Son zamanlarda büyükşehirlerin hemen hemen hepsinde ve sahip oldukları reklam panolarının tamamına yakınında “Akkuyu Nükleer” ismini sıkça görmekteyiz. Akkuyu Nükleer fikrine henüz alışamamışken Akkuyu ismi nereye aittir? Hiç düşündünüz mü? Akkuyu, Mersin’inin 150 km batısında bulunan bir köydür. Esas itibari ile bugüne gelinceye dek dönem dönem adı siyasilerce anılan bir köyümüzdür. Eğer bir cümle içinde “Türkiye” ve “Enerji” kelimeleri yan yana kullanılacaksa zaten hemen siyasilerimiz Akkuyu’dan bahsederlerdi.
İlk kez 1976 yılında adından bahsettirmiş olan Akkuyu daha o dönemde enerjimizi sağlayacak Nükleer Santral için ideal bölge olarak halka reklam edilmeye başlanmıştır. Ancak Çernobil Felkati’nin yaşandığı Nisan 1986 tarihinde proje her ne kadar durdurulmuş olsa da 1998 yılında tekrar gündeme getirildi ve tabi santral ile ilgili ihaleleri de. Ancak ihale sorunları ve çeşitli nedenlerle yine askıya alınan proje 2004 yılında iktidar tarafından tekrar gündeme getirildi… Son olarak 2015 yılı ve İstanbul’da trafikte yorgun bir halde evinize, işinize belki de okuduğunuz eğitim yuvalarına giderken Akkuyu Nükleer reklamları ile karşılaşıyorsunuz. Gökkuşağını anımsatan canlı mı canlı renkler ve üç tane yüzü gülen çocuk. Reklam panoları bu yüzlerle donatılmış. Boyaların sulu boya efekti ile afişlere dağıldığını görüyoruz ve tabi ki çocukların sağlıklı yaşamın anahtarı olan bisikletlerle verdikleri pozlar var. En öndeki yakışıklımız ise başındaki kask ile iş güvenliğine ve santralin güvenliğine gönderme yapan imgelerden birisi olarak karşımızda duruyor. Akkuyu Nükleer yazısının özellikle en çevreci yeşillikleri barındırdığına dikkat çekmek isterim. Çünkü bir orman gibi bir çok yeşil renk taşımaktadır ama hepsi parlak ve dikkat çekicidir. Yani yaşayan bir doğanın mesajını vermektedir. Güçlü Türkiye’nin Yeni Enerjisi yazısı ise açıkçası tam bir algı yönetiminin ve pazarlama kabiliyetinin göstergesidir. Eğer güçlü olmak istiyorsanız bu enerjiyi destekleyeceksiniz demenin kibar yoludur ve okuyucunun kesinlikle muhalefet etmesine gerek kalmadan kabullenmesini sağlar. Kabul etmeliyim ki bir afiş için çok sade ve mesajları gerçekten bireyin bilinç altına inebilen bir tasarıma sahip. Ancak Nükleer Santral için de aynını söyleyebilir miyiz?
Bir ülke düşleyin ki Güneş üzerinde en verimli ışınlarını bırakır ve yine aynı ülkeyi düşleyin ki akarsu kaynakları olarak dünya üzerinde imrenilen bir coğrafyadır. Hele hele şelaleleri Niagara Şelalesi ile yarışacak düzeydedir. Yine aynı ülkeyi sıkılmadan düşlemeye devam edin, üzerinden öyle rüzgarlar esmektedir ki dilese ihtiyacı olan enerjinin büyük bir bölümünü insanın içine huzur veren bu rüzgarlardan elde edebilecektir. Bir halk hayal edin üzerinde güneş, su ve rüzgarın enerjisinden haberdar olmayan ya da haberdar olmak istemeyen… O denli gözleri kör olmuştur ki doğal enerjilere Nükleer Enerji düşkünlüğü ve isteği uyanmıştır. Zaten medya, sosyal medya ve başarılı reklam çalışmaları ile de nükleerin övüldüğü bir dönemin içinde yaşamaktadırlar. İşin kötüsü zaten tüketim çılgınlığının başını aldığı bir çağ da sürekli “Uranyum” tüketecek olan bir projeye aşık olurlar adeta.
Akkuyu sahası imzalanan ikili devletlerarası anlaşma sonucunda Rus kamu şirketi Atomstroyexport’a bedelsiz olarak teslim edilmiştir. Rus kamu şirketi buraya kendi bulacağı finansal kaynaklarla nükleer santral inşa edecek ve ürettiği elektriği 15 senelik alım garantisi ile Türk tarafına satacaktır. Santralın ne zaman devreye alınacağına ilişkin kesin tarihler bulunmamaktadır. 1200 MWe’lık dört üniteden oluşacak ve 4800 MWe’lık kurulu gücü ile tek başınaTürkiye’nin elektrik üretiminin yaklaşık %6’sını karşılayabilecektir.
