Başladığını zannetmişti. “Bırakın bu tuvalleri, onların üzerine daha fazla boya sürmeyin” dedi. Önlüğünün üzerine bulaşmış olan kırmızılı ve siyahlı yağlı boyanın kurumasını beklemeden önlüğü çıkarıp yere attı. Üzerindeki sarı ışığın loşluğuyla kamaşan gözlerini ovuşturduktan sonra kendisini her tarafı şövalelerle çevrili olan büyük salondan dışarı attı. Uzun koridoru geçerken tek tek yanan ışıkların altında müebbet hapse giden bir mahkûm gibi hissederek yürüdü. Koridorun sonundaki demir kapıyı iki eliyle birden ittirdikten sonra yüzüne çarpan gün ışığından nasiplenerek karşısındaki ıhlamur ağacının hüzünlü kokusunu ciğerlerine çekti. Demir merdivenlerden inerken bir sigara yaktı. Aniden esen rüzgarla havalanan eteğinin altından görünen iç çamaşırına hiç aldırmadı. Üzerinden çok az arabanın geçtiği asfalt yola çıktı ve bir taksi çevirdi. Esmer suratındaki bıyığının altından çirkince gülen taksi şoförünün dikiz aynasındaki çirkin gözlerine biraz baktıktan sonra ellerini bacaklarının üzerinde birleştirerek parmaklarıyla oynamaya başladı. “Sağa dönün” dedi. Döndükten sonra karşısında beliriveren simsiyah denize baktı. Bulutların bembeyaz bir örtü gibi örttüğü gökyüzünün altında kalmak zorunda olan her şey bir parça ışığa muhtaçtı.
Sahile geldiklerinde taksiden indi. Henüz tam olarak büyüyememiş olan palmiye ağaçlarının bulunduğu çimenlik alandan geçerek sahilin beton zeminine ulaştı. Denize doğru bakan bankların üzerinde oturan her yaştan ve cinsiyetten insanı seyretti. Kimisi gazete okuyor, kimisi sevgilisini öpmeye çalışıyor, kimisi tutunacak bir el arıyor, kimisi evcil hayvanını gezdiriyordu. Fakat o hiçbir şey yapmıyordu. Arada bir esen soğuk rüzgarla havalanan eteğini tutmaya çalışmıyordu. Ellerine bulaşmış olan boyalardan utanmıyordu. Betonun denizle kesiştiği kısma oturdu ve ayaklarını denize doğru sarkıttı. Cebinden bir peçete çıkarıp burnunu sildi. Çok rüzgârlı bir bölgede büyümüş olan bir kavak ağacının gökyüzüne dokunan noktasındaki sallantısıyla eşdeğer düzeyde olan kirpiklerini her oynatışında, sadece hayata çok farklı bir yerden bakanların hissedebileceği bir rüzgâr yaratıyordu. Peçeteyi ellerinde buruşturduktan sonra cebine geri koydu. Daha sonra ayağa kalktı. Koşmaya başladı.
Kalabalık bir caddeyi geçtikten sonra daracık bir sokağa girdi. Ardından, bir dükkânın içine girdi. Ellerinde, içi vişne suyu ya da kolayla dolu olan şarap kadehlerini tutan takım elbiseli insanların sahte bir ilgiyle seyrettikleri tablolara baktı. Takım elbiseli insanların yanında gururla bir şeyler anlatan fularlı adama göz kestirdi. Ucuz bir beyaz örtüyle örtülmüş olan plastik masanın üzerindeki kadehlerden birini eline aldı ve adamın karşısına geçerek kadehin içindeki vişne suyunu suratına fırlattı. Adam hiç tepki vermeden fularının ucuyla yüzünü silmeye başladı. İnsanlar söyleniyordu. Sinirlendi. İlk gördüğü resim tuvaline sertçe vurdu. Yere düşen tuvalin üzerinde zıpladı. Birileri onu tutmaya çalışıyordu. Adam hiçbir şey diyemiyordu. Diğer tuvallere de aynı şeyi yaptı. Saçma sapan bir şekilde sürülmüş olan fırçaların oluşturduğu uyumsuz renklerle donatılmış manzara tablolarının hepsini teker teker yok etti. Daha sonra duvara yaslandırılmış olan çelenkleri devirdi ve eteğini düzelterek dışarı çıktı. Kapının önünde ürkmüş bir vaziyette sigara içen bıyıklı adamdan bir sigara istedi. Sigarasını yaktı ve yürümeye başladı.
