Zil çaldı.
Artık saati takip etmedikleri zamanlardaydılar.
Kalkıp son antibiyotiğini içti.
Hızlı hasta olup, hızlı iyileşiyordu.
Hızlıydı her şey.
Yorgunluklar, sessizlikler, dinlendikleri zamanlar..
Hızlı ilerliyor ve aynılaşıyorlardı.
Hissetmek zorlaşıyordu, hissedilecek ve düşünülecekler listesi çıkarılır mı acaba çocuklarım için diye diye geçirdi içinden.
Çocuklarım?
Uzaklaşıyordu.
Elindeki aletlerle dünyada kaç kişiyle aynı anda aynı uygulamada geziyordu acaba?
Ne ortak noktaları vardı ama insanlarla (?)..
Evrensellik huzur getirmiş miydi gerçekten?
Artık dinlemek, anlatmak için mesafeler yakınlaşmıştı ama..
Yakınlaşırken anlatacaklarımızı nerede bırakmıştık?
Yerlilik en özlediği şeydi bu sıralar..
Anlatacakları şeyler olan insanlarla bir araya gelmek.
Fillerle yaşayan insanları dinlemek hoş olurdu mesela.
Her yerde yanındaki canlıları köleleştirenlerle değil de onlarla yaşayanlarla..
Ya da kahvesini içine çekerken bilmediği bir yerde,
Çaldığı alet, uğraştığı ispat, çizdiği resim neyse işte o tutkuyla uğraşıp duran adamı, kadını hayranlıkla izlemek isterdi.
Çaldıkları, çizdikleriyle oldukları yerin, yaşadıkları hayatın sesini çıkarırken hepsi, gürültü içinde duymaya çalışırdı, hissetmeye..
Kim olduğunu, ait olduğu yeri, ait olduğu ruhları, zamanı yadsımayan insanlar..
Yaşadıkları, anlattıkları, dinledikleriyle Bizans oyunsuz konuşma özgürlüğü isterdi.
İnsan duyguları üzerine strateji geliştirmeyi öğrenemeden evrimini tamamlasaydı beyinler, dünya güzel bir yer olurdu belki.
Saf, yerli kalırdı.
Yerlilik dedi önemli. Koptu az önceki ütopik kalabalıktan.
Yerlilik. Önemliydi.