Günün sıcaklığını fazla hissetmediği bir gün Nasey olağan işlerin çok da dışında olmayan şeyler yapmıştı ve aslında belki de üç hatta dört aydır o olağan dediği yaşamı, alıştığı tekdüzeliğinde değildi. Nasey evin kapısının kilitli olmadığını anlayınca içeri bir kez hafif neşeli bir şekilde seslendi. Çünkü o gün kendine biraz da moral depolamıştı fark etmeden. İçeride aslında biliyordu ki bayan Siharen yatağındaydı, ancak onun küçük homurtularını duymayınca odasına yöneldi. Bayan Siharen’i elleri ve gözleri hareketsiz şekilde buldu. Bayan Siharen pek de öyle gözleri açık uyuyan biri değildi. Yanlış giden bir şeyler mi vardı acaba diyerek bir kaç kez heyecanla ancak; onun uyuduğu düşüncesini aklına yerleştirmesi sebebiyle sessizce uyandırmaya çalıştı. Bu yaklaşık kırk beş saniye kadar sürdü ve Nasey’ in heyecanı giderek arttı. Onu dürtme duygusu içinde sürgün verir vermez ona seslendi ve bir kaç kez art arda dürttü. Kısa bir süre bekledi. Nefesini kontrol edemediği bir an baş gösteriyordu ki bayan Siharen’ in gözleri hafif aralandı. ” O kadar korktum ki bir şey oldu” diye ona yüzünü asarak baktı. Bu harekete bayan Siharen’ in tepki vermesini beklemiyordu çünkü bayan Siharen tam on dokuz ay dört gündür tepki veremiyordu. Sadece gözleri açılıp kapanıyor ve nadiren ağzını oynatıp homurdanabiliyordu. Aralarında anlaşmaya başlamışlardı. Bayan Siharen’ in canı kahve çektiğinde ki bu genelde öğleden sonra saat üçü geçince oluyordu, Nasey kahveyi yapıp ona içiriyor ve bazen yanında fındıklı çikolata da getiriyordu. Fındıklı çikolata bayan Siharen için hayattaki varlığın bir deliliydi, adeta. Nefes almak yahut bir kaç homurdanma onun için yaşamak değildi zaten. İçten içe belki çok üzülüyordu. Nasey, bay Ligame gittiğinden beri bayan Siharen ile ilgileniyordu. Tam on sekiz aydır bay Ligame hayatta değildi. Karısının bu durumda olması onun için kolay bir süreç değildi, belki de çok iyi bir yaşam tarzı olmaması sebebiyle yaşamı biraz erken sonlandı da denebilir. ”Senin de acıktığını düşündüm ve biraz öte beri de aldım, bugün belki bir ziyafet çekeriz” dedi Nasey. Aslında aklında hiç bir yemek veya tatlı falan yoktu. Sadece laf olsun diye söylemişti. Az önceki şoku atlatıp, yüzüne biraz renk geldiğini bayan Siharen’ e belli etmek içindi. Nasey, mutfakta bir şeyler hazırladı. Tabii ki bayan Siharen çok katı ve ağır gıdalarla beslenemiyordu, yatağa düştü düşeli.
Nasey aslında bayan Siharen’in uzun zamandır yanında değildi. O bayan Siharen ile ilgilenmeden önce bayan Gindsey onunla ilgileniyordu. Ancak daha sonra gerek bay Ligame’nin onun işine karışması gerekse bekarlığına son verme kararı ile bayan Siharen ile ilgilenme işini bıraktı. Doğrusu bu bayan Siharen’in işine geliyordu, çünkü bayan Gindsey’in içten pazarlıklı ve yapmacık tavırda birisi olduğunu düşünüyordu. Nasey gibi genç sayılacak bir erkeğin bayan Siharen gibi ilgilenmesi kolay olmayan birisiyle yanında durmasının sebepleri arasında para ve barınma gösterilebilirdi. Nasey’e şehre geleli 5 buçuk aydan fazla olmuştu. Nasey çocukken kasabalarındaki evlerinin bir tarla işgali sebebiyle kundaklanması sonucu ailesiyle genel olarak bağlarını koparmıştı. Özellikle babasıyla o günlerden sonra hiç konuşmamış ablası ve annesinin ona yolladığı erzak veya kıyafetlerin bir kısmını satıyor yahut barınma, ısınma ve biraz da harçlık için bunları değiş tokuşta kullanıyordu. Nasey hiç de öyle taşralı birisi gibi değildi. Çocukken yani o yangından önce toprağı biraz kum,çakıl gibi şeylerle karıştırdıktan sonra biraz sulandırarak kayalık yerlere çok iyi eskizler çizerdi. On üç yaşından sonra şehre gitmeye karar verdi ve şehre ilk gittiğinde bir antika dükkanında çalışıp onun küçük bodrumunda kalmaya başladığı sıralarda piyano ve akordeon çalmayı da öğrenmişti. Patronu yaşlı ancak gördüğü cevheri işlemeyi bilecek kadar da gerçek bir ustaydı. Nasey orada gerçek bir antikanın nasıl anlaşılacağını ve sahtekarların hilelerini öğrenmişti. Bir keresinde bir antikanın bir cinayetin çözümü için çok önemli bir kanıt olduğu ana tanıklık etmiş ve o gün karar vermişti. Birgün iyi bir dedektif gibi bir şey olacak ve cinayetleri açığa çıkaracaktı. Her haksızlığa karşı canı sıkılan ve bir kahraman arayışındaki genç gibi adaleti sağlama ateşiyle yanıp tutuşuyordu, tıpkı kasabadaki evleri ve atı Codf gibi. Bayan Siharen Nasey’ nin mutfaktaki sessizliğini homurtusuyla bozdu. Bayan Siharen biraz da uykusuzdu, bu aralar ateşi yükseliyor, bir yandan da huysuzluk belirtisi sesler çıkartıyordu. Nasey artık onun tüm homurdanış şekillerinden ne demek istediğini anlıyordu. Nasey, onunla tam olarak ilgilenmiyordu çünkü özellikle tuvalet ve banyo için komşusu geliyor ve onun yükünü hafifletiyordu. Zaten onu aslında bu işe alan da oydu, Bayan Hifstgel. Kolay kolay insanlarla iletişim kurmaz, sadece gerektiğinde merhaba ve işimi bitirdim, derdi. Zaten Nasey ‘nin de onunla her ne kadar işi sayesinde almış olsa da iletişim merakı yoktu. Nasey, hayalleri peşinden gitmeyi bırakmayan birisiydi ve hem iyi bir piyanist, bir gezgin ve alanının en iyisi tam anlamıyla bir kriminal uzman olmak için elinden geleni yapıyordu. Piyano konusunda kendini geliştirmek için geceleri gittiği eskiden bir propaganda mekanı olan yer vardı. Burada sürekli mimlendiği için gizlenmesi gerektiğini iddia eden eski bir koro şefiyle piyano çalıyor, kendini geliştiriyor ve besteleri yorumluyorlardı. Sürekli sigara molası vermek yerine fazlasıyla itici olan duvarları sigara dumanıyla yüz göz eden bu koro şefi, kolay kolay kendinden, en azından yaşamının kalan özelliklerinden bahsetmez ve sürekli müziğin toplumu düzelteceğini ve bunu birgün beraber yapacaklarını vurguluyordu. Nasey için de bir planı vardı. Onun ağzından zorla hayallerini öğrendiği o gün onu Kimya ve Kriminoloji alanındaki bir arkadaşına yönlendireceğini söylemiş, bu sözünü tutmuş hatta kitap ve çeşitli gereç masraflarınıysa ”bir hayırseverin sana hediyesi” diyerek karşılamıştı. Açıkçası Nasey de onun bu masrafı karşıladığını tahmin ediyor ancak bu paranın nereden geldiğini sormuyordu. Çünkü bu koro şefi eski bir salgından sonra kullanılmayan, çok da yüzüne bakılır sayılmayan bir evde kalıyordu. Kira ödüyor muydu, kim bilir? Hoş o saçma sapan yere kira almak için bile uğranmazdı ya. Unutmadan bu koro şefi Nasey için bu gönlü zenginliğinin sebebini ” inanıyorum ki sen birgün adından çokça söz edilecek bir kriminal uzmanı olacaksın ve içeri attığın katil veya seri katillereyse beraber bestelediğimiz şaheserleri belirli sürelerde dinletecek onlara piyano dersleri de vererek, onları yeniden insan yapacağız. Aslında tam olarak içeri tıkmayacağız da, onları şu uğraş verdiğimiz izbe yerden hallice bir yere koyacaksın. Duvarları renkli olacak onları ıslah etmek istiyorsak, önce yeniden insan muamelesi yapmalıyız. Belki de o cinayetleri işlerken hiç insan muamelesi görmemesi etkiliydi. Onu öldürerek etrafı bir pislikten temizlemiş olabiliriz belki ama bu bir çare değildir. Belki de anlık bir dürtüyü keşfeden o insan cinayetin anlamsızlıklara anlam kattığına inandı . Elbette şu da var: masum bir insanı defalarca bıçaklayan, boğan veya işkence eden birine elbette lordlar gibi muamele edilmeyecek. Bir hücrede insanlardan uzak bir süre kalıp, yaptıklarını düşünecek eğer gerçekten yeniden insan olmayı hak ettiğini düşünürse o zaman bu dediğim uygulanacak.” Nasey bunu sağlayabilecek sistemi nasıl kabul ettirmeyi düşündüğünü merak etti, koro şefinin. Ya çıldırmak üzereydi ya da gerçekten iyi bir plana sahipti. Böyle insanlar istediklerini ne yapar eder elde ederler, diye düşünüyordu. Bayan Siharen, onun ne piyano çaldığını ne de dedektiflik hayallerini biliyordu. Aslına bakarsak, Nasey öyle sanıyordu. Çünkü, mutfakta mırıldandığı şeylerin ünlü bestelerin yorumlanışı olduğuna kanaat getirecek kadar zekiydi Bayan Siharen ve onun gözlem yeteneği ile kimya ve tıpa olan ilgisinin de öyle boş hevesler olmadığının farkındaydı. Bayan Siharen küçüklüğünde annesiz ve babasız kalmadan önce öğrenmeye ve öğretmeye meraklıydı. Nerede bir panayır olsa yahut nere birileri bir şeyler üzerine tartışsa yani faydalı şeyler için, o oraya koşardı hemen. Kendinden küçükleri bir anne ördek gibi peşine takar bir yerlere götürür ve öğrendiklerini öğretirdi. O sıralarda fark etmeden tanışmıştı, eşiyle. Eşi genelde ekim ve yapı işleriyle uğraşırdı. Ama hayvanlarla da ilgilenerek tıpki bir hayvan tabibine dönüşmüştü. Birisi ona: ” bu hayvan neden öldü” dese gidip kusursuz bir cerrah gibi onu açıp sorunu tayin edebilecek yetenekteydi. Bayan Siharen ondan 3-4 yaş kadar küçüktü ve yine çocukları toplayıp hayvanların kırkılmasını izlemek istedikleri bir gün karşılaşmışlardı onla. O zamanlar genç ve ürkek bir gökkuşağı kadar ilgi çekici olan Bayan Siharen, genç adamın gözlerindeki merakı, sevgiyi, acımayı ve yaşanılacakları görmüştü sanki kısa sürede. Bay Ligame o zamanlar genç bir subayın veya çiftlik sahibinin bu kıza gönül verebileceğini düşünüyor, kim bilir kimlerden olan bu genç kadının hayatına nasıl olup da girebileceğini tasarlıyordu. Onun annesiz ve kendisi kadar sessiz babasıyla bir başına yaşadığını öğrenip cesaret edip kapılarına kadar gidebilmişti. Tabiî tesadüftür ki, babası evde olmayan Bayan Siharen onunla çok kısa sohbet etmiş ve kendisiyle yuva kurma niyetini bildirdiğinde aldığı tek şarta ”mutlulukla” demişti. Bayan Siharen öğrenebilmesi ve merakını teşvik etmesini, bol bol tiyatroya gidilmesini ve kendisine kitaplar almasını istemişti, sadece ondan. Ne çok sıcak bir yuva, ne mücevherler ne zenginlik gayesi vardı. Öğrendikçe, öğrettikçe ve keşfettikçe mutlu oluyordu.
