Öğlen olduğunda bitap düşmüştüm.Çok az uyumuştum.Aklımda elektrik gibi bir oraya bir buraya akan çok fazla düşünce vardı.Tek başıma oturup,mütevazi bir mola verdim.Yere bağdaş kurup sigaramı içtim.Pencerelerden içeri dolan,vadinin koyu ve boğucu sıcağını içeri taşıyan güneş ışınlarının, onu kovaladığını düşünüyordum.O, gotik roman yazarlarının uydurduğu melekler gibi,gecenin kadrolu çalışanıydı.Öğlen vaktinin alışveriş sesleri,şehirde oraya buraya koşturan insan sesleri,otobüslerle kamyonların mazotlu homurtusu,devriye gezen polis arabalarının sirenleri,kaldırımda yüksek sesle konuşan öğrencilerin sesleri,kaldırım taşlarını aydınlatan sokak lambaları, her şey güç birliği ederek onu kaçırıyordu.O da ben de, sessiz gece yarısı saatlerinde çok daha savunmasız olduğumu biliyorduk.Gece kuşku getirir.Karanlık korku tohumları eker.Onun güneş kaçar kaçmaz dönmesini bekliyordum.Gün bitiminin getirdiği yalnızlık ve yalıtılmışlık hissinin semptomlarını geçiren bir hap icat edilemedi daha.Ama o zamana kadar güvendeyim.Ya da mantık çerçevesi dahilinde olabileceğim kadar güvendeyim.Kapıma kaç kilit,kaç sürgü takmış olursam olayım,en kötü zaaflarım,korkularım yine de içeri girerdi.
Bu gözlemim beni kahkahayla güldürdü.
Kalemimden akan metni yeniden gözden geçirerek; çok yüksekten uçmuşum,dedim.Ve kalemime yeni rota belirlemeye başladım