Çoğu insan yazı yazmanın ve hatta sanatın kendisinin bir terapi olduğunu düşünür ama ikisi arasında belirgin farklar var. Sözlük yazarı “objet petit a”, durumu güzel güzel açıklamış.
uzun sayılabilecek bir süre boyunca denediğim, üzerine de epeyce düşündüğüm bir soruydu yazı yazmanın terapi olması: içimdeki zorlantıları yazıya döksem nasıl bir etkisi olur? ya da şöyle yeniden sorayım; yazı yoluyla terapi mümkün müdür? şimdilik şuna vardım: yazı yoluyla terapi mümkün değildir, yazıyla terapi farklı şeylerdir ancak yazının sağaltıcı etkileri vardır.
yazıyla terapi farklı şeylerdir
çünkü yazmak kafamızı kurcalayan şeye anlık da olsa bir biçim kazandırmak, yazılı sözcüklere dökerek sayfada sabitlemek ve sorun yaratan o şeyi kısa süreyle de olsa çerçeve içine almaktır. yazı belirsizlikten arındırma işlemi gibidir. kafanızı kurcalayan şey üzerine yazmaya başladığınızda, yeterince alıştırma da yapmışsanız, sorun yaratan şeyleri oyun hamuru haline getirir ve evirip çevirmeye başlarsınız. kurgu dediğimiz tür tamamen buna dayanır: bir yazar, kendi kafasındaki tuhaflığa kurgu aracılığıyla bir biçim kazandırır, temel problemini olaya, hikayeye büründürür. bu bir süsleme işlemidir, oysa anladığım türde terapi bu şekilde işlemez.
terapi nasıl işler? konuşarak
terapiden anladığım şey konusunda son derece muhafazakarım ve bence terapi sadece ve sadece serbest çağrışıma dayalı konuşma terapisidir. peki bu ne demektir? yazmaktan ne farkı vardır? farklarından bir tanesi “laf ağızdan bir kere çıkar” düsturuna dayanmaktadır. anlatmaya başladığımız her seferinde düşündüklerimizin ya çoğunu ya da azını söyleriz, asla tam olarak anlatamayız. düşüncelerin tam olarak anlatılamaz oluşu konuşmayı yazıdan ayıran farktır çünkü yazarken uzun uzun düşünür, cümleleri sil baştan tasarlar ve aynı cümleyi defalarca yazabiliriz. oysa adına serbest çağrışım denen konuşma terapisinde dilimiz bizden hızlı ya da yavaş gider ve cümle aralarında söylemek istediklerimizden çok daha başka tınılar vardır.
buradan başka bir farka geliyorum: yazı bir yalnızlık evrenidir
oysa terapide bir öteki vardır cümle aralarında söylediklerimizin tınısını fark edebilen ve yorum olarak geri yansıtabilen. terapiyle yazı arasındaki en büyük fark ötekinin varlığıdır. şüphesiz yazıda da bir öteki vardır ama bu düşünsel düzlemde kalmış, yazarın fantezileriyle süslediği, yazısını ithaf ettiği ya da yazarak alt etmeye çalıştığı bir ötekidir, yani hayali bir öteki. sembolik bir ötekiyle hayali bir ötekinin farkı terapiyle yazı arasındaki farktır da. biraz abartarak şunu da söyleyebilirim ki, yazının evreni sembolik ötekilere karşı sağır ve dilsizdir.
bilinçdışı ötekine söz yoluyla açılır
terapi olarak adlandırılan yöntem de söz aracılığıyla bilinçdışı oluşumları konu edinir. oysa yazı yoluyla bilinçdışına ulaşmak imkansızdır. yazı bir yineleme biçimidir. roman yazarlarına bakın, farklı olay örgüleriyle hep aynı konuları yazarlar çünkü kendini dayatan sorun kurgu konusu haline gelmiştir. şöyle demek mümkün: kendini yazdırmaktan vazgeçmeyen bir şeyler vardır yazarlar için. işte terapiyle yazının farkı da buradadır çünkü kendini dayatan bu ısrarcı şeyden (şey deyip de geçmemeli, bu şey varlığımıza içkin bir parçadır) yakayı kurtarmayı amaçlar terapi. yazıysa o şeyle oynar, şeyin etrafında kurgular örer ama o şeye asla dokunamaz.
sanat her ne kadar yüceltimin önemli bir aracı olsa da, sorun yaratan şeyi yüceltmekle onu çözmek, o şeyi bir ötekinin varlığında analiz ettirmek çok farklı pozisyonlardır. yazı, her yüceltme gibi, ikâme bir hazdır ve terapiden farkı şudur ki işleyen bir terapide hazların varlığı tartışmaya açılır. çünkü haz hemen her zaman acılı bir hazdır ve bu haliyle üstbenin varlığından bağımsız değildir.