Nasey aslında yemek yapma konusunda çok da becerikli sayılmazdı. Genelde eline geçen sebze, yeşillikler ve diğer hoşuna gidenleri bir tencere atıp suyla pişirir bazen bulabilirse değişik soslarla bezerdi. Zaten Bayan Siharen’ in kolay kolay katı yemek yiyemeyeceği gerçeği düşünülünce içerlenilesi bir nokta değildi bu. Nasey, son zamanlarda biraz daha sessiz, biraz durgunlaşmıştı. Bunu sürekli cadde üstünde görüp durduğu pasta fırınında geçici olarak çalışmaya başlayan genç kadın sebebiyle olması kuvvetle muhtemeldi. Kendisi de tam olarak emin değildi ama pasta fırını önünden şu son zamanlardaki her geçişinde, tereddüt ederek içeri mahcup bir bakış fırlatışı sırasında güzel çizimlerinin olduğunu bilmesi dışında, hakkında çok da bir şey bilmediği bu genç kadına duyabildiği bir his miydi? Bugüne kadar pek fazla sayılmayacak kadına gülümsemiş ve onları gülümsetebilmiş bu gencin içinde yeni bir vadi mi kış uykusundan uyanıyordu, yoksa gelip geçici bir bahar hevesi kış sonu camların buğusuna mı tutunmaktaydı? Bunları çok da düşünecek vakti yoktu genç adamın. Para kazanması gerekiyordu. Hayalleri vardı ya sonuçta onun için dişini tırnağına takmıştı. Ne vardı ona büyük bir miras kalsaydı. Mesela bir konak kalsaydı, altta iki büyük daire ve çatı arasına çıkan bir merdiven. Çatı arasında kendisi kalıp kalan yeri bir doktora veya eczacıya kiraya verebilirdi. Bu sayede hem o insanlarla da ara sıra yemeklerde sohbet eder, eğitimi ve gelecek fikirleri için bilgi paylaşımları olabilirdi. Kriminal incelemeler nasıl olur bir şeyin bir cinayeti tanımlaması için nasıl bir kimyasalla muamaele edilmesi gerekir bunlar aklını kurcalıyordu. Bazen geceleri meraktan dudaklarını ısırıyor, bir oyana bir buyana dönüp çarşafı bir kenara topluyordu. Kesin bir şeyler yapamamanın verdiği huzursuzluk onun için yetip artarken bir de şu güzel çizimleri olan genç kadın çıkmıştı ortaya. Niye öyle özenli işlenmiş gibi hafif kıvırcık omuzlarına anca düşen saçları vardı ki. Hayır bir insan ilgilenmiyorsa neden süklüm püklüm geçen genç adam tam ona bakarken sağ kaşını kaldırıp ona doğru başını bir kaç santim oynatırdı. Ya, yoksa gerçekten şu sevda denen şeye tutulabilmiş miydi Nasey? Yani yemek yemelerinin azalması, ara sıra kaygılanması, gökyüzüne bakıp ahenksizce gülümsemeleri hayata duyduğu meraktan değil miydi? ”Besbelli aşıksın işte salak” deyip öbür yanına dönüverdi. Bir süre sonra uyuyuvermişti hafif sırıtarak. Kararlıydı Nasey, gidip bu genç kadın ile tanışacaktı. Peki, ya nasıl? O gördüğü kısa saçlı güzel gülümsemeli kıza bile gülümseyip bir merhaba diyemeyen bizim Nasey mi başaracaktı bunu, hadi canım sende. Peki bir de unuttuğumuz bir şey yok muydu? Ya bu genç kadın başka birini beğeniyorsa veya aman sakın, evliyse. Yok canım onun gibi birisi hemen öyle gönlünü kaptırıp evlilik çemberine düşmezdi ya. Sanki çok tanıyor gibi zihninden okuyup duruyordu bu replikleri, Nasey. Bayan Siharen, onun gülümsemelerinin anlamını çözmüş gibiydi. Evet belki uzun süredir tanımıyordu onu ama onun nasıl mutlu olabildiğini nelere, ne zaman canının sıkıldığını adı gibi biliyordu. Aslında hiç de bahsetmiyordu ondan, ya da Nasey mi öyle sanıyordu? Pencereye doğru baktığında gidip perdeyi kapatmak için uzandığında o genç kadının sokaktan geçişini görmüştü ve derin, tatlı bir nefes almıştı, hiç bir şeye aldırmadan. Bu Bayan Siharen’i aldatamayacak kadar apaçık bir çarpıntı belirtisiydi. Bayan Siharen de ona yapabildiği kadar gülümsemeye çalışmıştı bu davranışı sonrası.
Piyano ve akordeona olan hevesi her geçen gün artıyordu aslında Nasey’ nin ama o öğrenmek değil de özgürce keşfetmek istiyordu ve bazen şu koro şefinin sohbetlerinin fazla uzadığını düşünüyor, bunları piyano çalarken de yapabileceklerini ona söylemek istiyordu. Aslında çok geçmeden bu isteği bir nevi geçeği dönüşür gibi oldu çünkü koro şefi eski salgın sonrası kaldığı o yerde ağır rahatsızlanmıştı. Ne fazla laf edebiliyor ne de onun sözünü kesmek veya piyano çalışına karışmak için hamlelerde bulunuyordu. ”Büyük ihtimalle” dedi koro şefi, ” şu eski salgın o kadar da eski değil galiba, hem çok da iyi yaşadığım da söylenemezdi ya, belki uçurumun olduğu tarafa doğru sürükleniyorumdur ya da düşeceğim vadi öyle can acıtmadan beni kucaklayacak ve -hoş geldiniz bayım biz de sizin için bir konçerto hazırlığındaydık- diyecek”. Bu cümleyi kurması onun altı hatta yedi dakikasını almıştı. Artık sigarayla falan da haşır neşir değildi. Nasey bir yandan hafif hafif piyano çalıyor bir yandan yaşam, insanlar, yaşanmışlıklar ve bazen de türlü uslanmaz besteler üstüne biraz sohbet tüttürüyorlardı. Artık, piyano üstünde o istediği keşfi yapmaya başlamıştı. Huzursuzluk belirten notalara üç dört kez bastıktan sonra umuda dokunuyor sonra orada takılı kalıyordu. Ara sıra da mutluluğa bir kaç dokunuş hakkı vermek gerekiyordu, elbette. Bu sayede, sanki o genç kadına içini dökebiliyordu. Sahi o genç kadın sadece güzel resimler yaparak mı var oluyordu? Geçici başlamıştı ya işe, geri kalan zamanda ne yapıyordu ki? Acaba, ya gidip denizci veya gezgin bir mühendise ya da mimara şiirler mi düzüyordu. Yoksa onun gelişini bekleyerek gökyüzüne ya da uçsuz maviliklere sessiz çırpınışlar mı sunuyordu? Olamazdı ya böyle hep, gidip konuşmalıydı. Evet, o cesareti buldu kendinde. Hafif mavimsi o yeleğini bir çekiştirip ona kibarca ” pardon, merhaba, sen, seni yani sizi, buralarda görüyorum da ne zamandır, acaba isminiz nedir, bir şeylerle ilgileniyor musunuz, mesela mimarlığa hevesli olabilir misiniz, lütfen sorularımı içten birer buket olarak görün” diyecekti. Gece çok zorlu geçti, hayır, Bayan Siharen onun telaşının farkında olduğundan, pek ses çıkarmadı, zaten mesele Nasey’ nin için için kaygılara kapılmasaydı. Öğleden sonra onun geldiği saati biliyordu tam saat üç yirmi dörtte onların alt sokağından hızlıca geçiyordu. İşe büyük ihtimalle saat üç buçukta başlıyordu. Çünkü o yolu hızlıca geçtiğinizde bir dakikada pasta fırınına ulaşabiliyordunuz. Pek tabiî onun gibi birisi de işe beş dakika önce giderdi. Nasey hazırlandı, hatta antikacının bir tanığından güzel bir koku da ödünç alacaktı, o gün. Aksilik o ya, o güzelim parfümü verecek olan eczacı saat ikide değil de ikiyi yirmi geçe gelmişti. Neyse hâlâ bolca vakti vardı. Saat üçü yirmi geçiyordu, caddeye doğru giden yolda onu beklemeye başladı. Evet, tam da karşıdan bu sefer çok daha hızlı geliyordu. Biraz, heyecanlanacaktı ve bunun farkındaydı. Bu sebeple, otuz beş, otuz altı kere prova yapmıştı. Peki, bu sefer neden bu kadar hızlıydı. Acaba onu fark edip, hızlıca gelip onunla küçük bir sohbet sonrası biraz daha yavaşlayıp işe sakince gidebilmek için miydi? Neden iş çıkışını beklememişti. Ama o zamana hava kararıyordu, bunu daha önce kendi kendine tartışmıştı ve hava kararmasına yakın hem de o yorgunlukla konuşabileceklerini sanmıyordu. Tüm cesaretini toplayıp, tam ona bir kaç metre kala yüzüne baktı ve ”pardon mer…” diyebildi. Çünkü genç kadın o kadar hızlı gitmişti ki devamını söyleyemedi, bile. Ne olmuştu, neden bu kadar umursamazca geçip gitmişti. Yoksa, evet onca zaman içini yiyip kemiren şey kesinkes doğruydu. Bağlı olamayacağı birine selam verip vakit kaybedemezdi. Koşarak uzaklaştı oradan. Denize kadar koşmak istiyordu, yaklaşık dokuz kilometrelik bir yoldu bu. Gelin görün ki Bayan Siharen ile de ilgilenmesi gerekiyordu. Döndü, ağır ağır evin bulunduğu sokağa girdi ve sessizce kapıyı açtı. İçinde her şey paramparça olmuş ne gülümsemeye ne de merhabaya yetecek bir kırıntı arıyordu. Zaten şuan dokunulacak gibi değildi. Bayan Siharen onun çaresizliğini fark etti ve homurdanmaya başladı. Hiç bir şey söylemedi, biraz yorgun olduğunu belli edercesine omzunu silkti ve mutfağa yöneldi. Aslında, yorgunluktan gram eser yoktu. Acınılası bir sonbahar sanki ona hasta olmak üzereyken rastlamış gibiydi, sadece. Yemeği bir türlü yapamıyor, doğradığı şeylerin bir kısmı büyük bir kısmı küçük ve anlamsız parçalardı. Ezmeyi bile unutmuştu bazılarını. Unuttuğunu fark edip biraz ısınmış yemeğin içine elini daldırdı parçaları çıkarıp ezdi, tekrar yerine koydu. Elini silme gereği duymadı bile. Fark etmemişti ama saat altı olmuştu. Yani, yarım saat sonra genç kadın işini bitirecek minik elleriyle çalışanlara el sallayıp, iç kıpırdatan gülümsemesini sunup yola koyulacaktı. Ama bir dakika, Bayan Siharen kaç dakikadır sessizdi. Yanına uğradı, güneş baya batmaya yaklaşıyordu, peki nasıl olurdu bu daha yaklaşık on beş yirmi dakika yok muydu, söylendi Nasey. ” günler mi kısalıyor, aksi gibi baharda hem de?”