Eski bir yayın fakat yeni yüklemişler hatta yorumda biri tarihini neden yazmadınız diye sitem etmiş. iü alman dili okumuş biri olarak dil kökeninde ingilizce almanca’dan türemiş bir dildir dolayısıyla almanlar akıcı ingilizce konuşur. şimdi gelelim işin edebi boyutuna, edebiyatta ve felsefe de açık ara almanya öndedir. altta örnekleri paylaşıyorum.
- Faust – Goethe
Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Johann Wolfgang von Goethe, Alman Romantizmi’nin en güçlü seslerinden biridir. Frankfurt am Main’de varlıklı bir ailede dünyaya gelen Goethe, çocukluk yıllarından itibaren evlerindeki zengin kitap ve resim koleksiyonundan yararlanmaya başlamış, hukuk eğitimi gördüğü yıllarda da dönemin sanatçı, edebiyatçı ve arkeologlarıyla tanışmıştır. Roman, öykü, şiir ve tiyatro türünde pek çok eser veren Goethe, yalnızca edebiyatla değil eğitim, doğa bilimleri ve felsefeyle de ilgilenmiştir.
Goethe’nin neredeyse tüm yaşamı boyunca yazarak tamamladığı şiirsel oyun Faust, onun kendi iç dünyasından ve yaşamından izler taşır. Faust’ta hukuk, felsefe, tıp ve ilahiyatla ilgilenen, doktorasını yeni bitirmiş bir genç olan Faust ile ona çeşitli biçimlerde görünen, onu yoldan çıkarmak için her şeyi deneyen şeytan Mefistofeles arasındaki savaş anlatılır.
Türkçe’ye Çevrilen Eserlerinden Bazıları:
Genç Werther’in Acıları (1774), Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları (1795), Elli Yaşında Bir Erkek (1808), Faust (1808), Seçilmiş Yakınlıklar (1809), Renk Öğretisi (1810), İtalya Seyahati (1817), Doğu-Batı Divanı (1819)
- Böyle Buyurdu Zerdüşt – Friedrich Nietzsche
Friedrich Wilhelm Nietzsche, pek çok kişi tarafından “Tanrı öldü.” sözleriyle tanınan Alman filolog, filozof, kültür eleştirmeni, şair ve bestecidir. Felsefi Nihilizm akımının önemli temsilcilerinden biri olan Nietzsche, 19. yüzyılda yaşamış olmasına rağmen eserleri kendisinden sonraki zamanlarda ve tüm dünyada etki bırakmıştır.
Felsefeyle edebiyatın, şiirle düz yazının iç içe geçtiği bir dünya klasiği olan Böyle Buyurdu Zerdüşt (Also Sprach Zarathustra), Nietzsche’nin kendi deyimiyle “yazılmış en derin” eserdir. Üst insan ve bengi dönüş üzerine kurduğu kendi felsefesini Zerdüşt’ün ağzından aforizmalarla aktaran Nietzsche, otuz yaşındayken dağa çekilen ve dağda geçirdiği on yıl boyunca ruhunu dinleyen Zerdüşt’ün içsel yolculuğunu anlatır.
Türkçe’ye Çevrilen Eserlerinden Bazıları:
Tan Kızıllığı (1881), Böyle Buyurdu Zerdüşt (1883), İyinin ve Kötünün Ötesinde (1886), Ecce Homo – Kişi Nasıl Kendisi Olur? (1888), Deccal (1888), Putların Alacakaranlığı (1889), Güç İstenci (1901)
- Dava – Franz Kafka
Yahudi olduğu için Almanlar tarafından sevilmeyen, Almanca konuştuğu içinse Çek’ler tarafından hor görülen Çek asıllı yazar Franz Kafka, Alman edebiyatının en usta isimlerindendir. Yakın arkadaşı Max Brod‘un eserlerinin yakılması vasiyetini yerine getirmemesi üzerine dünya okuyucusuyla buluşan Kafka, edebiyata kendi adıyla anılan “kafkaesk” üslubu da kazandırmıştır.
