Vakit öğleyi geçmişti. Temmuz ayının bu zamanlarında bunaltıcı bir hava olurdu. Soluklanmak veyahut dinlenmek için bir gölge bile yeterli olmazdı. Çünkü gölgede bile kendinizi bir ateşin üstende gibi hissederdiniz. Kışın sıcakları nasıl da isteriz oysa. Soğuğu iliklerimize kadar hissettiğimizde kendimizi bir ateşin içine atmak isteriz belki de. Fakat o ateşte bu durumdan farksız değildir. Belki birinin varlığı bize diğerini hatırlatıyor kim bilir… Neyse hikayemize dönelim. Üniversiteden bir arkadaşımla buluşacaktım. Buluşma vaktine ise daha vardı. Hava sıcak olduğundan bir kafeye girip en azından soluklanmak için soğuk bir şeyler içmeye karar vermiştim. Girdiğim zaman tüm masaların dolu olduğunu gördüm. Tam gitmek için kapıya yönelirken iki kişinin masasından kalktığını gördüm. Hemen onların boşalttığı masaya geçerek biraz soluklandım.
Kendime bir içecek sipariş ettikten sonra beklemeye başladım. Bilmiyordum ki az sonra çok önemli bir hikaye dinleyecektim. Hemen yanımda yaşının altmışlarda olduğunu tahmin ettiğim iki amca duruyordu. İkisinin de saçları tamamen beyazlamıştı. Onlar da fiziksel olarak zamana direnememişti demek. Fakat bu durumlarına rağmen çok dinçtiler. Belki de zamana böyle meydan okuyorlardı. Birinin üzerinde siyah, ötekinin üzerinde ise mavi bir tişört vardı. Her yerde aşağı yukarı benim yaşımda kişiler olduğu için bu kişiler dikkatimi çekmişti. Onları izliyordum.
Bu sırada siyah tişört giyen adam konuşmaya başladı: “Bak, sadece sana anlatacağım bu olayı ilk ve son olacak başka kimse bilmeyecek tamam mı?”
Bunun üzerine diğeri biraz da sıkıldığını belli ederek; “Tamam be Hasan tamam daha kaç defa yemin edeceğim, söz kimseye yok söylemek.” dedi.
Siyah tişörtlü amcanın adı Hasan’dı demek. Diğerinin ne diye düşünürken Hasan amca yetişti bu sorunun cevabına; “Tamam Kemal biliyorum ama ne yapayım anla beni de ilk sana anlatacağım bunu…” dedi. Sevmiştim bu amcaları, bu halleri hoşuma gitmişti. Hasan amca devam etti konuşmasına…
“Seninle hastanede tanıştık biliyorsun dostum. O dönemler belki de hayatımın en karanlık yıllarıydı. Sana beni hastaneye düşüren nedeni hiç söylemedim. Daha doğrusu kimseye söylemedim. Nasıl söylerim ki? Aklıma geldikçe yeniden yaşıyormuş gibi oluyorum. Neyse ben seninle tanışmadan önce ne yaşadığımı beni neyin oraya düşürdüğünü en başından anlatayım.”
Önünde duran çaydan bir yudum aldı. Önemli bir konuşmaya başlayacakmış gibi bir hali vardı. Bunların hepsini en ince ayrıntısına kadar farkettirmemeye çalışarak gözlemliyordum. Öyle ki sipariş ettiğim şeyin geldiğini bile görmemiştim.Gerçi bu umurumda değildi. Bu hikayeyi en ince ayrıntısı kadar öğrenmek için fazlaca bir merak sarmıştı beni. Derken Hasan Amca konuşmaya devam etti…
“Edirne’yle birlikte üniversitede de üçüncü yılımdı Kemal. İyi kötü iki yılı bitirmiş üçüncü yıla gelmiştim. Hayat bir su gibi akıp gidiyordu. O gün bana sorsan iki yıl nasıl geçti diye sana cevap veremem. Arkadaşlar arasında artık gelecek planları yapılır olmuştu. Öyle ya sonsuza kadar gidecek değildi ya bu okul. Aşklar, sevdalar bile artık geleceğe yönelikti. Bense bunları çok kafama takmamaya çalışarak önümdeki yolda iyi bir şekilde ilerlemeye çalışıyordum.”