. Bayan Siharen, ona saati göstermeye çalışmıştı kendince, ne vardı bunda. Yemek hazır olacaktı neredeyse. ” Peki, sabırsızlanmayın, yemeği getiriyorum demişti.” Mesele aslında yemek saati değildi. Çünkü duvardaki saat onun saatine göre yaklaşık yirmi dakika ilerideydi. Peki nasıl olurdu, bu? Saatini yakın zamanda tamir ettirmesi gerektiğini hatırladı. Nasıl yani, peki benim saatim yanlışsa onun da mı yanlıştı, yoksa işe neredeyse yirmi dakika geç mi kalıyordu? Evet, Nasey sonunda farkına varmıştı. Sanki, aldığı tüm kimya ve kriminal inceleme kitaplarını okumuş gibi bir sevinç kapladı içini. ”Evet, yemek geliyor şimdi, tamam dedi”. Büyük ihtimalle genç kadın işe geç kaldığı için onu dinlemedi bile. Çünkü, zaten işe başlayalı çok uzun zaman olmamıştı ve hayli kısa olan çalışma süresinde yaklaşık yirmi dakikalık kayıp çok kötü bir şey olurdu. Peki, peki ya neden gecikmişti, işte yemek sırasında aklını kemiren de buydu. Yoksa o salak mimar adayı genç, çizimleri arasına bir çiçek mi kondurmuştu onun için, yoksa o denizciden bir mektup falan mı gelmişti? Ne gibi bir şey ona bu vakti kaybettirebilirdi ki, bu sorular sırasında yemeği buz gibi olmuş, Bayan Siharen ise huysuzlanır gibi homurdanmaya çalışmıştı. İş çıkış saati geçmişti, genç kadının. Bu sebeple bugün gidip onun karşısına dikilip konuşma fırsatı yoktu. Yine de o şansını deneyip fırladı sofradan. Pasta fırını gittiğinde kapanmak üzereydi ve caddede de pek kimse yoktu. Ertesi günü bekleyene kadar karnına türlü ağrılar girmişti. Öğleden sonraya kadar zorla bekleyebilmişti. Biraz kimyaya dair şeyler okumuş biraz piyano için müzisyenlerin olduğu bir çevrede bir kaç sohbete katılmış. Aslında aklındaki tek şey, genç kadının kendisine ne diyeceği olmuştu. Saatini bu sefer bir kaç kişiyle karşılaştırdı ve iyice emin olduktan sonra yola koyuldu. Saat üçü yirmi iki geçe genç kadını sokağın başında gördü. Genç kadın, onu başta fark etmedi, belki güneşin yüzüne doğru gelişinden yahut sokağın boğucu havasından ama yaklaştıkça ona doğru sanki heyecanla geliyordu. Nasey, genç kadına doğru yürüdü: ” özür dilerim, dün sanıyorum işe geç kalıyorken sizi rahatsız ettim galiba ama sizle ilgili bir kaç şey mer..” sözü kesilince heyecanlandı, başını eğdi. Genç kadın: ”Merhaba, üzgünüm, dün size aslında selam verecektim ancak evet işe geç kalıyordum, bu sebeple size bir merhaba bile diyemedim. Sizi tanıyorum. Yani en azından bizim ürünlerimize ilgi duyan biri olmanız dışında kimyayla da ilişkili olduğunuzu sanıyorum, hatta bir kere de akordeonla geçerken gördüm sanki sizi. Benimle ilgili bir şeyler mi merak ediyordunuz? ” Gözleri kocaman oldu Nasey’ in. Kendisinin kimyaya merakı olduğunu nasıl da şıp diye anlamış olabilirdi ki. Kesin o dedikoducu çırağın işiydi bunlar. Kim bilir hakkında neler söylemişti. Genç kadın onun iç sesini fark etmemiş olsa gerek: ” acaba konuşmayacak mısınız?” Nasey: ” şey ben kimyaya ilgim olduğunu nasıl da hemen anladığınızı merak etmiştim, üstelik hiç de konuşmadık” Genç kadın:” elinizde bir kaç kez kimyanın prensipleri gibi kitaplarla fırınımızın önünden geçince fark ettim. Üstelik kitaplarınız da fark edilmeyecek şeyler değildi”. ”Ya öyle mi? Oysa bir çok insana göre sıkıcı, acı verici hatta boğucu kitaplardır, onlar. Yani fark etmek istemez çoğu kimse. Siz, siz kimyayla ilgili misiniz, yoksa.” ”Aslında sayılmam” dedi genç kadın. ”Ben daha çok çizmeyi seviyorum ancak meraklı biriyimdir nedense, o sebeple dikkatimi çekmiş olmalı, bu arada gi…” ”mimar mı olacaksınız yoksa, ya da ressam. Sadece çizimler mi ilginizi çeker” . ” Konuşmaya devam etmeyi isterdim ama bugün de işe geç kalmasam iyi olacak. Görüşmek üzere.” ” Peki, peki adınız?” Genç kadın hızla uzaklaşıp gitmişti. Sanki Nasey’in ona seslenmek isteyişini duymamak ister gibi, hızlıca sokağın caddeyle birleştiği yöne doğru ilerlemişti. Peşinden mi gitmeliydi ama peki ya pasta fırınından ya da çevreden birisi görür de genç kadın hakkında ileri geri konuşmaya çalışırsa. Yaparlardı, buna emindi. Kesin onu genç kadınla bir dakika sohbette görüp genç kadınla iş çıkışında nasıl da işi pişirmeyi planladıklarını bile konuşmuşlardır kesin. O pasta fırının çırağı yok muydu, hele çırak değil de çeneden ve dedikodudan hamuru karılmış biriydi sanki. Neyse,Bayan Siharen için bir şeyler hazırlama ve evin temizliğini yapmak gerekti. Çıkışta nasılsa görebilecekti onu. Saatler yine onu göstermeye başlamıştı. Koşar adımlarla ama sakinliğini bozmadan ve heyecanını belli etmeden genç kadının geçeceği yolun başına geçti, beklemeye başladı. Gelen giden yoktu. Yolu baştan aşağı gezmeye başladı. Şu öndeki güzel dalgalı saçlı o olmalıydı, ilerledi. Hafiften seslenmek istiyordu ama ne demeliydi ki. Pastalarıyla gönlümü fetheden kadın mı ya da güzel ve gizemli diye bir takma adla mı seslenmeliydi. Köşeyi dönünce genç kadını kaybetmişti. Olamazdı bu. Tam onla bir fırsatını bulup sohbet edecekti işte. Nasıl olmazdı bu, derken genç kadının karşı yolda kendini beklediğini gördü. Yanına gitti. Genç kadın:” galiba bir kaç cevap almadan bugün size rahat yok”. ” Beni baya tanıyor gibisiniz. Şöyle ki çizmeyi sevdiğinizi, ilginiz olduğunuzu söylediniz ama ressam mı oluyorsunuz ya da mimar olmayı mı düşünüyorsunuz hiç bilmiyorum ve adınız, asıl adınızı henüz öğrenemedim. İnanın arkanızdan kaç kez seslenmeyi düşündüm ama.” ”İgrain diyebilirsiniz şimdilik. Ancak bu kadar meraklı olmanız beni şaşırttı doğrusu. Açıkçası çizmeyi seviyorum evet ama henüz mimar olma gibi bir gayem var mı yok mu emin değilim. Aslına bakarsanız fizik veya matematikle ilgilenmeyi de düşünüyorum. Babam ve annem bu konuda destekçim. Babam matematikle baya içli dışlı ve o fiziği de sevebilirsin diyor. Ama bense kararsızım. Bu arada neden bunu konuşuyorsak ve farkındaysanız geç oldu. Benim gitmem gerek”. ” Peki evinizin yakınına kadar en azından sizi bırakabilir miyim?” ”Hayır, teşekkür ederim. Bu arada beni bu kadar merak etmeniz ve ısrarcı olmanız şaşırtıcı. Bu merakın nedenini öğrenmek isterim birgün ama şuan cidden hızlıca evime gitmeliyim”. Öyle bir şeydi ki, bir anda gözden kaybolmuştu. Hani sanki evi o sokakta gizli bir bölmede falandı. Acaba bir yanlış mı yapmıştı, yoksa onun bu tavrı sıkıcı mıydı? Genç kadın sıkılmış olmalıydı. Sonuçta neredeyse hiç tanımadığı biriydi. Belki onu psikopat belki bir sapık gibi görmüş olabilirdi. Ben öyle biri gibi gözükemem ama diye tekrarlarken yolunu kaybettiğini anladı. Biraz duraksadı. Geçtiği caddeleri tahminlemeye başladı. Sonunda doğru sokağa girip evin yolunu tutmuştu. Eve girdiğinde Bayan Siharen uyukluyordu. Ona sanki ”bugün de bir yerlerde piyano veya kimya adına birileriyle konuşman gerekmiyor muydu” der gibi baktı sonra. Nasey sanki bunu anlamış gibi: ” bir yerde bir işim vardı, kısa bir iş. Bu arada hem de hava almış olurum diye çıktım. Uyukladığını fark edince de hızlıca gider gelirim dedim. Bu aralar piyanoyu kendi kendime hallediyorum. Akordeonla çok da çalışmıyorum açıkçası. Neyse biraz daha dinlensen çok iyi olacak. Ben de kimyayla ilgilenmeye devam edeyim”. Kriminal bir incelemenin kolay olmadığı, kitabı her açışında pekişiyordu. Yangınla ve yanmış cesetlerle ilgili incelemelerinse çok daha zor olduğunu görmesi Nasey’ i yıldırmıyordu. Çünkü o buna kendini adamıştı. Aklından türlü türlü şeyler geçiyordu. Sanki küçük çapta değişik şartlarda deneyler yaparak istediğine ulaşacak gibiydi. İşler o kadar kolay yürür müydü peki? Yani tüm o şeyleri sağlayabilecek malzemeyi nereden nasıl bulacaktı ve dahası bunlar için yeterli bilgiye sahip miydi? Mutlaka bir uzmana ihtiyacı vardı ama o özgür çalışmayı seven biriydi. Yönlendirilmeyi seviyor ancak dikte edilmeler genelde huzursuzluk veriyordu. Merak ettiği bir şey vardı aslında: gerçekten her şeyin gizemi çözülebilir miydi? Hatalar mutlaka olmaz mıydı ya da küçük şüpheler. Peki o zaman bu kadar kesin yargı nedendi? Doktorların Bayan Siharen’i boş verip onunla ilgili tek bir kelime bile etmemeleri, onun umutsuz vaka oluşu. Nasıl bu kadar emin olabilirlerdi. Ya da o genç kadının kendisiyle dalga geçmeyeceğini düşünüp nasıl da her şeyi bir bir sıralayıverdi onun karşısında. Tüm bunların cevabı bulanıktı. Uykusu bunları daha da bulanıklaştırıyordu. Olanları düşündü birden acaba genç kadını yarın gördüğünde ne demeliydi? Ona küçük bir armağan, biraz bildiği bestelerden dinletmeli miydi? Yoksa onun için kimyanın mucizesini kullanarak kolay kolay solmayacak çiçekler mi vermeliydi? Sadece bu kadar mı geliyordu aklına, yani her gece onca şey yüzünden uyuyamayan bu gencin, bir kadına sunabilecekleri şimdilik bu kadar mıydı? Bir şeyler tersti şu hayatında, anlamlandıramıyordu bir türlü. Uyku ağır bastı. Ertesi gün nedense hep çaldığı piyanoyu gittiği yerde bulamadı. Peki bir antikacı dostu vardı çalıştığı yerin. Orada bulabilir miydi onu? Evet oradaydı. Vitrine öyle herkese sunulacak bir şey olmadığından arkalardaydı. Ona değen parmakların kolay kolay toz olmayacağı, sade bir reveransın büyüsüyle bir yarım saat üzerinden ellerin ahenksiz tınısı olabilecek bir piyanoydu, bu. Ne de çok övmüştü onu böyle. Dükkan sahibine merhaba dedikten sonra piyanoyu ara sıra çalmak istediğini ve bu piyanonun onun için önemli bir parça olduğunu, günün birinde onu satın alabileceğini ancak şimdilik bu teklif için erken olduğunu iletti ve satılmaması için yalvardı. Her gelişinde ona biraz para verebileceğini ve isterse ona kendi bilgisi dahilinde her şeyi sunabileceğini iletti. Biliyordu ki sahaflar ve antikacılar bilginin gizli arayışçılarıdır. Eskiye olan merakları, dünü toplayıp bugüne dikkat çeken her şeyi ortaya çıkarmaktan kaynaklıydı. Kolay kolay bir antikacı veya sahafın ille de para diye bir derdi olmazdı.