Dava (Der Prozess), “Korku Çağı” diye adlandırılan 20. yüzyılda, bir sabah uyandığında kendisini sebebini anlamadığı bir suç nedeniyle dava edilmiş bulan Josef K.’nın absürt öyküsünü anlatır. Beyaz perdeye de aktarılan Dava romanı, defalarca tiyatro oyunu olarak sergilenmiş, çizgi roman haline getirilmiştir.
Türkçe’ye Çevrilen Eserlerinden Bazıları:
Dava (1913), Dönüşüm (1915), Ceza Sömürgesi (1919), Şato (1926), Amerika (1927), Babaya Mektup (1952), Milena’ya Mektuplar (1952)
- Olağanüstü Bir Gece – Stefan Zweig
Avusturyalı roman, tiyatro, biyografi yazarı ve gazeteci Stefan Zweig, Hitler iktidara geldiğinde savaş karşıtı oluşu ve Nazilerin savaş karşıtı tüm yazarların kitaplarını yakmaları nedeniyle önce İngiltere’ye ardından Brezilya’ya göç etmek zorunda kalmıştır. Satranç romanıyla tanınan Zweig’ın eserleri ilk önce Brezilya’da basılmış ancak yıllar sonra Alman okuyucularla buluşabilmiştir. Avrupa’nın içine düştüğü duruma ve Nazilerin zulmüne dayanamayan Zweig, karısı ile birlikte intihar ederek hayata veda etmiştir.
Olağanüstü Bir Gece (Phantastische Nacht) seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız bir yaşam sürdüren ve hayata karşı duyarsızlaşan bir subayın hayatını tamamen değiştirecek bir “suç” işlemesini konu alır. Stefan Zweig, 1914 yılında şehit düşen Baron Friedrich Michael von R.’nin sıradan bir Pazar gününde yaşadıklarını psikolojik tahlillerle destekleyerek akıcı bir üslupla anlatır.
Türkçe’ye Çevrilen Eserlerinden Bazıları:
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (1922), Olağanüstü Bir Gece (1922), Amok Koşucusu (1922), Bir Kadının Hayatından 24 Saat (1924), İnsanlığın Yıldızın Parladığı Anlar (1927), Sabırsız Yürek (1939), Satranç (1941), Dünün Dünyası (1942), Amerigo: Tarihsel Bir Yanlışlığın Hikayesi (1944)
- Siddhartha – Hermann Hesse
Almanya doğumlu İsviçreli yazar ve ressam Hermann Hesse, 20. yüzyılın en önemli yazarlarından biridir. Savaş karşıtı olduğu için Almanya’yı terk etmek zorunda kalan Hesse, 2. Dünya Savaşı esnasında İsviçre’de yaşamıştır. Nobel Ödüllü yazar romanları, öyküleri, denemeleri, şiirleri, politik makaleleri ve kültür alanındaki eleştirel yazılarıyla tüm dünyada 100 milyonu aşkın okura ulaşmıştır.
Hermann Hesse’nin başyapıtı olan Siddhartha, Gautama Buddha döneminde Siddhartha adlı bir adamın kendini keşfetmek için çıktığı manevi yolculuğu ele alır. Tıpkı Buddha gibi bir prens olan Siddhartha, babasının direnişine aldırmayarak ailesini ve sarayını geride bırakarak ormana çekilir. Hesse, Siddharta’nın ormanda geçirdiği yılları Budizm felsefesiyle harmanlayarak lirik bir üslupla anlatır.
Türkçe’ye Çevrilen Eserlerinden Bazıları:
Çarklar Arasında (1906), Demian (1919), Siddhartha (1922), Bozkırkurdu (1927), Narziss ve Goldmund (1930), Doğu Yolculuğu (1932), Boncuk Oyunu (1943)
- Büyülü Dağ – Thomas Mann
- yüzyılın en önemli Alman yazarlarından biri olan Paul Thomas Mann, edebî eserlerinin yanı sıra toplumsal, sosyal ve siyasi eleştirileriyle de dikkat çekmiştir. İlk öykülerinde daha çok Schopenhauer, Nietzsche ve Wagner’in etkisinde kalarak sanatçının yaratma sorununa odaklanan Nobel Ödüllü yazar Thomas Mann ’a asıl ününü üslup ve teknik açısından göze çarpan romanı Buddenbrook Ailesi kazandırmıştır.