Üst katı cumbalı ahşap bir eve girdi. Gıcırdayan merdivenleri çıktıktan sonra karşısındaki yatakta uzanmış sigarasını içen babasına selam verdi. “Hoş geldin kızım”, “Hoş bulduk baba” Uzun bir süre sessizlik oldu. İkisinin de sigarası bittikten sonra konuşmaya başladı. “Bugün çok kötü bir şey yaptım baba. Konservatuara gittiğim için ilk kez pişman oldum. Senin gibi gazeteci olmayı çok isterdim. Annem neden bu kadar erken öldü baba? Onu sen mi öldürdün?”
“Onu ben öldürdüm kızım. Bizim mesleğimizde hiçbir şey sabit kalmaz kızım.”
“Onu öldürmeseydin ben bu kadar güçlü olmazdım. Ressam olmaya karar verdiğim günle hiçbir ilgin olmadığını fark ettiğimde de çok güçlü hissetmiştim. Ben nasıl bir kadınım baba? Evlenmeyi isteyemeyecek kadar tekdüzelikten korkan bir insan olmayı nasıl başardım? Kendimden nefret ediyorum” Bacak bacak üstüne atmış haldeyken bir sigara daha yaktı. Konuştukça kamburlaşan belinin paralelinde kalan abajuru gölgelerken duvara vuran gölgesine baktı. “Böyle çaresiz olmayı ben istemedim” dedi. Babası, “Herkes böyle çaresizdir kızım” dedi.
Ahşap evden dışarı çıktı ve evin arka bahçesine dolandı. Soluk yeşiliyle saklanmaya çalışır gibi içine doğru büzülmüş olan zeytin ağacının en dışarıda kalan dalından sarkmış olan zeytinlerden birini kopardı. Çocukluğundan beri çiğ zeytinin çirkin tadını çok severdi. Bu sefer midesi bulandı. Ağacın köküne eğilerek kustu. Elinin üst tarafıyla ağzını sildi ve sigara yaktı. Şimdi erik ağacına yönelmişti. Ağaçta hiç meyve yoktu. Bahçenin kenarındaki kanala doğru yürüdü. Kurbağa seslerinin rahatsız edici desibelini keyifle dinledi. Evin arkasındaki tarlaları sulamak için bir sürü yol kat eden suya baktı. Birbiriyle hiçbir ilişiği olmayan dizelerden oluşan acemice yazılmış bir şiir gibi yürüdü. Gün boyunca geçmiş olduğu tüm yollardan tekrar geçti. Yerle bir ettiği resim sergisinin önünden geçerken ona nefretle bakan gözlere hiç aldırmadı. Sahile gitti. Banklarda oturan kişiler eylemlerini sürdürmeye devam ediyorlardı. Bir taksiye bindi. Denizin tersi istikametindeki yokuşu çıktıktan sonra taksiden indi. Biraz yürüdü. Yüksek kaldırımlı bir yolun ortasına atılmış olan çöpleri ayaklarıyla ittirdi. Merdivenleri çıktı. Demir kapıyı iki eliyle birden iteledikten sonra sigarasını yere fırlattı. Uzun koridoru, kendisini hiç özgür hissetmeden geçti. Büyük salona girdi. Kamaşan gözlerini ovuşturdu. Önlüğünü giydi. Üzerindeki boyalar kurumuştu. Eline bir fırça aldıktan sonra şövalesinin önünde bulunan sandalyeye oturdu. Ahşap boya paletinin içinde siyahla kırmızıyı karıştırdı. Bir sigara yaktı. Ardından, üzerinde cumbalı, ahşap bir evin resmi bulunan tuvalin sağ alt köşesine imzasını attı.