Genç kadının dükkana gittiği saatten biraz sonrasında dükkanın önünden geçti. İlk geçişi biraz hızlıydı. Bu sebeple görmemiş olmalıydı, onu. Bir kaç kez daha geçti ve bu sefer ağır ağır ilerleyip dükkanı iyice süzüyordu, ancak bir sorun vardı. Genç kadın orada yoktu. Bir saat sonra mesai çıkışıydı ve şöyle bir sorun da vardı. Dükkan sahibinin de orada olmadığını hatta dedikoducu tipin de orada olmadığını fark etti. Neler oluyordu? İçeride genç bir çırak ve henüz tanımadığı, dükkana da oldukça yabancı birisi vardı. İçeri usulcu girip sordu: ” merhaba, bugün herkes nerede?”. Genç biraz duraklayıp cevapladı: ” bilmiyor musun?”. ” Neyi bilmiyor muyum, neler olduğunu söylemek ister misin, dükkan mı satıldı ne oldu?”. ” Hayır, herkes şuan şu güleç genç kadın vardı ya onun evinde olmalı. Dün bir kaza geçirmiş, galiba aramızdan ayrılmış.” hafifçe başını eğdi bu sırada ve sözcükler yavaş yavaş döküldü ağzından. ” Sen sen ne dediğinin far…” daha fazla devam edemedi. İlk şokun etkisiyle zorla kendisini dışarı attı, Nasey. Nasıl olabilirdi bu, onu kendisi evinin yakınına götürmüştü. Hiç bir şey yoktu. Ne kazası nasıl bir şeydi bu. Dönüp gencin yakasına yapışıp her ayrıntıyı isteyecekti belki ama o kadar gücü ve kelime bir araya getirebilecek vaziyeti kendinde bulmadı. O, o ölmüş olamazdı. Tekrarladı durdu bunu. Böyle bir şey olamazdı, beş, altı, yedi, belki yirmi, yirmi beş defa caddede yürürken tekrarladı, bunu. Eli bir saçına gidiyor, bir yüzüne, bir belinde kavuşuyor elleri ve dönüp duruyordu istemsizce. Aklına bir fikir geldi, onu dün bıraktığı yerden biraz daha öteye gidecekti. Eğer bir kaza izi, kan lekesi falan bulursa biraz olsun inanabilecekti. Peki ya o durumda ne olacaktı. Yani o zaman evine gitmesi gerekirdi. Bunu düşünecek vakti olmadığı için soluk soluğa oraya gelmişti. Caddede bir kaç kırık cam gördü biraz ileride ama öyle büyük bir şey değildi. Ne kan lekesi vardı ne de üzüntülü insanlar vardı, çevrede. Tek tek sora sora ilerlemeyi düşündü. İşte şurada kapı önüne hareketlenmiş bir dükkan sahibi vardı. Yutkuna yutkuna yanına gidip: ” af… afede… afedersiniz burada dün bir kaza oldu mu acaba, genç bir kadın hatta” . ” Siz polis misiniz, dünden beri pek soran olmadı ama söyleyeyim benim de dükkanıma o pislik zarar vermişti.” ”Kim, kimdi zarar veren, genç kadın olamaz ya”. ” Hayır, onu rahatsız eden, buralarda son zamanlarda oraya buraya sataşan bir tip. Herkes onun nereden geldiği belirsiz bir serseri olduğunu söylüyor ama kimse ona karşı bir şey yapmıyor, ne polis ne de diğer dükkan sahipleri. Aslında bu yakında oturanlar şikayet etmiş diyorlar ama emin değilim.” .” Bir dakika bir dakika, genç kadını rahatsız eden derken nasıl yani. Şunu baştan anlatır mısınız?”. ”Yahu neyi amaçlıyorsun be adam, dedektif misin?”. ” Sayılırım, sen söylesene ne oldu. Bak elim ayağım titriyor ne olur anlat”. ”Dün bu saatlerdeydi işte genç kadın buradan geçiyor olsa gerek. Ara sıra görüyorum bu saatlerde. İşe başlamış olmalı ki hep aynı saatlerde geçiyor buralardan. Sonra o serseri buralarda oturuyordu galiba, emin değilim. Başım derde girsin istemem, anlıyorsun ya. Sonra genç kadını rahatsız etmeye başlamış olmalı ki bir süre sonra bir çığlık duydum aslında iki galiba serserinin de sesi vardı sanki, boğuk bir erkek sesi. Sonra gördüğüm tek şey kadının yerde kanlar içinde olduğu ve o serserinin etrafta görünmediğiydi. Bir kaç kişi kadına yaklaştı, bir kaçıysa dükkanı evinin kapısını kapatıp içeri sığındı. Yardım çığlıkları atanlar en yakın polis merkezine ve hastaneye haber verilmesi gerektiğini söyledi. Ben dışarı çıkıp hastaneye doğru bisiklete atlayıp gidecekken, bir genç fırtına gibi oraya doğru gitti. Birisi de polis merkezine doğru bağırarak gidiyordu. İşte tüm olanlar bu.” . ”Peki ya sonra, genç kadın yaşamıyor muydu. Hiç kimse bir şey demedi mi. Hastaneye yetiştirilemedi mi?” ” Bilmiyorum, etraf kalabalıklaştı, sonra bilirsin polis de oraya gelince uğraşmak istemedim. Ben evinde iki küçük yavrusu olan birisiyim genç adam, başımı en ufaklarından da olsa dertle yormak istemem.” ”Peki polise bir şeyler söyleyen, olayın içinde olan yok muydu burada. Bu, bu benim için çok önemli anlıyor musun?” ” Bilmiyorum dedim ya, haydi ben de dükkanı kapatacağım izin verirsen. Şuradaki dükkanlara sor işte.”. Nasey diğer dükkanlara hatta evlere bile gitti. Kapıyı açıp bir şeyler söylemeyi bırakın dükkandan çıkmazsa onu bir güzel benzeteceğini söyleyen veya evinin önünden gitmezse onu akşam yemeğine yahni yapabileceğini söyleyenler bile oldu. Bu amaçsız çırpınışlar umut vermeyecekti belli. Bu sebeple eve dönüp Bayan Siharen ile ilgilenmeliydi. Bayan Siharen o eve geldiğinde huysuzluğunu dile getirdi. Homurdanması ayrıca meraklıydı da. O da, bugün çok büyük bir kayıp yaşadım, sanki şu vücudumun neredeyse yarısı deşildi. Bilmiyorum neden ama böyle hissediyorum dedi. Komşuları ona yemek bırakmıştı. Sanki onun gelemeyeceğini bilir gibi ve Bayan Siharen’ de yemek yediğini ona anlatmaya çalıştı. Çok da umursamadı. Gözlerine baktı donukça Bayan Siharen’ in ve ” sanıyorum bir ihtiyaç yok” dedi. Uzaklaştı sonra odasına doğru. Odasında pencereyi açtı, rüzgarlı ama bulutsuz bir gece karşılıyordu onu. Rüzgar gözlerindeki yaşı silmeye yetmiyordu oysa camı daha çok açıp haykırmak ister gibiydi. Bir şeyler söyleyemedi. Söyleyemedi çünkü, hıçkırıyordu içten içe. Onu daha keşfedememişken kaybetmiş olamazdı. Onun daha gözlerine uzun uzun bakamamışken bunlar olmuş olamazdı. Ya, ya bu gördüğü bir rüyaysa, şöyle kendini bir silkelemeliydi. Uyanmalıydı bu sığ kabustan. Benliğini tazelemeliydi. Rüzgar şiddetlendi ve sonra Bayan Siharen homurdanır, biraz da ses çıkarır gibiydi ona. Odasına koştu. Bardağı yere düşmüştü. Etrafın kirlendiği düşüncesiyle ”pislendi mi” der gibi oldu. Aslında bardağı kendi çabasıyla düşürmüştü. Nasey’ in şu son hallerinden pek de hoşnut değildi. Onu bu kadar başına buyruk, bu kadar da vurdumduymaz bulmaktan hiç hoşnut değildi. Nasey: ” yok bir şey, telaşlanma. Farkındayım, benle ilgili endişe duyuyorsun ama seni telaşa düşürecek bir durum yok. Sen kendi sağlığına bak. Görüyorum ki daha iyiye gidiyorsun. Eminim ki bir gün ayağa kalkıp yine bir şeyler söyleyeceksin. Belki eskisi gibi huzurlu olmayacak o kadar ama biliyorum, sen inatçısın, yaparsın. Bense hayata daha iyi tutunacağım, hiç endişen olmasın.
Bayan Siharen ile umut dolu olan o konuşmanın olduğu gece sonrası, Nasey’ nin hayatı biraz daha iyileşti. Kimya alanında kendisini ilerletmesi için eski bir antikacının dostu olan bir Kriminal profesörü onu laboratuarında çalışmaya davet etti. Bir yandan eğitim de alacaktı. Ancak bunun için önce burslu olabilmesi gerekti. Çünkü eğitimi sırasında masrafları artacaktı. O sebeple burs sınavlarına hazırlanması için vakit tanıdı ona profesör. Bu sırada da laboratuarda işleri öğrenecek ve hayal ettiği kriminal uzmanlık için büyük olmasa da nitelikli adımlar atmış olacaktı. Gün gelip çattığında, o güzelim laboratuara girdi. Hayranlık duyduğu, okuduğu hemen her şey karşısındaydı. İlk gün biraz zorluydu. Profeör Hebzia ona nasıl çalışması gerektiğini, nelere dikkat etmesi gerektiğini öğretti. ” İşler bu kadar kolay değil, ilk geldiğinde gözlerinde gördüğüm hevesi, bir yıl sonra görememekten korkuyorum. Çünkü buraya sen kadar olmasa da oldukça hevesli şekilde gelen en az on genç bir yıl bile dolmadan buradan omuzları düşük, başı öne eğik olarak ayrıldı.” Bu anlattıkları Nasey’ i daha da teşvik etti. Artık kendisine ait bir laboratuar önlüğü vardı ve ona laboratuar prensipleri kitabı da verilmişti. Her gün harıl harıl onu okuyor. Daha da teşvikle ev işleriyle de uğraşıyordu. Piyano çalmaya yine ara ara gidiyordu. Bayan Siharen’ in yine de çok mutlu olmadığını gördü. Bayan Siharen onun hâlâ içinde bir sıkıntısı olduğunu biliyordu. Onun tam olarak mutlu olmadığına emindi. Nasey ‘ de aylar sonra bir gün yine o caddeye gitti önce. Sonra gidip pasta fırınındakilerle konuştu. Evini öğrendi ve oraya gitti. Büyük ihtimalle kimseyi bulamayacağını söylediler ona, çünkü genç kadının bir tek annesi vardı ve onun ölümü sonrası orada kalmak istemiyordu. Nasey inat etti ve tüm cesaretiyle o eve gitti. Ancak söylenenler gibi gerçekleşti her şey. Evde bulduğu kişiler onları tanımadığını oradan sadece 50’li yaşlarda bir kadının, onlar taşınmadan önce o evden ayrıldığını söylediler. Nasey, onun mezarını bilip bilmediklerini sordu. Bu pasta fırınındayken aklına gelmemişti. Bu sebeple, istediği cevabı alamayınca tekrar pasta fırınına gitti. Onun mezarını tarif ettiler hatta dükkan sahibi de gideceğini, beraber gidebileceklerini söyledi ve iki gün sonrası için sözleştiler. Simsiyah giyindi o gün. Gittikleri mezar kıyıda köşede kalmıştı. Genç kadının henüz adı oraya işlenmemişti. Gözleri hafif hafif doluyordu. Yaşlara aldırmadı, gitti toprağa sarıldı. Sessiz sessiz ağladı bir kaç dakika ve bir süre sonra bağıra bağıra etrafı hiç de düşünmeden ağladı. Bir an duruldu, kalktı. Göz yaşlarını sildi, ona veda etti ve gitti.
Laboratuarda yavaş yavaş bir şeyler öğreniyor, bir cinayetle veya olayla ilgili delil nasıl alınır, nasıl incelenir, neler önemlidir, yavaş yavaş kavramaya başlıyordu. Bir gün saç telinin çok önemli olduğunu, hatta bir giysi parçasının bile kişiyi ele verebileceğini, orada neler yaşandığını anlatabileceğini öğrendi. Bu sebeple aklında olan şey, gidip genç kadını öldüren o pisliği bulmaktı. Bulsa ne yapacaktı bilmiyordu ama bulmaktı, tek derdi. Sonunda o caddeye gidip bir şey aramaya başladı. Bir kaç küçük iplik ve çok çok az kan lekesine benzer şey vardı. Bunları değerlendirebileceğini düşündü. Peki ama, neden kimse buraya daha önce gelip bu işin üstüne düşmemişti. Bir karışıklık, işin içinde bir bit yeniği olsa gerek diye düşündü. Topladığı delillerin pek de yeterli olmayabileceğini adı gibi biliyordu ama bir umuttu işte. O sırada onu dikkatlice izleyen bir çift göze rast geldi. Üstünden ayrılmıyorlardı, pür dikkat ona bakıyorlardı. Merakını gidermek için onlara doğru yöneldi, küçük çocuk ürkekçe: ” bilmiyorum, bilmiyorum. Hatırlamıyorum, ne olur” demeye koyuldu. Nasey onun olaylara tanıklık edebileceğinden şüphelendi. ” Anlat bakalım, uslu dur, hiç bir şey olmayacak. Sen burada olanları, o genç hanımın başına gelenleri gördün değil mi, doğruyu söyle.”. ” Ben, ben eve gitmeliyim. Doğru değil bunlar. Ben küçük bir çocuğum, bir şey bilmem” diye çıkıştı. Oysa gözleri o kadar şiddetle bağırıyordu ki olanları anlatmam için biraz daha üstüme gel diye, Nasey devam etti: ” sen bir şeyler biliyorsun, haydi korkma. Dedektifim ben, aramızda kalsın. Bu olay çok önemli. En ufak bir bilgin bile varsa bizim için çok önemli. Haydi küçük kanuna gerçekleri anlatmak çekinmiyorsun ya. Söylesene sen gibi geleceğin avukatı olacak birisine yakışıyor mu?” . ” Bir adam, buralarda ara sıra dolaşıp, hemen herkese sataşan, ara sıra oyunumuzu bozan o adamdı. Hatta bazen gelir, ip atlayan kızların elbiselerini çekiştirmeye çalışır, bazen güzel bir yumruk veya diz yer ama vazgeçmez. Oydu, yemin ederim ki oydu. Avukat veya doktor olamamak adına size yemin edebilirim. Aramızda kalmalı ama. Annem veya babam söylediğimi duymamalı. Saçları siyahlı beyazlı, biraz soluk yüzlü. Sağ yanağında sanki çok sert bir tokadın izi gibi koyulaşmış bir şey var. Gülüşü, gülüşüyse o kadar karanlık ki. İğrenç bir gülüşü var. Onu görseniz hemen anlarsınız. Dişleri de o kadar bakımsız ki o gülüşü tamamlıyor.”. ” Peki, nerede bulabilirim bu herifi ben.”. ”Bilmiyorum, biraz kısa boylu bir tip işte. Buralarda geliyordu hep ama o günden sonra görmedim. Zaten ailem de öğretmenimiz de tembihledi eğer görürsek uzak duralım diye ama gelmezmiş kolay kolay.” .” Demek hemen herkes tanıyor onu ha.” .” Bilmem galiba. Şimdi gitmeliyim. Babamdan önce eve girmem gerek. Yoksa bana bu haftalık çikolatamı almaz.”. ” Peki küçük, senin yardımın oldukça fazla. Ya senin gibi böyle bunları anlatabilecek bir büyük var mı çevrende”. ”Bilmem, şu ikinci kata sorun. O her şeyi bilir. Olayı çoğu kişi gördü aslında. Haydi görüşürüz” deyip uzaklaştı küçük. Çocuğun bahsettiği ev, ona bırakın kapıyı açıp bir şeyler söylemeyi, dövmekten beter eden yerdi. ”Kesinlik burada bir şeyler dönüyor. Bu serseriyi herkes tanıyor ve ne çıkarları varsa seslerini çıkarmıyorlar.” diyerek eve doğru yürüdü Nasey. Bayan Siharen artık daha az homurdanıyor, sanki ona daha az yük olmak istiyor gibiydi. Ama bazen başını okşamaya çalışır gibiydi gözleri ve bunu belli etmeye çalışıyordu. Nasey yaklaştığında da bazen onu olanca gücüyle öpmeye çalışıyor, bir kaç küçük dudak oynamasıyla anlına bir öpücük konduruyordu. Bazen Nasey onun ellerini alıp kendine sarıyordu. Onlar için en güzel rahatlama ve sanki bir moral bulmaydı bu hem Bayan Siharen için de sanki bir egzersiz gibiydi bu durum.