Hamburg’lu Hans Castorp’un kısa süreliğine kuzenini ziyarete gittiği Davos’taki bir sanatoryumda, kendisinin de tedaviye ihtiyacı olduğu gerekçesiyle geçirdiği yedi yılı anlatan roman, zaman teması üzerine yoğunlaşır. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde geçen Büyülü Dağ (Der Zauberberg) hastalık, ölüm, aşk, cinsellik ve erotizm unsurları üzerinden Batı düşüncesinin karşıt kutuplarını irdeler.
Türkçe’ye Çevrilen Eserlerinden Bazıları:
Buddenbrook Ailesi (1901), Majesteleri Kral (1909), Venedik’te Ölüm (1912), Efendi ile Köpeği (1919), Büyülü Dağ (1924) Doktor Faustus (1947), Yusuf ve Kardeşleri (1943)
- Genç Bir Şaire Mektuplar – Rainer Maria Rilke
Avusturyalı şair ve romancı Rainer Maria Rilke, Alman lirik şiirinin en önemli temsilcilerinden biridir. Annesi tarafından altı yaşına gelinceye kadar bir kız çocuğu gibi giydirilen ve babasının etkisiyle askeri okula giden Rilke’nin karşıtlıklarla dolu çocukluğu onun sanatında önemli bir yer oynamıştır. Münih, Berlin ve Floransa gibi farklı şehirlerde yaşayan; Salomé, Tolstoy dönemin ünlü isimleriyle tanışan Rilke, şiirlerinin yanı sıra çağdaş Alman romanının öncüsü sayılan Malte Laurids Brigge’nin Notları gibi kurgusal eserler de kaleme almıştır.
Askeri okulda öğrenim gördüğü ve henüz şairliğinin tam anlamıyla şekillenmediği yıllarda Rainer Maria Rilke’nin şair olmak isteyen Franz Xaver Kappus`a yazdığı on mektuptan oluşan Genç Bir Şaire Mektuplar (Briefe An Einen Jungen Dichter), “Eğer kişi yazmadan yaşayabileceğini düşünüyorsa, o zaman hiç yazmamalıdır.” gibi ölümsüz aforizmalarla doludur.
Türkçe’ye Çevrilen Eserlerinden Bazıları:
Yaşam ve Şiirler (1894), Auguste Rodin (1903), Saatler Kitabı (1905), Malte Laurids Brigge’nin Notları (1910), Duino Ağıtları (1923), Orpheus’a Soneler (1923), Genç Bir Şaire Mektuplar (1929), Cézanne Üzerine Mektuplar (1952)
- Bütün Oyunları – Bertolt Brecht
Tam adıyla Eugen Berthold Friedrich Brecht, 20. yüzyılın en etkili Alman şairi, oyun yazarı ve tiyatro yönetmenidir. Eserleri uluslararası alanda kabul gören ve ödüllendirilen Bertolt Brecht, Aristotelesçi olmayan epik tiyatro anlayışının kurucusu sayılır. Çağdaş siyasal ve maddeci tiyatronun önde gelen temsilcilerinden olan Brecht’in Bütün Oyunları defalarca sahnelenmiştir. Brecht şair ve oyun yazarı kimliğinin yanı sıra savaşa karşı tavrını net olarak ortaya koyan yazılarıyla da tanınır. Yazar 1955 yılında Stalin Barış Ödülü‘ne layık görülmüştür.
Türkçe’ye Çevrilen Eserlerinden Bazıları:
Üç Kuruşluk Opera (1928), Galilei’nin Yaşamı (1938), Cesaret Ana ve Çocukları (1941), 3. Reich’in Korku ve Sefaleti (1944), Kafkas Tebeşir Dairesi (1948), Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı (1951), Sezuan’ın İyi İnsanı (1953)
- Teneke Trampet – Günter Grass
Resim ve heykel konusunda da çalışmalar yapan Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Günter Grass, çağdaş Alman edebiyatının en önemli romancı, oyun yazarı ve şairlerinden biridir. Nazi döneminde yetişen Grass, gençliğinde Hitler Gençlik Örgütü’ne katılmış, savaş bitimine doğru yaralanarak yakalanmış ve Amerikan savaş esirleri kampına gönderilmiştir. Batı Berlin’de Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SDP) çevresinde faaliyet gösteren yazar politikaya da aktif olarak katılmıştır. Günter Grass’ın savaşa katıldığı yılları anlattığı Soğanı Soyarken adlı kitabın 2006 yılında yayınlanmasının ardından kamuoyunda hakkında tartışmalar çıkmış, yazarın Nobel’i iade etmesi gerektiğini savunanlar olmuştur.
