Bir zamanlar gözlerimden kalbimin en içine bakan küçük bir adam sevmiştim. Gülüşüne ömrümü verirdim. Yanıbaşında geçirdiğim saatlerin su gibi akıp gittiğine de şahit oldum, uyandığımda; başucumda oturuşuna da. Elimi sıkıca tutuşunu da biliyorum. Gözümün önüne düşen saçı, nazikçe kulağımın arkasına itişini de.
Küçücük bir adamı, kısacık bir zamanda, kocaman sevmiştim. Öylesine büyülü sözleri, aşk dolu gözleri vardı ki; aşık olmamak elde değildi gözlerine baktığın zaman. 24 saatteki değişimi yaşattıran oydu işte! Koca yürekli, küçük adam…
Bugün ben, onu gördüm. Saatlerce yanıbaşımda duruşlarını izledim kaçamak kaçamak. Yanımdan geçtiği anlarda, derinden nefesler aldım; kokusunu bir kez daha içime hapsedeyim diye. Gözlerini yakalamaya çalıştım gece boyunca. Belki göz göze geliriz de söylediği onca güzel sözü bir bir hatırlar diye. Nefesini hissedeceğim kadar yakınımdan geçtiğinde, durup da gözlerime baksın istedim. Avuçlarıma dokunsun, usulca akan gözyaşlarımı bir çırpıda kızarak silsin “Sana artık ağlamak yok demedim mi?” diyerek.
İki yabancının birbirine yabancı oluşundan daha fazla yabancıydık biz bu gece. O denli görmezden geldik birbirimizi. Bütün mekan bomboş kalsa, yine de görmeyecekti beni. Biz olmayacaktık artık. Dünya yıkılsa, tutmayacaktık birbirimizin elini. Yardıma koşmayacak, umursamayacaktık.
Oysa ben, bugün o adamı gördüm. Gözlerindeki beni tanıdım bugün. Varlığımı, ısrarla yok saymaya çalışmasına şahit oldum. Hatıralarını yok etmediğimi anladı bugün.
Ama beni sadece gördü. Gülümsemedi mesela. “Hoşgeldin!” demedi sıcacık ses tonuyla. Gördü ve çevirdi kafasını. Belki şimdi diye beklediğim hiçbir anda olmadı yanımda.
Olmadı, yapamadım. Adam gibi unutamadım.