Laboratuara getirdiği örneklerin bir kısmı pek de sonuç verecek cinsten değildi. Çünkü elde karşılaştıracak bir şüpheli yoktu. Evet deliller bir erkeğe hatta orta yaşa yaklaşmış olgun bir erkeğe aitti. Net bir hastalığı var mıydı, yahut başka ne özellikleri vardı bulmak o kadar değildi. Sadece bir detay dikkati çekti. Proseför, atlanılmaması gerek bir nokta olduğunu ve geçmişteki çalışmalarında rastladıklarını düşündü, bu örneğe yakın bir şeye. Bu bir kan grubu çalışması gayri kanuni olarak da sanki bir babalık testi gibiydi. Ancak bunu yaptıran kişi, çevrenin en iflah olmaz kirli işlerini çeviren aynı zamanda liman ihracatlarını da kontrol altında bulunduran biriydi. Böyle bir şeyle ne alakası olabilirdi. Proseför: ” bu konuya tam olarak eğilmek doğru olur mu bilmem ama benzer bir örnekle yıllar önce karşılaştığımızı düşünüyorum. Tabiî o zamanlar şimdiki gibi daha net şeylerden bahsetmek çok zordu. Gelişen tanı testleri yoktu. Bunu o adama anlatana kadar kılı kırk yarmıştık ama nafileydi. Bir kere parayı verip de başımıza iki psikopat adamını dikmişti. Acaba…” diye sessizce düşünmeye daldı. Nasey:” acabası nedir Bay Hebzia. Yoksa bu pisliğin o adamla bir bağlantısı olabileceğini mi düşünüyorsunuz”. ” Şüphe hem yersiz hem de aklı çalışmayı itici bir kuvvettir. Bu açıdan şüphe etmek her zaman gerekli diye düşünüyorum.” . ” Peki ya bu durumda ne yapacağız. Gidip adamın karşısına çıkıp, sen böyle böyle birisini tanıyor musun, mu diyeceğiz?”. ” Bence bu o kadar kolay değil. Dedim ya bu çevreye hakim birisinden bahsediyoruz. Sadece körüklenmiş bir yürekle oraya gitmek biraz sorun olabilir. Bilimi tamamiyle arkamıza alabilmeliyiz. Ya da en azından biraz daha fazla delilimiz olmalı.”. ” Ama siz de biliyorsunuz. Çevrede başka delil bulunmuyor.” . ” Belki gözünden kaçmıştır. Yarın bir de birlikte bakalım, bakarsın bir şeyler keşfederiz. Umutsuzluğa bu kadar da kapılmak sanki biraz yersiz.” Ertesi gün gittiklerinde ki yine sorun olmasın diye biraz geç saatte gitmişlerdi. Pek bir şey bulamadılar. Yalnız yine fark edilen bir çift göz vardı yine, onları dikkatlice izleyen. Sessizce gelip bir kaç parça cam getirdi. ”Bunlar onun elindeydi koşup aldım, parlıyorlardı. Acaba kötü bir şey miydi bilmiyorum ama” dedi. ” Bay Hebzia:” Tanıyor musunuz bu genci.” . Nasey: ” Evet, geçen bana yardım eden bu küçük ve cesur delikanlıydı.Burada dönen tüm işlere rağmen, o bildiği her şeyi gelip anlattı.” Bay Hebzia: ”Burada çalışmamız bu kadarlık olsun. Sıcağı sıcağına bakalım şunlara. Umuyorum bir şeyler buluruz.” Hızlıca laboratuara gidildi. Nasey yine Bayan Siharen ‘in baş ucuna gidip saçlarını okşuyor, ona umut dolu sözler söylüyordu. Sanki Bayan Siharen de bir şarkıyı mırıldanmaya çalışır gibiydi. Sevdikleri bir konçerto ya da eskiden duyduğu eşiyle anlamı olan bir şarkı olabilirdi bu. Eşlik etti bildiği kadarıyla Nasey. Şarkıyı ona çok da güzel sayılamayacak sesiyle söyledi. Sonra onun ayak ucunda uyuyuverdi o gece. Ertesi sabah laboratuara koştu. Beklediği tam olarak olmasa da bir delil olabileceğine dair işaretler vardı. Cam parçası o huysuz ve gergin varlıklı adamın izlerini de onun zamanında yaptırdığı diğer testin sonucunu da taşıyordu. İlginçti, birbiriyle uyuşuyorlardı büyük oranda. Artık o acımasız adam mutlu olabilirdi. Ama peki ya kimdi bu. Gidip bulmak gerekti. Nasey: ” Derim ki cesaretimizi toplayıp gidelim. Çıkalım karşısına ve sizin bir oğlunuz var ve onunla ilgili bir sorun olduğunu düşünüyoruz. Bir araştırma yapmak istiyoruz diyelim.” Bay Hebzia: ” Bu o kadar kolay olmayacaktır. O güvenmeden, hiç bir işe girmez. Sonucunun kendisine yaramayacağından şüphelenirse özellikle, işimiz yaş.”. ” Peki ya, ne yapacağız öyleyse. Oturup bekleyecek değiliz ya.”. ” Şöyle olabilir. Aramızdan birisi gidip onun yakınındaki birisinden değerli bir şey çalacak ve biz de araştırma bahanesiyle gidip onunla bağ kuracağız. Sonra eşyanın bir yerde düştüğünü ve tesadüfün bulup incelediğimizde pek de tanıdık olmayan birine ki bu birisinin onunla yakınlığı olduğunu iddia edeceğiz. Sonuçta o herifi rahat rahat buraya getirebilir ve babasıyla arasını da açabiliriz.”. ”Peki ya bu iş o kadar kolay olacak mı?”. ” Her şeyin bir kolay yolu vardır.” Bir kaç gün sonra laboratuarın hızlı faresi olarak anılan bir genç bu iş için o koca konağa yol aldı. Gece yarısı küçük ve kıymetli bir saati gözüne kestirdi. Konağın çevresindeki adamlar uyuklar gibiydi ve çok da dikkatli değillerdi. Ancak delikanlı onları oyalamanın yolunu da biliyordu. Kendisinin de yalnızlığını giderdiği, Liberteon Genelevinden bir kaç dostunu o heriflerle biraz eğlensinler diye getirdi. Kadınlar yollarını kaybetmiş numarasıyla heriflerle oyalana dursun, laboratuarın hızlı faresi adına yaraşırca görevini yerine getirdi. Gözüne kestirdiği güzel ve dikkat çekici saati gözden kaybolup, derin nefes almaya kendine fırsat tanımadan laboratuara getirdi. Kadınlara iki konyak ve biraz bira ısmarlaması bu iş için yetmişti. Bir kaç gün sonra onlara bir haber geldi, polis yetkilileri önemli bir şahsa ait önemli bir eşyanın çalındığının ve hırsızın yakalanması için ihtiyaçları olduğunu, inceleme için eve gitmeleri gerektiğini öğrenmişlerdi. Bay Hebzia o kadar kolay bir lokma olmadığını Nasey ‘ e kanıtladı. Eve gittiklerinde konağın sahibi, güven vermeyen ve yıkıcı bakışlarıyla onlara eşlik ediyordu. Eşyayı kimin çalabileceğini dair içlerinde pek bir şüphe yoktu. Zaten konak sahibi o düzenbaz ( Bay Hebzia onun ne tür işler çevirdiğini gayet iyi biliyordu) konuşmaları geçiştiriyordu. Bay Hebzia inceleme için kendilerine ait bir şeyler istedi. Eski bir giysi parçası, bir bez, çok kullanılan bir bardak ya da artık ne varsa hepsi iş görebilirdi. Sonuç olarak, ev ahalisi ve dışında kalanlar da bir şüpheli olabilirdi. Hem böyle korunaklı bir yere kim kolay kolay cesaret edip girebilirdi ki. Korumalar o gece kimseyi görmediklerini, doğru düzgün bir ses dahi duymadıklarına yemin ettiler. Hatta o gece kuş bile uçurtmayı bırakın, rüzgarın bile sesini engellemişlerdi. Korumaların o geceki durumu Nasey ve laboratuar arkadaşları için bir avantajdı. Çünkü korumalar da bu işte birer suçluydular. Bu sebeple tüm şüpheler ortadan kalkmıştı. Ancak evde onların oğlu olabilecek birisi yoktu. Kimse bir şey dile getirmedi ama sonunda evin hizmetçisinin getirdiği ve ” bu da bey ve hanımın şehir dışındaki oğlunun sık kullandığı havludur. Pek işinize yarayacağını sanmam ama” diyerek sunduğu o havlu onlar için umut ışığıydı. Aldıkları örnekleri vakit kaybetmeden laboratuara götürdüler. Konak sahibi gözlerini daha da kısıp, öfkesini onların ardına saklamıştı. Laboratuarda herkes harıl harıl analizlerle uğraşmıştı. Analiz sonuçları elbette Bay Hebzia’nın kontrolünde yeniden şekillendirildi, denebilir. Konağın sahibine gidilip durum anlatıldığında ki polis ekipleri de tekrar çağrılmıştı, Bay Hebzia: ” açıkçası sonuç karşısında şaşırıp şaşırmamak size kalmış. Ancak oğlunuza ait havludan aldığımız örnekler şaşırtıcı bir şekilde saatin çalındığı noktanın çevresinde çok yoğundu. Bir de şüphelenmeyi gerektirir mi bilmem ama sanıyorum şöyle bir parça saatinizle alakalı olabilir. Gelirken biraz gecikmemizin sebebi oydu” dedi ve elindeki küçük metali gösterdi. Bunun saatten kopmuş olduğunu hemen anlayan konağın sahibinin gözleri kocaman oluverdi ve şaşırarak: ” Bunu, siz bunu evimin çevresinde mi buldunuz?”. ”Evet. Bahçenizde, hem de şu saatin en yakın olduğu pencerenin çok az ötesinde bir çalının dibinde parlıyordu. Genelde, bu tip soruşturmalarda, olay yerinin çevresi genişçe kontrol edilmediği için bazen sonuçlara ulaşılmıyor.” dedi. ”Peki bunun bir kesin kanıt olduğunu söyleyebilir misiniz, yani bu oğlumun izlerini taşıyor mu ve taşıması kesinlikle onu mu suçlu yapar?” Tedirginliği sebebiyle doğru dürüst bir şekilde cümleleri toparlayamıyordu ve çocuğunun bir suçlu olduğunun farklı bir suçtan olsa da anlaşılırsa, başlarına daha kötüsü gelebilir. Tüm bunları düşünen Bay Hebzia:” eğer inceleme sonucunda başka kanıt bulunamazsa ve oğlunuza ait izler dışında ki bu parçada da çıkarsa oğlunuzu görmek ve mümkünse göz altında ifadesini almak gerekir diye düşünüyorum. ” . ” İyi de oğlum neden böyle bir şeyi yapsın, onun para veya hırs gibi büyük dertleri yok. Hiç bir eksiği yok. Bir karıştırma durumu olmadığına emin misiniz?”. ” Evet, kanıtları çok detaylı inceledik ve hepsi şuan için oğlunuzu işaret ediyor ki bunu da inceletince benzer bir şey çıkması muhtemel. Bu durumda oğlunuzla ilgili o kadar da iyi düşünmemeniz yahut ona birisinin mi bunu çaldırdığını düşünmeniz gerekir ki bu süreçte polis ekipleri gereken özverili çalışmayı gösterecektir.”. O gün konağın korumaları da göz altına alındı ve konağı korumaları için polis bırakılmıştı. Bu sebeple oğlunun eve gelmesini işin içinde olup olmadığını bu şekilde öğrenip bir kumpasın varlığını belirleme hevesinde olan konak sahibinin işleri ters gitti. Bu durum Bay Hebzia ve Nasey’ nin de işlerini kolaylaştırmış oldu.Alınan parça sonuçlarını tekrar ve bu sefer sadece bir polis amiri ve iki memurla giderek konak sahibine bildirdiler. Konak sahibi:” Anlayamıyorum, bakın benim çocuğumun böyle bir şeye ihtiyacı yok, onun hemen her isteği yerine getiriliyor. Evet biraz değişik bir çocuk ancak, bu durumun böyle olması beni şaşırtıyor.” deyip, Bay Hebzia ‘yı bir başka odaya doğru çekip:” bakın benim oğlumun suçlu olması gibi bir gerçekliğin olacağına inanmıyorum ve bunun bir komplo olmasından şüpheleniyorum ve hem ben o saatin derdinde değilim artık, şikayetimi geri çektim ama polis amiri ne olursa olsun gözaltı yapılması gerektiğini belirtti. Ben çocuğuma bir şey olmasın istiyorum”. ”Üzgünüm, ben doğruluğun tarafında olmalıyım. Benim tarafsızlık ilkem bu şekilde çalışıyor ve işin gözaltı veya hapis gibi konuları benim konum değil. Ben delillerle hareket ediyorum ve gerçekçi olmam gerekirse oğlunuzun bazı uygunsuz davranışları olduğunu korumaların ifadesinden de haberdarsanız tahmin edersiniz. Çocuğunuzun yasal olmayan ilişki ve pazarlama işlerinde de bir nevi bulunduğu gibi bir durum söz konusu bu durumda, ayrıca.”