Bir baba, bir eş, bir evlat, bir arkadaş, bir düşman, bir rakip, kıskanılan biri ya da gıpta edilen… Kimin gözünde iyisin ya da nefret uyandıran yanın ne? Oturup düşünmek için hayata bir anlık mola verdin mi hiç… Kaç basamak geride bıraktın o kadar yılın ardınan. Omuzlarında kaç okkalık yük vardı da bu kadar hayıflanıyorsun; sonsuzluğa karşı bağır çağır, ağız dolusu küfürler savurarak. Yakın, eleştir, küs, dedikodu yap, ez, kalp kır, iftira at, vur, kır, geriye bir şey kalmasın. Değişmek için hep kendini kandırıyorsun:” Yatacağız kalkacağız, yatacağız kalkacağız ve herşey bambaşka olacak” Ne farkın var, elinde mey avare dolaşan mecnunlardan. Sen sevmedin aslında onu, bunu, şunu, beyazı, sarıyı, menekşeyi, sokak kedisini, sarmaş dolaş çiftleri, karanlığı, aydınlığı, saksıda biten ayrık otunu… Kömür karası gözler aradın, keman kaşlar, ya da bir çift kol belki sıcak bir yuva, is kokan… Geriye bak… Yalnızlığın uçsuz bucaksız bir çöl içinde, pişmanlıkların tepende yakıp kavuruyor seni…
Şimdi derin bir nefes al, ciğerlerin dolana kadar ve geçmişine dal…
Yola her çıkışında korkuyorsun. Yağan yağmurun ardından bata çıka ilerliyorsun çamur kaplı yollarda. Lastik çizmeler içinde soğuktan büzüşen ayakların kadar üşüyor düşlerin. Elinde kiraz ağacından yontulmuş bir kaval, kerpiç duvarlar ardında daldığın hayallerin fon müziğini çalıyorsun. Göçmen kuşlar bile ağlıyor sana. Her harmanda rüzgarı çağırıyorsun dilinden dökülenleri ona götürsün diye. Sen hep hazan mevsimindesin hayatın. Yüzleşmekten korkuyorsun