Teneke Trampet (Die Blechtrommel), büyüklerin yozlaşmış dünyasına katılmamak için büyümeye direnen cüce kahraman Oskar Matzerath’ın II. Dünya Savaşı yıllarını anlatır. Okurken özel bir dikkat isteyen kitaplar listesinde yer alan roman, 1979 yılında beyaz perdeye uyarlanmıştır.
Türkçe’ye çevrilen eserlerinden bazıları:
Teneke Trampet (1959), Kedi ve Fare (1961), Kafadan Doğumlar – Germania (1980), Uzak Tarla (1995), Yüzyılım (1998), Yengeç Yürüyüşü (2002), Soğanı Soyarken (2006),
- Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru – Heinrich Böll
Öykü, roman ve oyun yazarı, şair Heinrich Theodor Böll savaş sonrası Alman Toplumcu Gerçekçilik akımının en önemli isimlerinden biridir. Alman ve Uluslararası PEN Derneği’nin başkanlığını da yapan Nobel Ödüllü yazar Heinrich Böll, eserlerinde bizzat katıldığı ve esir düştüğü 2. Dünya Savaşı’nın yıkımları ve acıları üzerinde durmuştur. Alman edebiyatını derinden etkileyen yazarın adına kurulan Heinrich Böll Vakfı, demokrasinin, sivil toplumun ve uluslararası diyalogun geliştirilmesi adına dünya çapında faaliyet göstermektedir.
Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru (Die verlorene Ehre der Katharina Blum), anarşist bir adamın sevgilisi olduğu için hem yakın çevresi hem de toplum tarafından gururu ayaklar altına alınan Katharina Blum’un hikâyesini anlatır. ’70’li yıllarda Almanya’da yaşanan Baader-Meinhof çete olayından yola çıkarak kaleme aldığı romanda Heinrich Böll, keskin gözlemciliği, alaycı ve insancıl yaklaşımıyla medyanın haber oluşturma özgürlüğünü eleştirir. Roman, hem sahneye hem beyaz perdeye uyarlanmıştır.
Türkçe’ye çevrilen eserlerinden bazıları:
Trenin Tam Saatiydi (1949), Ademoğlu Neredeydin? (1951), Dokuz Buçukta Bilardo (1959), Palyaço (1963), Fotoğrafta Kadın da Vardı (1971), Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru (1974)
Alman Edebiyatı
Hemen her edebiyat gibi destanlarla başlayan Alman edebiyatının ilk eserleri, Hz. İsa’nın doğumundan önceki zamanlara kadar uzanır. Alman edebiyatının başlangıç çağlarındaki başlıca eserler oyun ve düğün şarkıları, ağıtlar, eğlendirici fıkralar ve kahramanlık destanlarıdır. 12. yüzyılda şövalye edebiyatını barındıran Birinci Altın Çağ ile Goethe, Schiller, Grimm Kardeşler, Heinrich Heine, Hegel ve Schopenhauer’in eser verdikleri İkinci Altın Çağ Alman edebiyatının en önemli dönemleridir.
Almanların bilim, sanat, kültür ve insanlık tarihine yaptıkları katkıları saymakla bitiremeyiz. Birçok bilimsel makale ve gerek düşünsel gerekse edebi metinlerin arkasında da Alman filozoflar bulunmaktadır. felsefe ve diğer birçok alanı da etkileyen, önemli düşünce akımlarının kurucuları olan Alman filozoflar kimlerdir?