. ” Ne demeye çalışıyorsunuz” diye hiddetlendi, konak sahibi. Polis amiri yanlarına gelip, konak sahibine fısıldarcasına: ” o gece korumalar kendilerinin iki genç kadına rast gelmek dışında bir şeyden haberdar olmadıklarını ve o kadınlarla da birlikte olmadıklarını ancak keyifli vakit geçirdiklerini söylediler. Bahsi geçen kadınlarıysa bir gencin ayartıp bu konağa getirdiği kadınlar tarafından doğrulandı ki bu kadınlar Liberteon Genelevi’nde çalışıyorlar. Bu da çocuğunuz eğer bu işi yaptıysa bir nevi bu kadınların yasal olmayan kullanımları anlamını da taşıyor. Bu da ayrı bir suç. Sizden ricam oğlunuzun nerede olduğunu bize söyleyin ve direnmeden onu teslim edin. Çünkü, aksi durumda onu korumuş olursunuz ve sizi de buradan çıkarken gözaltına almak zorunda kalırız.”. ”Siz, siz neler söylüyorsunuz. Benim oğlum bunları yapamaz. Hem bilmiyorum şimdi nerede.” . Bay Hebzia: ” evinizin görevlilerinden birisi onun şehir dışında olduğunu söylemişti. Nerede olduğunu az çok tahmin ediyorsunuzdur. Bence siz gibi kanunları işlerinde iyi uygulayan birisi böyle bir duruma oğlu da olsa göz yumamaz. Özellikle kadınları da böyle bir işe alet etmesi artık onun küçük bir çocuk falan olmadığını göstermekte.”. Şaşırmış bir şekilde bir kaç saniye duraksadı konak sahibi, sonra onlara arkasını döndü köşedeki vazoyu hızlıca alıp onlara vurmaya çalıştı. Polis amirinin boynuna isabet etti vazo ancak, polis amiri pek yara almadı. Bay Hebzia hemen müdahale etti ve sesi duyan polis memurları da koştu. Evde konak sahibine arka çıkacak kimse kalmadığı, karısı da boynu bükük bir şekilde hayıflandığı için konak sahibi de göz altına alınarak polis merkezine götürüldü. Bu durum Nasey’ nin işine geliyordu sonuçta. Artık, o pisliğin bulunması belki de an meselesiydi. Olaydan bir kaç gün sonra konak sahibinin salındığı, oğlunun bir kasabada saklandığı söylendi. Ancak, kasabaya gidildiğinde orada bulunan kulübede silahlı adamların o gence refakat ettiği ve çatışmaya girildiği öğrenildi. Sonunda genç kaçmıştı ve iki polis yaralanmıştı. Bahsi geçen konakta bir çok geminin limana giriş çıkışı için alınan haraç listeleri ve daha nice yolsuzluk vb işlerin olduğu dokümanlar bulundu. Artık o düzenbazın tekrar piyasaya çıkması olası değildi. Kısa sürede hakim karşısına çıktı. Beklenenden çok az hapis cezası alması herkesi şaşırttı. Ancak, bu sürede o iğrenç oğlunu koruyamayacaktı. Bay Hebzia yaptıkları bazı düzenlemelerin su yüzüne çıkmadığına çok mutlu oldu. Hatta o ”düzenbaz” konak sahibinin hapis yatacak olmasından fazlasıyla memnundu ama şu vardı ki çocuğun şimdi nerede olduğu bilinmiyordu. Nereye kaçabileceğiyle ilgili her yerde sorgulamalar incelemeler yapılıyordu. Tam dört ay sürdü bu süreç.
Bayan Siharen hafif hafif de olsa kelimeleri mırıldanıp Nasey’ ye bir şeyler söylüyordu. Onun acısının ve öfkesinin farkındaydı. Öfkesinin yanlış bir şeye dönmesinden çok korkuyordu. Özellikle sürekli vakit geçirdiği Nasey’ ye bir şey olmasından sürekli endişe duyuyordu. Henüz elleri ve kollarını pek hareket ettirecek durumda değildi bu sebeple ona kolay kolay sarılamıyordu belki ama her gördüğünde içten içe onu bağrına basıyordu. Nasey bazen bu duruma yardım ediyor. Onun şefkatini bu süreçte fazlasıyla hissediyordu.
Artık laboratuardaki çalışmaları yönetecek düzeydeydi neredeyse Nasey. Eğitime de başladığı şu dönemlerde, gerçekten başarılı ve kolay öğrenen birisiydi. Tek sıkıntısı zamandı. Zamanı doğru kollayamıyor, bu sebeple ders çalışmaları aksıyor ve düşük not alma tehlikesini göze almak istemediğinden bazı şeyleri aksatıyordu. Bayan Siharen ile daha az konuşmaya başlamıştı. Ona kahveyi daha az getiriyor. Ona kitap okutturmayı veya okumayı baya aksatıyor, Bayan Siharen’ i üzdüğünü her ne kadar fark etse de işlerinin önemli olduğunu ve hayalinin gerçekleşmesine az kaldığının farkındaydı. Hem Bayan Siharen git gide iyiye gidiyordu ve bir gün çok daha iyi olduğunda onla çok daha güzel vakit geçirebilirlerdi. Belki onu denize veya bisiklet sürmeye bile götürebilirdi.
Belirsiz zamanlar git gide artıyordu. Bir gün Bay Hebzia yüzü asık olarak laboratuara geldi ve herkesi etrafına toplayıp :” bu aşağılık herif, siz kimi kast ettiğimi biliyorsunuz. Benim emekliye ayrılmam için büyük baskılar oluşturmuş ve aynı zamanda kendi beraati için ikinci duruşmayı da ayarlattığı söyleniyor. Sizden ricam, kendinize dikkat edin. Özellikle sen Nasey. Bu işi senin için, senin adaletin için yapıyoruz. Ancak, olur da başımıza o pisliklere bir şey olmadan bir iş gelirse, bunca emek boşa gider. Bir an önce ona ait izleri iyice değerlendirip dağılıp arama işlerine girelim. Polisin artık işi yavaşlattığı belli. Siz bakmayın, onun bir suçlu falan gibi arandığına. Biraz göz boyamaya başladı bu iş. Herkese eski günlerdekinden beter korku salmış bu ”düzenbaz”. Biz dikkatli olalım ve daha sıkı çalışalım. Umuyorum ki yakın zamanda bulunacaktır. İşlerin iyi gitmediği düşüncesiyle Nasey geceleri Bayan Siharen ile yeteri kadar ilgilenmiyor, bazense o evde bile kalmıyordu. Bir şeyler bulmalı ya da o iğrenç pislik dediği genci yakalamalıydı. Elbette ikincisi kolay gözüken ama onu yıpratacak işleri tersine çevirecek bir şeydi.
Günler günleri kovalıyordu. İlk duruşmaya gelindiğinde, o ”düzenbaz” duruşmaya hastalığını bahane edip katılmadı. Oysa ki iki gün önce sapasağlam gazetelere demeçler vermemiş miydi? Elbette yargıcın karısına alınan dev mücevher seti ve geçmişte kurmaca delillere dayanan duruşmalardaki tavrı için kendisinin korunma garantisi onu mahkemeden uzak tutmuştu. Avukatı konuştukça konuşuyor, o geceyi kendi yaşamış gibi aktarıyordu. Ancak, atladığı şeyler olduğu belliydi ve söz sırası geldiğinde tanık olarak dinlenen korumaların ifadeleri arasında bir zıtlık vardı. Korumalardan daha iriyarı ve kambur görünümlü olanın ifadesine dayanarak ” ben biraz daha ötede karanlıktaydım. Birbirimizden çok da ayrılmadık. O süre içerisinde de kimseyle görüşmedik.” demesi Bay Hebzia ekibini biraz düşündürdü. Çünkü madem uzaktaydılar belli bir süre için, bu sürede diğer korumanın kimseye gerçekten rast gelmediğine nasıl emin olabilirdi? Ortada çok değerli bir saatin kaybı söz konusuyken, güvenlikten sorumlu bu kişilerden birinin bir hırsızla anlaşmadığı ne malumdu? Bu durum savunma avukatını da ikileme sokmuştu. Çünkü gerçekte ne olduğunu bilmiyordu ve amaç onların oğlunun suçlu çıkmamasıydı, sadece. Bu durumda korumanın üstüne gitmek, belki de işi kolaylaştırabilirdi. Korumanın kendi başına bir iş çevirdiği, hatta daha az iriyarı olan korumayla aralarında daha önce bir gerginlik olduğunu da bildiğinden pek umursamadı. Bu sebeple avukat: ” korumaların polis nezaretinde tekrar ifadelerinin alınmasını ve kendilerinin ayrı ayrı yerlerde bir süre tutulmasını talep ediyorum, eğer böyle bir talep hakkım varsa bu davanın seyri de bu şekilde belli olacaktır”. Açıkçası bu durum her ne kadar yargıcın işini biraz karıştırıp uzatsa da sonuçta ”düzenbaz”ın oğluna ve onun itibarına zarar gelmeyecekti. Yargıc mahkemeyi üç gün sonraya ertelemeye karar verdi ve avukatın talebinin de bu süreçte yerini getirilmesini salık verdi. Aslında bu durum her iki taraf için de işlerin çözümü olabilirdi ve üzerine suçlu yaftası yapıştırılan iki korumanın da üç gün boyunca ifadesi tekrar tekrar alındı. Korumalardan daha iriyarı olan bu süreçte ifadesini aynı şekilde korurken, diğeri baskıların etkisiyle ifadesinde değişikliğe gitti: ” o gece biz ayrıldığımız sırada yanıma iki genç kadına geldi ve bana yol sordular. Biraz da sarhoş oldukları için onlara yardım etmeyi düşündüm sonra onlardan birini arkadaşıma yönlendirdim çünkü o daha ayıktı ve diğer arkadaşına yol gösterebilirdi. Arkadaşı kısa bir süre yanımda kaldı. Nerelisin, sigaran var mı, buraları iyi biliyor musun gibi sorular sordular. Sonra gittiler”. dedi. Onlarla birlikte olduklarından bahsetmedi. Ancak, bu durum diğer korumaya söylendiğinde: ” benim böyle bir şeyden haberim yok. Asla benim yanıma doğru bir kadın gelmedi ve kimse yol sormadı. O da çok fazla uzağımda değildi. Dedim ya, o gece rüzgarın dahi sesi olsa duyardınız. Kendisi ya bir şeyin etkisinde ya da benden uzaklaştığı sırada bir şeyler yaptı. Belki de içimizdeki hain odur”. Daha az iriyarı olan sanıyordu ki arkadaşı da ona uyacaktı. Çünkü o kadınlarla en çok o ilgilenmişti. Hatta onları kendi odalarına götürmeyi, dinlenmelerini dahi teklif eden oydu. Oklar artık ikisi üzerine yoğunlaşmıştı. Özellikle böyle önemli bir süreçte birden ifade değiştirilmesi sebebiyle ikinci mahkemede bu iki koruma salona farklı zamanlarda alındı ve birbirlerini görmeleri engellendi. İkisi de bu geçen üç gündeki gibi bir ifadede bulundu. Avukatlar şaşırmıştı. Özellikle savunma tarafı: ” bu durumda ifadelerin değişmesi önemli bir yol alındığını gösteriyor. Ortada baştan beri söylenen bir yalan var ve iş korumalardan geçiyor. O geceye oraya birisi veya birileri girdi. Bu kişi muhakkak yardım aldı ya da zaten koruduğu yere giriyordu. Korumaların bu durumda suçlanması için delillerin gözden geçirilmesi gerekli” demişti. İşlerin karışması Bay Hebzia ve ekibi açısından iyi gibi gözükse de çözüme kavuşturmuyordu. Çünkü korumalara dair hiç bir delil mevcut değildi. Onlara ait parmak izleri o önemli saatin çevresinde dahi bulunmuyordu. Bu da davaya o pislik gencin bulunup getirilmesi gerekliliğini ortaya koymuyor muydu? Bay Hebzia avukatla göz göze geldikten sonra olanlar da bu şekilde gerçekleşti. Bahsi geçen delikanlının ifadesi alınması gerekliliği, hali hazırda bu duruşmada neden bulunmadığı, ifadelerin değişmesi sonrasında böyle eski ve pek de kullanılmayan bir saat üzerinde o gencin parmak izlerinin olması işi karıştırıyordu. Savunma avukatı bu durumun içinden çıkamıyordu ve ne yazık ki yargıç da bu duruma bir alternatif oluşturamıyordu. Sadece delillerin yeniden incelenmesi ve soruşturma alanının genişletilmesi konusunda emir verdi .Bu durumda konağın çevresinde de incelemeler artacaktı. Hiç bir şeyi değiştirmeyen bu emir sonrası, korumalar hapishaneye farklı hücrelere alındılar. O iğrenç gençtense hiç haber yoktu. Ancak şöyle bir şey vardı ki, daha önce konak içinde o saatin çevresinde bulunmayan bazı izlere rastlandı. Elbette bu geçmişten bağımsız olduğu için tam olarak delil kapsamında sayılmazdı. Konağın çevresinde ise, herhangi farklı ve şüpheli bir ize rastlanmadı. Duruşma tarihi ertelendikçe süreç geriliyor, Nasey her gece kabuslarından ter içerisinde uyanıyordu. Bay Hebzia ile görüşüp o katil pisliğin bulunması için çalışmak istediğini söyledi. Çünkü ortada sağlanabilecek bir adalet mevcut gözükmüyordu ve göz göre göre işler ters gidemezdi. O herifin bulunup mahkemeye getirilmesi şarttı.