“Her şey iyi giderken sonra ne oldu?” diye sordu Kemal Amca.
“Bir gün konferans vardı okulda. Çok fazla sevmezdim bu tür etkinlikleri Kemal ama katılmak zorunluydu. Arkadaşlarla indiğimizde salon neredeyse dolmuştu. Arkalarda gördüğümüz birkaç boş koltuğa yerleştik biz de. O zamanlar şiir yazardım kendimce. Baktım konuşmalar tekdüze ilerlemeye başlayınca hemen sarıldım kaleme, birkaç kelime karalamaya başladım, yoksa vakit başka türlü geçmezdi. Fakat yazmaya başladıktan birkaç dakika sonra bir anda durdum. Kalem hiç ilerlemiyordu. Yazamadığımdan değil sahneden gelen sesten dolayı. Başımı kaldırdığımda sesi kadar güzel birini gördüm karşımda. İnan bana dostum ne söylesem hangi benzetmeyi yapsam onun için hafif kalır. Ay yüzlü desem değildi. Olsa olsa ayın onu taklit etmiş olması lazımdı. Bu çağlardan da olmadığı kesindi. Yoksa zihnim bana küçük bir oyun mu oynuyor diye düşünmüştüm o an. Fakat az sonra okuduğu metnin bitmesiyle beraber bunun bir hayal olmadığını anladım. Bir süre kaldım öyle… Aşk nedir dersen sana sözcüklerle ifade edemem Kemal, fakat işte o halim her şeyi anlatıyordu belki de…”
“Konferans bittikten sonra konuşmadın mı peki?” diye araya girdi Kemal amca.
“Dedim ya öylece kaldım, bu süre ne kadar oldu bilmiyorum ama kendime geldiğimde salon neredeyse boşalmıştı. O ise çoktan gitmişti. Elinden oyuncağı alınan çocuklar gibi kalmıştım orada. Aşkla meşkle çok fazla işim olmamıştı o zamana kadar aslında. Bundan önce birkaç ilişkim olmuştu tabi ama bunlar çok ciddi ilişkiler değildi. Zaten ilişkiler bir sarılma bir öpüşme töreni gibiydi ya da benim gördüğüm buydu bilmiyorum. Fakat aşk bu muydu? Birine ait olmak bu muydu? Bundan ciddi şüphelerim vardı. Bana sorarsan birine ait olmak onunla yaşlanmayı göze almak demekti. Onu gördüğüm zaman hissettiğim şeyler pek tabii daha öncede başkalarına hissettiğim şeylere benzerdi. Kalbim belki de daha önce de buna benzer atmıştı. Fakat işte dostum hepsi buna benzerdi. Hiçbiri bu değildi. Aşkın en doruk noktası sanırım benim için buydu. Çünkü o birlikte yaşlanacağım kişiydi. Birkaç günü öylece dünyadan habersiz geçirdim. Kim onu bile bilmiyordum. Sonra onu nerede görecektim de bir şeyler söylecektim.Hep bunları düşünüyordum fakat hiçbir cevap bulamıyordum.