Alman Felsefesinin Kurucu İsimlerinden: Immanuel Kant,
22 Nisan 1724 – 12 Şubat 1804 yılları arasında yaşamış, Alman felsefesinin kurucu isimlerinden bir Alman filozoftur. Doğu Prusya’nın Königsberg kentinde, ailesinin dördüncü oğlu olarak doğmuş ve hayatı boyunca burada yaşamıştır. 14 yaşında iken, annesini kaybetmiştir. Okuduğu kolejde Latince, filoloji, matematik, mantık ve teoloji eğitimleri almıştır. Konigsberg Üniversitesi Teoloji Fakültesi’nde yüksek öğrenim yapmış ve bazı öğrencilere dersler vermeye başlamıştır. Başlarda fizik ve matematik alanları ile ilgilense de, daha sonra Hume ve Rousseau etkisiyle eleştirel felsefesini oluşturmuştur.
Modern felsefenin gelişimine uygun olarak bilgi kuramını (epistemoloji) ön plana çıkartmıştır. Kant’ın gözünde bilim, liderleri kesin olan ve yöntemleri, ancak Hume’unki gibi felsefi bir kuşkuculuk (septisizm) benimsendiği zaman sorgulanabilen evrensel bir disiplindir. Bilim yansızdır ve nesneldir. Transsendental epistemolojik idealizm diye bilinen kendi bilgi kuramını geliştirmiş ve ödev, ahlâk gibi konulara değinerek Alman filozoflar arasında kendisinden sonra gelenleri en çok etkileyen isimlerden biri olmuştur.
Alman Filozoflar Arasında Bir İdealist: Georg Wilhelm Friedrich Hegel
27 Ağustos 1770 – 14 Kasım 1931 yılları arasında yaşamış olan Hegel, Stuttgart, Württemberg’de doğmuştur. Bir memurun oğlu olarak dünyaya gelen Hegel, ilahiyat okuduktan sonra felsefe öğretmenliği yapmıştır. Daha sonra Jena Üniversitesi ve Berlin’de profesörlük yapmıştır. Hegel, en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savunan idealizmi benimseyen Alman filozoflar arasındadır.
Başlangıçta Schelling’in idealizminden etkilenmiş gibi görünse de, daha sonra kendi felsefe kuramını yaratmış ve “Phänomenologie des Geistes” isimli eserinde bunu ayrıntılarıyla açıklamıştır. Hegel, felsefesiyle en çok konuşulan isimlerden biri olmuştur. Sartre, Bauer, Marx gibi ünlü isimlerin takdirini kazanmasının yanı sıra; Kierkegaard, Schopenhauer, Nietzsche ve Heidegger gibi diğer birçok isim de felsefesine karşı çıkmıştır.
Hegel, Kant’ın felsefesine inanmakla beraber, onun görüşlerini yetersiz buluyordu. Kant’ın aksine insanların her şeyi öğrenebileceklerine; insanların mantığın sınırlarını çözdükleri zaman beşerin de sınırlarını çözebileceklerini savunuyordu. Felsefe tarihine yaptığı en büyük katkı, diyalektiğin formüle edilmesi şeklinde olmuştur. Meyve ağacındaki bir çiçek, meyvenin ortaya çıkmasına imkan sağlar. Ancak meyvenin oluşması için çiçeğin ortadan kalkması gerekmektedir. İşte bu, biricik canlı felsefe, karşıtların felsefesidir.
Bilimsel Sosyalizmin Kurucusu: Karl Marx
5 Mayıs 1818 – 14 Mart 1883 yılları arasında yaşamış, Alman filozoflar arasında belki de en çok tanınanı; Karl Marx! Orta seviyede zengin, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Trier şehrinde dünyaya gelen Marx, Bonn ve Berlin üniversitelerinde eğitim görmüştür. O dönemde bu üniversitelerde genç Hegelciler felsefe düşünceleri ile ilgileniyordu. Marx üniversitenin ardından Köln’de radikal bir gazetede yazılar yazmaya ve tarihsel materyalizm ile ilgilenmeye başlamıştır. Daha sonra Friedrich Engels ile tanışacağı Paris’e yerleşmiştir.
1849’da sürgüne gönderilmiştir. Paris’ten, karısı ve çocukları ile, toplumsal ve ekonomik hareketler hakkında teorilerini yazacağı ve olgunlaştıracağı Londra’ya taşınmıştır. Bu süre içerisinde sosyalizm için yapılan mücadelede yer almış ve Birinci Enternasyonal’de önemli bir figür hâline gelmiştir.