Geçen günler mevsimi de sertleştirmekle kalmıyor, herkesi de gergin yapıyordu. Nasey, Bay Hebzia’ yı vurdumduymaz bulmaya başladığını, yoksa onun da bu sürecin sonuçsuz kalacağına inandığını düşündüğünü söylemesi laboratuardakiler arasında tedirginlik yaratsa da, Bay Hebzia:” senin hikayene bugüne kadar inandım ve emin ol, eğer o pislik buraya elinde bir silahla gelse karşısına dikilmekten çekinmem” dedi. Nasey:” kusuruma bakmayın profesör ben, ben biliyorum bencillik ediyorum ama inanın o pisliğin artık yakalandığını görmek istiyorum. O küçük çocuğun işe karışması mümkün değil. Görgü tanığı olması da imkansız. Tek çarem bu dava ve artık sabırlı olamıyorum. Öyle bir ikilemin içerisindeyim ki kötü şeyler yapmaktan korkuyorum ne olur bir hal çare bulun, bir yol haritası belirleyin”. Aradan geçen günler laboratuar ekibini tekrar rahatlatsa da kanlı parmak izi bulunan, imzasız bir mektup laboratuara ulaştığında sinirler gerilmiş ve tedirginlik tekrar artmıştı. Bay Hebzia bu saçmalığın nereden geldiğini sordu, ancak kimse bilmiyordu. Mektubun nereden kimden geldiği belli değildi. Sadece, dün gece laboratuara bırakıldığı biliniyordu. Üstündeki parmak izlerinin inceleneceği elbette yollayanlar tarafından biliniyordu. Onlar da bunu yollayanların yüzünü kara çıkarmamak için mektupta parmak izi incelemesi yaptılar. Kanlı iz, ilginçtir ki o havludaki izle uyuşmuştu. ”Yazının yazılışına bakılacak olursa” diyordu Bay Hebzia :” bu ancak ya bir sarhoşun, ya da eli çok büyük acı içerisinde olabilecek birisinin yazısı gibi. İfade etmek isteyişi yazışı ve kanlı parmak izinin ait olduğu sağ baş parmağı düşünecek olursak, yazar bir sağlak ve aceleci, hırslı biri olmalı. Bu yazıyı sakince bir roman yazar gibi yazamaz kimse”. Mektupta duruşmadan dört gün önce konağın sekiz kilometre batısında bir izbe yerde buluşma önerisi bulunuyordu. Nasey mektuptan habersiz, bir gün önce yorgun olduğundan o gün laboratuara geç gelmişti. Telaşlı bir şekilde Bay Hebzia’ ya koştu ve ”bakın bakın buna kendi parmak izim de karıştı ama bunu bir inceleyin lütfen” diyerek, kanlı parmak izi bulunan bir mektubu uzattı. Tahmin etmek zor olmasa gerek ki bu mektuptaki parmak izi de o havludaki parmak izine sahip olan ”düzenbaz”ın o iğrenç oğluna aitti. Ama şöyle bir ilginçlik mevcuttu ki bu sefer sol baş parmak olması muhtemel ve biraz daha kötü bir yazıyla, aynı aceleci ve hırslı yazı tavrıyla mahkemeden dört gün önce konağın yine sekiz kilometre batısındaki aynı yerde buluşulmasını teklif eden bir mektuptu bu. Elbette bu tanımlamaların yapılmasının belli bir zaman alacağını tahmin etmiş olmalı ki bu yazan kişi, ”umuyorum incelemeleriniz kısa sürer de bahsi geçen tarihe kadar uzun bir süre karar aşaması yaşarsınız” diyordu. Bay Hebzia ve Nasey birbirlerine uzun süre baktılar. O gece içilen içkilerin sayısı bilinmiyordu. Suskunluksa her şeyden daha ağırdı. Ta ki Bay Hebzia: ” bu pisliğin amacını anlayabilmek güç değil. Bizleri öldürmekten başka çaresi yok. Peki bu adresi bize neden verdi. Muhakkak ki burası onun saklanma alanlarından birisiydi ve bize yanınızda polis olmasın, sadece ikiniz gelin gibi cümleler de kurmamıştı. Bir insan ne kadar manyakça şeyler tasarlayabilirdi ki”.
Aradan geçen zaman havayı soğutmuş insanları tedirginleştirmişti. Buluşmaya Bay Hebzia ve Nasey bisikletle gitmeye karar verdiler. Ancak, onlarla birlikte bir ekip de takipte kalmak şartıyla geliyordu. Bölgeyi gözleyecekler, bir sorun olduğunda müdahale edeceklerdi. Müdahale etmek için yanlarında kimyasal malzemeler ve çeşitli sopa türü şeyler getirmişlerdi. Uzun sürmeden Bay Hebzia ve Nasey oraya vardı. Etraf sakin gözüküyordu. O genç pisliği bitkin bir şekilde sandalyede oturuyor olarak gördü, Nasey. Kalbinin atışlarını hesaplayacak kadar aklı başında değildi. Bay Hebzia genci fark edince, Nasey’ e baktı ve onun gerginliğinden o oturan gencin beklenen kişi olduğunu anladı. Birbirlerine bakıp yaklaştılar. Genç gözlerini kısarak seslendi: ” beklediğim kadar tedirgin gözüküyorsunuz ama merak etmeyin. Silahsızın ve sizi öldürme gibi bir niyetim yok. Hatta çevremde bunu yapacak kimse de yok. Çünkü babamın çevresindeki herkesle aramız kötü. Bu yaşanan hırsızlık sonrası sanki her şey birden bire göçüp gitti. Tüm o rahat ve lüks yaşam bir çöplüğe dönmüş gibi ve işin kötüsü bense şu lanet sandalyeden bile kendi başıma doğru dürüst kalkamıyorum. O geceden sonra bir süre kaçtık saklandık. Bu sırada fark etmemiş olmalıyım ki bir paslı şey batmış olmalı bacağıma ve o gün bugündür pek de rahat hareket edemiyorum.” Herkes kas katı bir şekilde ona bakıyor, kirpikleri dahi kımıldamıyor, bu suskunluğun içine karışan kuşku ve merak git gide kızgınlığa dönüşüyordu. Çünkü o genç yani o pislik o kadar rahattı ki. Onlara daha konuşma fırsatı vermemişti bile. Nasey: ” senin acizliğini dinlemeye gelmedim. Ben beklediğim adalet için geldim buraya. Ne diye çağırdın bizi buraya. Kısa kes ve şunu söyle.” Genç biraz bekledi. Gözlerini kaçırdı. Yavaş yavaş konuşmaya başladı, tırnaklarını sandalyeye sanki pençe geçirir gibi geçirmeye çalışıyordu. ” benim sizden bir isteğim olacak. Şu hırsızlık konusunun tamamen beni yakalamak için ortaya atılmış bir saçmalık olduğunu hepimiz biliyoruz. Ben hapse girmeyi falan istemiyorum. Evet, farkındayım. Bu kolay bir ifade değil sizin için. Ancak, bir çılgına, bir meczuba göre değil o yer. Ben bu Dünya’ da bile özgür ve rahat hissedemiyorum. Orada neler olabileceğini hepiniz biliyorsunuz. Size teklifim bu mahkeme sürecine kadar, bir delil daha yaratmanız ve beni temize çıkarıp, babamı içeri attırmaya çalışmanız. Beni yıllarca öteleyen, aşağılayan, herkese, korumalarına bile tecavüz eden bir adam o. Ne olur onu attırın. Elbette bunun için size bir teklifim olacak. İstediğiniz değerde parayı yanınızda getirdiğinize emin olduğum mektupların üstüne yazın. Aynı zamanda , eğer isterseniz başka şehirde başka bir laboratuar kurabileceğiniz imkanları da size sunabilirim.” Nasey, Bay Hebzia’ ya baktı. Öyle ya, böyle aptal bir teklifi yapma gereğini neden duymuştu. Ona güvenip böyle bir işe karışmayı bırakın, onu boğmamak için kendini zor tutuyordu. Bay Hebzia’ nın kaşları pek çatık değildi ve kollarını göğsünde birleştirirken, kendinden emin bir şekilde bir şeyler söyleyecek gibi gözüküyordu.
Bayan Siharen, Nasey’ in yüzündeki git gide artan huzursuzluğu fark ediyor, ancak ona bir şeyler söyleyemiyor, sadece gülümsemeye çalışıyordu. Ona söyleyecek çok şeyi vardı. Nasey doğru dürüst yemek yemiyor. Geceleri evde patırtı çıkararak yürüyor, bir şeyler söylüyordu. Kendi kendini yiyip bitirecek diye korkuyordu Bayan Siharen. İşin kötüsü Nasey fark etmese de, Bayan Siharen biraz da olsa kötüleşiyor gibiydi. Ara ara soluması kesiliyor, geceleri bazen uykudan acı içinde uyanıyordu. Nasey duymasın diye çoğu gece öksürüklerini kesmeye çalışıyordu. Nasey farkındaydı. Yapacak işleri çok diye, peşine düştüğü işi sonunu getirebilsin diye Bayan Siharen de ona yük olmamaya çalışıyordu. Keşke yazabilse içindekileri de ona yük olmamaya çalışsaydı. Ona destek olabilmeyi öyle istiyordu ki, Nasey Bayan Siharen’ in son zamanlarda kötüleştiğini çok az da olsa fark ediyordu. Söyleyecek ve yapacak bir şeyi yoktu. Çünkü, onun yaşamı maalesef böyleydi. Yaşanan onca şeyin geriye dönmesi ya da onun iyileşmesi olanaksızdı. Bayan Siharen sadece bir umut arıyordu. İçi parçalanıyordu her gün Nasey’ in evden çıkışı sırasında.