Sonra bir gün okul kantininde onu gördüm. Bir masada tek başına oturuyordu. O günden sonra kaç gün geçti bilmiyorum. Günleri bile unutmuştum anlayacağın. Uzaktan seyrettim bir süre. Aslında herkesten başka değildi. Hareketlerinde duruşunda bir farklılık yoktu. Fakat herkesin toplamıydı o. Bu yüzden hiç kimse o olamıyordu. Şimdi gidip konuşmasam bir daha ne zaman görecektim de konuşacaktım. Hem o kadar zaman bunun için beklemedim mi? Bunları düşünerek yavaş yavaş masasına doğru ilerlemeye başladım. İstemsiz öylesine titriyordum ki bir an için vazgeçmeyi düşündüm. Fakat artık geri dönüş yoktu, masasına gelmiştim. Heyecanın da verdiği etkiyle ‘Merhaba’ dedim. Yüzüme baktı fakat anlamamış olacak ‘Efendim?’ dedi. Bu noktadan sonra benim neredeyse tüm heyecanım geçti. Kendimden emin bir şekilde konuşmaya başladım. Sonra onu konferansta gördüğümü, okuduğu şiiri çok beğendiğimi söyledim. O da teşekkür etti bana. Bu arada adını da öğrendim. Macide’ydi. O gün bana bu kutsal bir isim gibi gelmişti. Daha sonra çeşitli konularda bir saat kadar konuştuk. Ertesi güne tekrar buluşmak üzere ayrıldık. Öylesine mutluydum ki adeta bulutların üzerinde yürüyordum. Hayat su gibi akıp gidiyor demiştim ya o bir gün bana iki yıldan uzun gelmişti. Ertesi gün tekrar buluştuğumuzda bu sefer onunla kısa bir şehir turuna çıktık. Biliyorsun Edirne tarihi bir kent. O gün onunla dolaşırken sanki başka zamandaymışım gibi hissediyordum. O günü diğer günler takip etti. Bir süre sonra birbirimizi tam anlamıyla tanımıştık. Ben ise bu süreçte onunla birlikte yaşlanmaya kesin olarak karar vermiştim.”
“Peki Hasan nasıl arkadaşlık teklif ettin ona ve kabul etti mi?” diye sordu Kemal amca. Bende sonucun ne olacağını çok merak ediyordum.
“Şimdi o kısma geliyorum” dedi Hasan amca. Çayını bitirip garsondan tekrar tazelenmesini istedi. Sonra devam etti.
“Unutmadan söyleyeyim. Şiir yazıyorum demiştim ya. Onu gördüğüm günden beri her gün onun için birkaç şiir yazmaya başlamıştım. Ona sevdiğimi söyleyeceğim gün bu şiirleri ona verecektim. En nihayetinde elimde epeyce onun için yazdığım şiir birikmişti. O an geldiğinde yani ona her şeyi söyleyeceğim zaman yine ilk günkü gibiydim. Fakat konuşmaya başlayınca kelimeler birer birer döküldü yine ağzımdan. Konferansta gördüğüm andan beri onun için neler hissettiğimi, neler düşündüğümü hepsini anlattım. Dinledi beni öylece… Yüzünden ne cevap vereceğini kestirememiştim. Sonra ‘Yarına kadar düşünmek istiyorum’ dedi. ‘Yarın öğleden sonra 3’te Ali Paşa Çarşısı’na gel. Kermesimiz var, bittikten sonra sana cevabımı söyleyeceğim’ dedi. Tam giderken ona onun için yazdığım şiirleri verdim. Artık her şey ertesi güne kalmıştı. Ne olacaktı beni ne bekliyordu hiçbir tahminim yoktu. Ne cennete ne de cehenneme kabul edilmeyen arafta kalmış biri gibi hissediyordum kendimi.”
Biraz duraksadı Hasan Amca. Sanki gözleri de buğulanır gibi olmuştu. Sanırım hikayenin en can alıcı yerindeydik.
“Bütün gece uyuyamamıştım. Sanki bütün evren durmuş o günkü karara odaklanmıştı. Dediği saatte Alipaşa çarşısına doğru gitmeye başladım. Yürüken uzaklarda bir yerde kara dumanların yükselmeye başladığını gördüm. Yanımdan da bir itfaiye aracı geçmişti bu sırada. Herhalde ileride bir yerde yangın çıkmıştı. Tam Ali Paşa Çarşısı’na doğru yaklaştığım sırada bir topluluğun orada toplandığını gördüm. Herkes bir telaş içindeydi. Az önce aklımın ucundan bile geçmeyen bir şey şimdi gözlerimin önündeydi. Ali Paşa Çarşısı yanıyordu! Hemen bir telaşla etrafa baktım. Macide’nin birkaç arkadaşını gördüm. Hemen yanlarına gittim. ‘Macide içeride hala dediler.’ Deliye dönmüştüm. O andan sonrasını aslında pek hatırlamıyordum. Sadece hatırımda çarşının içine alevlere dalışım kalmıştı.”
