Zamanında onca ağladığımız, kendimizi hırpaladığımız şeylerin şimdi bize eskisi kadar üzücü gelmemesini doğru bulmuyorum. Ne demek bu? Bakın bu kadar üzülmenize değmiyormuş demek mi? Madem öyleydi de neden baştan uyarılmadık ki? Ağlayacak tek bir gözyaşımız kalmadığında mı anlamamız gerekiyordu değmediğini. Saçma sapan şeylerin geçici olduğu hakkında bilgi sahibi etmediler bizi. O yüzden tam büyüdüğümüzü düşündüğümüz anda daha büyümedik dedirttiler. Büyümek için çok daha fazla acı, hüzün ve düş kırıklığı yaşamanız gerekiyor dediler. Nasıl bir büyümek böyle? Büyümek mi yoksa ölmek mi? Ne fark eder ikisi de aynı yere varıyor. Büyüyünce geçerdi dimi tüm acılar? Öyle derlerdi ya bir yerimize bir şey olduğunda. Kalbimiz kırıldığında da aynı şey geçerli miydi? Büyüyünce geçer miydi? Geçmezdi tabii. Yine kandırdı bizi büyükler. Her zaman yaptıkları gibi. Çok sever büyükler kandırmayı. Kendilerini bile kandırırlar. Yalanlarına kendileri bile inanır. Zaten onca yalan üzerine kurulmuş bir dünyada nasıl yaşamayı becereceklerdi ki? Onlar da yalan söyledi bu yüzden. Her şey düzelecek dediler. Düzelmedi tabii ki. Sadece alıştık ve bizde öğrendik yalanlara inanmaya. Hatta alışmaya da inandık. Alışmak da çok saçma bi olay ama tekrar tekrar yaptık. Onca acıya onca ölüye onca savaşa alıştık. Yine kandırıyorlar bizi. Bitecek bu savaşlar diye. Yoksa bizde biliyorduk bu dünyanın sonunu getiren yine bu savaşlar olacak.