Aşk. Oldum olası hiç bir zaman inanmadığım ‘duygu’ adı verilen işkence yöntemi. İnandıran çıkmadı veya kalbimi korkunç bir kazada kaybettim. Arkasından yas tutmuyorum ve onunda vadesi bu kadarmış diyerek yalnızca bayramlarda mezarına çiçek bırakıyorum. Bu konudaki düşüncelerim çoğu insanı rahatsız edebilir. Kendi düşündüğüm şeye sonuna kadar inanarak ve altına imzamı atarak devam edeceğim.
Biz yaşlı bir adamız. Eşimiz eceliyle ölmüş. Artık hayatımızda yok. Fakat kabullenemiyoruz. Eşimizin daha dün içtiği kahve fincanı masada, okuduğu kitap yine yatağının yanında. Başını koyduğu yastık derbeder, yorganın zaten ağlamaktan gözleri şişmiş. Eşimizin ismi kitaplara konu olan aşk. Eşimizin ismi şiirlerin baş tacı aşk.
Hepimiz biliriz: eskiden sevdiği kızı görmek için saatlerce çeşme başında bekleyenleri, tek bir mendiliyle bir ömür geçirenleri, sevdiği kızdan tek bir mektup alabilmek için akrobat gibi baba ve abi denen engeli aşanları. Ne çok kitap yazıldı, ne çok şiire isim oldu kadınlar. Yalnızca kadınlar değil adamlar da öyle.
Eskiden kalp diye bir organ vardı. Kalbin taşa dönüşmesi en büyük evrim sanırım. İnsanın artık o organa ihtiyacı olmadığı için kendi kendine yok oldu. Amelie filminde geçen ‘Bayım, siz bir sebze bile olamazsınız çünkü enginarın bile bir kalbi vardır’ repliği gelir aklıma hep. Bence de biz artık bir enginar dahi olmayız.
Belki her şey çok fazla kolaylaştı. İstiyorum gel, istemiyorum git. Kilit kelimeler bunlar. Üstümüzden hala aşk denen yorgunluğu atamadık. Çünkü biz yaşlı bir adamken aşk üzerine yazılan şiirler ve kitaplar, eşimizin masasının üstündeki kahve fincanı ve o fincan gözümüzün önünde olduğu sürece, kıyafetlerini dolaplardan çıkarmadığımız, diş fırçasını atmadığımız, yorganları değiştirip parfüm kokusu gidene kadar yıkamadığımız sürece unutmamız mümkün değil. Kitaplıktan bir şiir kitabı çekip alıyoruz. Diyor ki ‘Nasıl ki unutamaz insan, bir kez gerçekten sevdi mi’ Yaşadığımız yer raflar olmadığı için bu söz geçerliliğini yitirerek, sayfaları elimizde yok oluyor.
Yanımdayken bile seni özlüyorum. Çünkü kollarım eskiden olduğu kadar uzun değil. Çünkü sana duyduğum aşk okuduğum dizeler kadar saf değil. Çünkü senin giydiğin bedene ait bir kelimem dahi yok.
‘Şairlere aşık olmayın, şiir yazmak için sizi kullanırlar’ sözü mü doğru yoksa ‘severse en iyi şairler sever’ sözü mü bilemiyorum fakat şunu kesin olarak söyleyebilirim ki en doğru olan düşünce aşkın öldüğü. Ve kimlik değiştirip aramızda dolaşan ve bizden biriymiş gibi görünen birine inanmamızdan daha doğal bir hadise olamaz.
Kitapları yak. Kelimeleri yok et. Şairleri unut. Bir çiçek olacaksan amarant ol. Sevgi dahi ölmüşken bu dünyada, bir köpeğin başını dahi okşamaktan acizken insan, aşk gibi kutsal bir duygunun varlığından söz etmek, sabah bizi güneşin değil ayın karşılayacağı tezini savunmaktan daha gülünç geliyor diyerek sözlerimi bir Cemal Süreya aşığı olarak, eski aşklara şapka çıkarıp ‘çıkar giderim bu kentten daha olmazsa, sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki’ dizesiyle bitiriyorum.