Hasan amcanın gözlerinden iki damla yaş yolunu bulmaya çalışan bir nehir gibi akıp gidiyordu.
“Kendime geldiğimde bir hastane odasındaydım. Doktor yanıma gelip iyi olup olmadığımı soruyordu. Benim ise bunu düşündüğüm yoktu. ‘Macide nasıl?’ dedim. Doktor ‘İyi’ dedi sonra hemen çıktı gitti. Nerede olduğunu bile soramamıştım ama rahatlamıştım o iyiyse her şey yolunda demekti. Sonra üniversiteden arkadaşım Cemal girdi odaya. ‘Hadi’ dedim, ‘Macide’nin yanına gidelim hemen.’ O ise bir tepki vermedi bu sözlerime. Sadece ‘Bak’ dedi. ‘Hayat devam ediyor.’ Bu anlamsız sözlerden hiçbir şey anlamadım. Sonra elime bir gazete tutuşturdu. Manşette ‘Ali Paşa Çarşısı’nda Yangın!’ yazıyordu. Altta ise ‘Çıkan yangında Macide Sönmez isimli üniversiteli genç hayatını kaybetti.’ Bu andan sonra avazım çıktığı kadar ‘Macideee!’ diye bağırmaya başladım. Durmadan sanki ona sesimi duyurabilecekmişim gibi bağırıyordum. Hemen yanıma gelip sakinleştirici bir iğne yaptılar bana. Sonrası ise uzun bir uykuydu…”
Hasan Amca artık güçlükle devam ediyordu konuşmaya…
“Uyandığım zaman yanımda Cemal vardı. Nasıl olduğumu sordu bana. Hiçbir tepki vermedim. O ise konuşuyordu hala ‘Bak dostum hala önünde uzun bir hayat var, ilahi takdir böyle. Sende ölebilirdin, seni itfaiyeciler son anda kurtardı.’ Vızıltı gibi geliyordu bu sözler bana. Sonra birden aklıma Cemal’in kız arkadaşı Serpil geldi. Serpil Macide’nin de yakın arkadaşlarındandı. Yangın zamanında o da orada bulunuyordu. ‘Serpil nasıl?’ dedim. Suçluymuş gibi ‘İyi’ dedi. ‘Yangın başladığında dışarıdaymış’. Bir süre sonra Serpil geldi yanıma. Onun da hali çok kötüydü. Lafa nereden başlayacağını bilemiyor gibiydi. ‘Başımız sağolsun’ dedi ilk önce. ‘Çok üzgünüm Hasan, benden bir şeyler koptu gitti sanki ama sana söylemek istediğim şeyler var. Yangından bir gün önce akşam sevinçle yanıma geldi Macide. Bana sevdiğini söyledi dedi. O kadar mutluydu ki… Şiirlerini gösterdi, Benimde ona bir sürprizim olacak o yüzden bugün evet demedim dedi. Bütün gece senin yazdığın şiirleri okudu. Neredeyse hiç uyumadı. Artık daha fazlasını dinlemeye gücüm yoktu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya, ‘Macidee!’ diye bağırmaya çoktan başlamıştım. Tekrar sakinleştirici iğne yaptılar bana tekrar uyudum…
Sonrasını biliyorsun seninle tanıştık hastanede. Artık biliyorsun neden böyle olduğunu neden bir yanımın hep eksik olduğunu… Bu yüzden evlenmedim dostum yaşlanabileceğim kişi sadece oydu çünkü. Aslında yine beraber yaşlanıyoruz. Fotoğrafını hastaneden çıktıktan sonra hep kalbimin üstünde taşıdım.”
Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Hasan amca fotoğrafı Kemal amcaya gösterirken Kemal amcanın da ağladığını gördüm. Artık bundan sonrası önemsizdi. Yitik adamın hikayesi bitmişti. Kalkıp hesabı ödedikten sonra kendimi cehennem sıcağına bıraktım. Oysa şimdi hava serin gibiydi. İçimdeki ateş dışarıdaki ateşi bastırmıştı.