Sizce de düşünmenin vakti gelmedi mi? Geldi de geçiyor bile… Düşünmek için geç kaldığımız artık yaşanabilir bir çevre için önlem almaya başlamış olmamız gereken bir çağın içindeyiz. Türkiye’nin enerji ihtiyacının sadece %6’sını karşılayacak olan ama bizlerin 15 yıl boyunca kesin olarak enerji satın alacağımız bir santral ve tabi bu santral nedeni ile dışa bağımlı olacağız. Evet evet dışa bağımlı olacağız. Çünkü bir Nükleer Santral için gerekli tohum URANYUM’dur. Ülkemizde bulunan Uranyum rezervlerinin sadece 10 yıl yetecek kapasitede olduğunu düşünecek olursak sonra ki yıllarda Uranyum temini için başta Rusya olmak üzere dışa bağımlılığımız bir üst seviyeye yükselecektir. Doğal Gaz nedeni ile de Rusya ve İran gibi ülkelere de bağımlı olduğumuzu hatırlatmak isterim. Sadece bu da değil, elektrik ve petrol/petrol türevleri için de dışa bağımlı olduğumuz bir gerçektir. Devrim Arabaları filmini izlediyseniz hatırlayacaksınızdır. Bu memleket kendi uçaklarını üreten bir fabrikaya sahipti, Hollanda için uçak yapan bir fabrikaya da ama kapatmayı tercih ettik. Bu ülkenin mühendisleri, ustaları ve emekçileri Devrim’i tasarladı ve Türk Ailesi’ni esas aldı. 2015 yılındayız ve bu ülkeyi esas alarak üretilen bir otomobil gösterilirse mutlu olurum. Bizler belediye otobüslerinde dahi kendi boyumuza ve vücut ölçülerimize göre ne tutunacak ne de oturacak yer bulabiliyoruz. Hatırlatmak isterim ki belediye otobüslerinde özellikle İstanbul’da kimi Alman firmaları nedeni ile dışa bağımlıyız ve şehir içi ulaşımlarımız bile huzurlu, rahat değil.
Peki ya Çernobil?
- İngiltere’nin Galler bölgesinde kazadan iki hafta sonra saptanan yüksek radyoaktivite nedeniyle yeşil alanlara koyun ve sığırların girişi engellenmiştir.
- Araştırmalarda ilk yıl doz açısından en fazla radyoaktiviteye maruz kalan Avrupa ülkesi Bulgaristan olarak belirlenmiştir.
- En yüksek radyasyon dozlarına, sayıları bini bulan acil durum çalışanları ve Çernobil personeli maruz kaldı. Çalışanların bazıları için maruz kaldıkları dozlar öldürücü oldu. Zaman içinde Çernobil’de çalışan kurtarma personelinin sayısı 600 bini buldu. Bunların bazıları, çalışmaları boyunca yüksek düzeyli radyasyona maruz kaldılar. Çöken radyoaktif iyodinden kaynaklanan çocukluk tiroid kanseri, kazanın en önemli sağlık sorunlarından birisidir. Kazadan sonraki ilk aylarda, radyoaktif iyodin düzeyi yüksek sütlerden içen çocuklar yüksek radyasyon dozları aldılar. 2002 yılına kadar bu grup içinde 4000’den fazla tiroid kanseri teşhis edildi. Bu tiroid kanserlerinin büyük bölümünün radyoiyodin alımından kaynaklanmış olması çok muhtemeldir.
- Bağımsız kaynaklar yüzlerce yıl boyunca Pripyat ve komşu bölgelerde yerleşimin güvenli olmadığını söylemektedirler. Ayrıca bölgeye giriş çıkışlar hala polis kontrolünde olup bazı bölgelere giriş yapılamamaktadır.
Dünya Nükleer Santral kazalarının hepsinden bahsederek karamsar olmak istemem, başarılı Nükleer Santrallerin de var olduğunu biliyoruz ancak SU, GÜNEŞ, RÜZGAR gibi doğal enerji kaynaklarımız var iken Uranyum’a bağımlı ve radyoaktif bir santralin varlığını kabul etmemiz de pek doğru değildir. Bu ülkenin vatandaşları olarak zaten yıllarca çevremiz için geç kaldık. Ormanlarımız(ciğerlerimiz) telef edildi önlem dahi almadık, çıt bile çıkarmadık. Yatağan Termik Santral’i açılmasından 18 yıl geçinceye dek bacasına filtre takılmadı ve Gökova Santrali açıldıktan 7 yıl sonra bacasına filtre takıldı. Unutmadan Afşin-Elbistan Termik Santrali’nde hala filtre bulunmuyor.
Ben dahi size bu yazıyı yazabiliyorsam vicdan, merak ve dergi okuma alışkanlığım sayesinde yazabiliyorum. Çevremize yaptığımız zulmü öğrenmenin ve derhal bunu telafi etmenin zamanının geldiğini düşünüyorum. Eğer siz de böyle düşünüyorsanız gereğini yapın!
muhammed.sipahi@gmail.com
Tweets by MuhammedSipahi
https://www.facebook.com/muhammed.sipahi
http://www.kitapmakalem.com/author/sipahi/
http://blog.radikal.com.tr/Bloglar/sipahiderki
Eğer okumak için çok uzun diyorsanız en azından bu videoyu izleyin 🙂