir o kadar da çok yabancı geliyordu. Besbelli, hikâye yazıyordu. Birkaç kelimeyi okuyabildiği kadarıyla anladı bunu, evet, hikâye yazıyordu. Daha önce hiçbir hikâyeye konu olmadığını düşündü. Sonra da Utkan geldi aklına. Dün geceden beri ona ulaşamıyordu.
Devam edebilir; hayat gibi.
Not: Okumak isteyenler için “…ve Tanrı Öğrenciyi Yarattı.” adlı hikâyenin bağlantı adresi: