Ana gibi yar olmaz lakin BABA gibi de dayanak olmaz.
Küçükken yaramazlık yapınca canavarlarla korkutur ya anneler, geceleri de aralarına alarak öderler kefaretini. O zaman huzurla kapatırdım gözlerimi; babam yanımdayken hiç bir canavar cesaret edemez bana dokunmaya.. Özellikle ‘çaki’ fobimi bu sayede atlattığımı söyleyebilirim.İzlediğimde 5 yaşındaydım ve bu benim ilk korku filmimdi..
İlk uçurtmamı da babam yapmıştır, başka kim yapacak.Sarı renkli olanı seçmiştim.Upuzun da bir kuyruk yapmıştı ucuna. Sonra yüksek bi tepede uçurmuştuk beraber.O tepede ki babaların arasında en baba benimkiydi.Bilirdim.
Kırmızı bir şahinimiz vardı.Onunla Olivyum’a götürürdü beni. Ben o zamanlar ‘livlivyum’ derdim 🙂 Livlivyum’un kıvrımlı dondurmasını yedikten sonra top havuzuna atardım kendimi.Kendimi topların arasında kaybedip babamı korkutmaya çalışırdım. O da masuscuktan telaşlanır bozmazdı oyunumu.
Beni işyerine götürürdü babam yarı şaşkın yarı hayran izlerdim onu. Arkadaşları büyüğünce ne olacaksın diye sorduklarında ”malkoçoğlu” olucam dermişim.O yaşlarda babamla beraber Cüneyt Arkın filmleri izlemek en büyük eğlencem..
Vapura binip Kız Kulesinin önünden geçerdik. Yunusları izlerken içim bi hoş olurdu.Hem korkardım hem de elimi uzatıp sevmeye çalışırdım..
Sonra taşınmamız gerekti İstanbul’dan. Gittiğimiz yeri hiç sevmedim en başta. Arkadaşım yoktu.Yine babamın işyerine gider orda vakit geçirirdim ilk zamanlar.
Babamın arkadaşlarından birinin hayvanları dururdu bahçede. Bütün gün tavşanların peşinden koşardım. Aytekin amcanın kızı sinem benden birkaç yaş büyüktü. Bir gün onunla kavgaya tutuşmuştuk. Civcivleri sevmesini beceremezdi ona göstermek istedim ama bizim yüzümüzden civciv süs havuzuna düşmüş boğulmuştu.Bir tek babam görmüştü o olayı. Üzüntüsünü uzun süre atlatamamıştım
Zamanla arkadaşlar edindim. Tatvan’ı da sevmeye başladım. Babam gezmeyi çok severdi. Sürekli piknikler yapardık. Van Gölün’ de yüzerdik. Nemrut Dağına tırmanmıştık. Bir kere de Van Kalesine çıkmıştık.
İlk bisikletimi alışını hiç unutmam.Lojmandaki en güzel bisikletti benimkisi. Hiç düşmeden öğrendim bisiklet sürmeyi. Üstelik iki tekerlekliydi dört tekerliye binmeyi beceremezdim. Bütün gün de tepesinden inmezdim. Tekerleğinde ki süsler eksilince içim giderdi.
Babamdan hiçbir şey saklamazdım.Saklayamazdım.Vicdanım rahat bırakmazdı beni.Zaten babamın da hisleri kuvvetlidir. Söylememe gerek kalmadan anlardı beni.
Çamurdan yaptığım pastaların tadına bakarmış gibi yapıp ağzını şapırdatırdı. O dünyanın en babasıydı. Bilirdim. Ben de çocukların en safı..
Sonra Bitlis’ten de taşınmamız gerekti. Kastamou’ya geldik. İlk geldiğim de burayı da hiç sevmedim. Tatvan’ı özlüyordum, hala da özlerim. Orası benim çocukluğum.. Ama babam her şehir de baba, her memlekette baba..
Geze geze Kastamonu’yu da sevdik beraber. Meğer ne baba memleketmiş. Yeşiline aşık eder insanı. Ondandır buraya gelen insanın yedi yıldan önce gidememesi.
Büyüdükçe babamla aram açılmaya başladı. Bazı konularda tartışmaya başladık. İkimiz de inatçıydık. O en baba inatçıydı, ben de en çocuk..
Ama etle tırnak ayrılmadığı gibi babayla çocuk da kopamaz birbirinden. O hala babaların en babası. Ben de büyüdükçe gördüm ki; Ana gibi yar olmadığı gibi baba gibi dayanak olmaz. İçim de hala dünyanın en saf çocuğu yaşar. Büyütmem onu. İsterim ki,minicik ellerimle babamın kocaman serçe parmağını kavradığım günleri hatırlatsın bana. Bıraktığımda kocaman şehir de nasıl kaybolduğumu unutturmasın bana..
Bilirim ki o çocuk da büyüyecek vakti gelince. Büyümek cesaret işidir kocaman bir yürek gerektirir.Bilirim çocuk ağlamadığı zaman büyür. Çocuk, babası ölünce büyür. Bilirim..
ZEYNEP AKAY
https://twitter.com/RuyasizGeceler
zeyakay18@gmail.com
2 comments
Baba çınar ağacı gibidir , meyvesi olmasada gölgesi yeter.
Yüreğe sağlık. Baba denir, başka söze gerek kalmaz.