Karl Marx, Hegel ve felsefesinden oldukça etkilenmiştir. Diyalektik materyalizm, materyalizmin Marx tarafından yorumlanmış biçimidir. Marx, diyalektik yöntemin üstünlüğünü ve Hegel’de “idealist bir kabuk” içinde saklı ve “baş aşağı çevrilmiş” olarak bulunan diyalektiğin rasyonel özünü ortaya çıkarabilmek için onu tamamen materyalist temelde yeniden ele almak gerektiğini savunmuştur. Bu anlamda, Marx’ın diyalektik materyalizmden söz ettiği ve onu çalışmalarında kullandığı bilinir, ancak sistemleştirilmiş bir disiplin ya da yöntem olarak diyalektik materyalizm daha çok Marx’ın ardılları tarafından onun teorik çalışmalarından ve analizlerinden yararlanılarak geliştirilmiştir.
Kendisi Hegel etkisini Das Kapital’de şöyle açıklamaktadır: “Benim diyalektik yöntemim, Hegelci yöntemden yalnızca farklı değil, onun tam karşıtıdır da. Hegel için insan beyninin yaşam-süreci, yani düşünme süreci —Hegel bunu “Fikir” (“Idea“) adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür— gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya, yalnızca “Fikir”in dışsal ve görüngüsel (Phenomenal) biçimidir. Benim için ise tersine, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir.”
Alman Filozoflar Arasında Bir Pesimist: Arthur Schopenhauer
22 Şubat 1788 – 21 Eylül 1860 yılları arasında yaşamış olan Schopenhauer; Danzig’de dünyaya gelmiştir. Danzigli tüccar bir ailenin çocuğu olan Schopenhauer, ailesiyle birlikte daha sonra Hamburg’a taşınmıştır. Hamburg’da özel bir okula başlamış, ancak burada öğrendikleriyle yetinemeyip babasından kendisini daha iyi bir okula yazdırmasını istemiştir. Babası bunu kabul etmeyerek, kendisini Avrupa ülkelerinde eğitim seyahati yapmaya ikna etmiştir.
Erken yaşta babasını kaybetmiştir. Reşit olduğunda babasından payına kalan mirası almış ve Göttingen Üniversitesi’nde tıp okumaya başlamıştır. Ancak felsefe üzerine ilgisi yoğunlaştıkça tıp öğrenimini bırakıp, kendisi için lehine olacak felsefe eğitimine geçti. Schopenhauer’in en önemli eseri olan Die Welt als Wille und Vorstellung (İstenç ve Tasarım Olarak Dünya) kitabı 1819 yılı başlangıcında yayımlanmıştır. 1820 yılında Berlin Üniversitesi’nde eğitmenlik yapmaya başlamış ve Hegel ile olan kavgası bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Schopenhauer, Platon ve Immanuel Kant’ın etkisinde idealizm teorisini kendince anladığı boyutta temsil ederken, bu genel bakışı subjektif idealizmin sınırlarından taşıramamış ve Hegel’in felsefesini de reddetmiştir. Felsefesinin ilkesel bir kavramı irade kavramıdır. Dünyanın özü ve gerçekliği irade iken, fenomenlerden oluşan dünya, tasarımdan başka bir şey değildir. İrade, Schopenhauer felsefesinde kendini bir zorunluluk olarak gösterir, ki onun düşüncesindeki kötümserliğin ve karamsarlığın kaynağı da esas olarak budur. İnsan, tamamen kurtulamayacak olsa da istencin emrine boyun eğerek acı ve kederden kısmen kurtulabilir. Bu noktada Schopenhauer’ın düşüncelerinin belirli ölçüde, kaderciliğin ağır bastığı doğu felsefelerine yakınlaştığı söylenebilir. Dünya onun için -körlerin nedensiz istençlerinin ürünü olarak dünya- aslında olmaması gereken kötü olan bir şey, bir suçtur. Daha kötü bir dünya olamaz.
son olarak bilimin merkezi olarakta 19.yy ve 20. yy buluşlar ve icatlarıda eklersek almanca’yı bilmezsen hiçbir şey bilmezsin çok doğru bir söz.