Mahkeme günü gerginlik iyice artmıştı. O sandalyeden kaldırılıp da buraya getirilmesi gerekti elbette. Ancak, bu gerçekleşmedi. Tanıklar yine aynıydı. Bu sefer değişen bir şey vardı. O düzenbaz mahkemeye geç de olsa geldi. Yanında korumaları falan da yoktu. Hatta yüzü öyle acı içindeydi ki, hiç kimse onun bu durumda gelmesini beklemiyordu. Herkes bir şeylerin ters gittiğini düşünüyordu. Özellikle savunma avukatının yüzü dona kalmıştı. Bir süre mahkeme vasat bir seviyede delil konuşmalarıyla geçti. Gözler, düzenbaz adam ayağa kalktığı sırada donuklaşıp, soluklar onun konuşmasına göre şekil alıyordu. ” Her şeyin sorumlusu oğlumdur. Kendisini ben de bulabilmiş değilim. Bizden kaçtı ve kendine ne yaptı, inanın bilmiyorum. Size anlatacağım çok şey yok maalesef. Çünkü kendisinden uzun süredir haber alamıyorum. Başlarda itiraf etmek istemedim. İnanmadım delillere, kimseye güvenmiyordum, karıma bile. Şuan onunla bile ayrıyız. Bu olaydan sonra hayatım alt üst oldu. Kimse benimle iş yapmak istemiyor. Her şey berbat oldu. Size yalvarırım. Oğlum suçlu. O problemli bir çocuk. Kaç kere doktora götürüp üzerine titredik, inanın bilemezsiniz. Size şunu söylüyorum, onun kendisine zarar vermesini istemiyorum. Biliyorum bir süre sonra bu yaşanacak. Umuyorum her şey normal seyrinde gider ve onu kısa sürede bulursunuz. Kendimi de bu konuda suçlu görüyorum. Onlarca insana çokça acı yaşattım, biliyorum. Affetmenizi isteyebilirim sadece. Gerçi her şeyin çok geç belki de.” Nereden buldu o silahı, cesareti ve burada ne yapacak onunla sorusu, daha ateşlenmeden Nasey’ in aklında belirdi. Düzenbaz bu sırada artık ölüydü. Tam boğazının ortasından geçen kurşun gözünün altında çıkmıştı ama bir kısmıysa beynine doğru ilerlemişti. Oracıktı ölüverdi. Artık kimseye anlatabilecek bir şeyi yoktu. Bay Hebzia, içten içe mutluydu sanki. Çünkü artık kimseye zarar veremeyecekti. Yaptığı onca kirli iş ya da onlarca yaşattığı acı boğazına tam da bir kurşun olarak düğümlenmişti. Bir babayı böyle görmekse pek içine sinmiyordu. Yaşananların etkisiyle içerideki basın uzaklaştırılmaya çalışılıyor bir yandan da güvenlik önlemi alınıp, düzenbaz adamın hayatta tutulması amaçlanıyordu. Nafileydi. Çok geçmeden ölmüştü. Geriye ne sırlar bıraktığı belirsizdi açıkçası. İşin kötü yanı, mahkeme duraksamıştı. Olay sonrası hemen oradan sıvışan mahkeme başkanı ve diğer iki önemli görevli, daha sonra bir açıklama yollatıp mahkemenin bir başka yerde bir ay sonra yapılacağını duyurmuştu.
Her ne kadar bir intihar olsa da, bu ölümün araştırılması önemliydi. Sonuçta ortada yarım bir kurşun kalmıştı. Aynı zamanda, ya kişiye bu zorla yaptırılmışsa. Bu durumda silahta parmak izleri de aranmıştı. İlginç olan şey, silahta başka bir parmak izi yoktu ve silah hiç bir kayıt merkezinin güvencesi ve belgesi olmadan bir şekilde temin edilmişti. Böyle nüfuzlu birinin bunu yapmasında elbette bir sorun olmazdı. Peki ya bu düzenbaz denen bayın vücudunda bulunan siyanüre ne demeliydi? Böyle önemli ve saf bir kimyasalı bu kadar net sindirim sistemi yollarında görmek tesadüf müydü? Zehir mahkemeden çok kısa süre önce alınmıştı olmalıydı ki bu eylemi rahatça gerçekleştirebilsindi. Peki ya, neden? Herkesin üstüne düşündüğü bu aşamada farklı senaryolar devreye giriyordu. Böyle kudretli bir adamın böyle bir intihara sürüklenmesi için neler olmuştu. Son bir kaç günde kimlerle görüşmüştü? Hepsi için zaman vardı. Araştırmaları polis yürüttüğü için işler daha yavaş ilerliyordu. Her şeye dikkatli bakılmıyordu ve net deliller ortaya çıkmıyordu. Mahkemeye daha çok vakit vardı, ama bu işin çok hızlı çözümlenmesi belki de her şeyi açığa çıkaracaktı. O gence ne olduğu, karısının adamdan ne zaman ayrıldığı bulunmalıydı. Köşke, kaldıkları ve iş için bulundukları her yere gidildi. Ancak, ne bir kimseye rastlanıyor ne de doğru düzgün bir şey öğreniliyordu. Çare elbette gencin bulunduğu yere gitmiş olmaktı. Bunu polislerle birlikte yapmayacaklardı, elbette. Çünkü, onu ele vermek için ellerinden geleni yapmışlardı mahkemede ve görüşmeden polise bahsetmemişlerdi. Olayların yatışmasını bekledikleri için onu orada bulmayı beklemiyorlardı. Mahkeme ara vereli altı gün olmuştu. Bay Hebzia ve Nasey beraber gittiler yine ve bu sefer de bisiklet kullandılar. İlginçtir ki o gizli buluşma yerine gittiklerinde sanki bir şeyler ters gidiyordu. Etrafı sessizce kolaçan ettiler. Dikkati kolayca çekmeyen ama hafif rüzgar sayesinde keşfedilen bir şey vardı. Eve ait yan pencereden bir perde parçası rüzgarın etkisiyle hafif hafif dışarı çıkmaya yelteniyordu. Bu düşündürücüydü. Ya delikanlı bilerek camı açık bırakmıştı ve buralardaydı ya da içeri delil olabileceğini düşünen ya da genci öldürme hedefinde olan birisi girmiş olmalıydı. İçeri girmek biraz tedirginlikle birlikte zor değildi. Peki işin tuzak olma boyutu varsa? Bu sefer o genç polise onlarla iş birliği yaptığını anlatsa, onları içerideyken veya o çevredeyken enseletse ne olacaktı? Birisi dışarıda kalmalıydı. Nasey ve Bay Hebzia sessizce ve derin göğüs hareketleri arasında birbirleriyle anlaşmaya vardılar. Nasey kendisinin meselesi olduğunu bildirirce içeri girme isteği ve olası delillere ulaşma hevesi Bay Hebzia’ dan üstün geldi. Sonunda Nasey içeri girecek uygun yeri ve zamanı belirledi. Ayakkabılarını çıkardı sessizce veranda çevresinden dolaştı. Küçük bir kaç nefes sonrası zorlanmamış kapıdan içeri girdi. İçerisi biraz karanlıktı. Tedirginliği giderek arttı. Etrafı sakince kolaçan ediyor. Bir yandan yumruğunu sıkıyor, bir yandan da olur da ses çıkarır diye ağzını kapatmaya çalışıyordu. Yolunu bulabilmesi önemliydi. Duvarlar fazla nemli değildi ve içeride biraz dağılmış ağır bir koku vardı. İhtimaller şunu gösteriyordu: birisi evi havalandırmış olmalıydı, hem de çok yakın zamanda. Penceresi açık odaya doğru ürkek ama güçlü adımlarla ilerledi. Kimse yoktu. İçeride bir kaç şırınga tespit etti hemen ve neredeyse yeni sönmüş bir sigara. İçten içe: ” kaçırdık.” dedi. Hemen dışarı çıkmak istedi ama acaba o şırınga ne için kullanılmıştı? Yakınında başka delil olabilecek bir şey var mıydı? Derin bir nefes alıp şırıngayı iz bulaştırmayacak, cebinde olmazsa olmaz olan yedek mendille aldı. Etrafı iyice kolaçan etti ama daha fazla şeye rastlayamadı. Çıktı. Heyecanla Bay Hebzia’ ya: ” bunu hemen inceleyelim. Bu çocukta sandığımızdan fazlası var. İçeride bir de sönmüş sigara vardı. Eğer delil olmaya eş değer görüyorsak, onu da alayım. Ama çok merak ettiğim şey şu ki; bu şırınga bizi önemli bir yere götürecek. Bay Hebzia ise etrafı kolaçan ettiğini ve ormanlık bölgeye doğru bir küçük metal izi bulduğunu. Bunun bu çevreye ait olmadığını, bu çevrede bunun yeni olduğunu düşündüğünü ve evden en son kim çıktıysa onun bıraktığı bir şey olduğunu, büyük ihtimalle o yöne doğru gidilmiş olduğunu işaret edecek bir şey olması üzerinde yoğunlaştı. Eldeki deliller laboratuara sıcağı sıcağına yetişmeliydi ama o yoldan gidip o çevreyi tarayacak, belki çok daha önemli şeyler elde edecek birisi de olmalıydı. Bay Hebzia onun heyecanını anlıyordu ama bu sefer o kadar hevesli davranmasına göz yumamazdı. Çünkü neyle karşılaşacakları belli değildi ve delillerin keşfi onun bir gömlek üstünde kalan bir şeydi böyle ormanlık ve tenha sayılacak bir bölge için. Aslında biraz koruma iç güdüsüyle söylüyordu bunları Bay Hebzia. Olur da başına bir şey gelirse, kaybolursa kendini derin bir boşlukta hissedecekti. Şuanda tam işler karışmışken böyle şeyler olmamalıydı. O bu sebeple Nasey’ i laboratuara yollayıp kendi yaya veya başka bir şekilde geleceğini, akşama kadar gelmezse gelip kendilerini bulmasını tembih etti. Nasey endişeli bir şekilde laboratuara gitmişti. Günlerdir Bayan Siharen ile doğru düzgün ilgilenmiyor, onun daha kötüye gitmesinden korkuyor ama bu işin peşini de bırakmak istemiyordu. Bu ikilem onu deliye çevirecek gibiydi. Saçları ağırmaya son günlerde avuç avuç dökülmeye başlamıştı. Laboratuara gittiği sırada aklı Bay Hebzia’ daydı. Bisikletle de gelmiyordu. Acaba bir şey olur muydu, gibi düşünceler çok sürmemişti. Çünkü onun laboratuara gitmesinden uzun süre geçmemişti ki, Bay Hebzia çıkageldi. Arazide boş bir kovan bulmuştu. Kurşun yine yarım ve şu haliyle bile o düzenbazı vuran kurşunun benzeriydi. Acaba aynı tabancadan çıkmış olabilir miydi? Bir kaç da ayak izi bulmuştu Bay Hebzia ve yarım yenmeye çalışılmış bir kısmı kusulmuş bir hayvan parçası vardı. Postunu biraz geride saklanmaya çalışılmış olarak buldu. Geriye kalan etlere ne olduğuysa belirsizdi. Kusulan miktar çok belli belirsiz olduğundan ve üzerinden biraz zaman geçtiğinden, hafif çürümüş ve üstü başka canlılarla kaplanmış şekildeydi. Bu sebeple içerisinde herhangi bir kişiye ait ize veya kalıntıya rastlamak şu şartlarda zordu. Bay Hebzia çevredeki izleri ve kurşun parçasının incelenmesini istedi. Belki bir şeyler bulunabilirdi. Etrafta var olan izlerin biraz kaybolduğunu ve geri dönmeye kalkmazsa akşam olacağını karanlıkta iz sürmenin zor olacağını bilen Bay Hebzia laboratuara dönmüştü. Dönüşte onu yolda alan bir köylüye rastlamış ve ormanda kaybolduğunu söylemişti. Benzer şekilde sabah da bir gence rastladığını, yüzünün solgun ve neredeyse yaralı sanki ağır bir hastalık geçirmiş biri gibi olduğunu söylemişti. Çocuğu tarif ettiğindeyse bahsi geçen gencin aynı kişi olabileceğini anlamıştı. Elbette sürücüye onu aradıklarını söyleyemezdi, sadece buralarda başıboş gezen öyle bir tipin neye benzediğini merak ettiğini söylemişti. Gittiği tahmini yönse köşklerinin arkasında kalan bir bölgeye doğruydu. Yapılan analizlerin sonuçlanması elbette uzun sürecekti. Ancak, o zamana kadar gidip o genci bulmaya çalışmak daha iyi olabilirdi. Elbette Bay Hebzia Nasey’ i bu konuda da yönlendirdi. Artık çok dikkatli olmak gerekti. O genç belki de babasını öldürüp intihar süsü vermişti. Kendisinin pek de akli dengesinin yerinde olmadığı da aşikardı. Bu sebeple dikkatli olmalı ve asla Bay Hebzia’ dan habersiz bir işe kalkışmamalıydı. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber yine ikisi bisikletle yollara düşmüştü. Şunu unutmamaları gerekti ki polisin ağır aksak ilerleyen incelemesi, onların genci arayacağı bölge çevresinde olacaktı ve dikkatli olmaları gerekti. Köşke bir kilometreden fazla varken bisikleti bir çalılığa gizlediler ve patika sayılabilecek bir yoldan ilerlemeye başladılar. Şanslılardı ki yakın çevrede polis gözükmüyordu. Bay Hebzia:” soruşturmanın neden ilerlemediği ortada, galiba polisler bu sıkı havada merkezden çıkmak istemiyor. Oysa beraber çalıştığımızda ne kadar iyi sonuç aldığımız belli. Kesin bazı iş yapan tüccarların bu süreçte bir payı mevcut”. Yavaş yavaş ilerleyip bir delile rastlamaya uğraşıyorlardı. Gencin köşke girmeye cesaret etmesinin zor olduğu ancak, orada bir şey aradığı ve bunun için uygun zamanı kolladığından şüpheleniyorlardı. Bir saattir didik didik ettikleri bölgede gence ait pek bir şey yoktu ama biraz yenmiş küçük salyangozlar ve kurbağa parçaları işin sonuna doğru geleceklerini düşündürüyordu. İlginç olansa bu canlılar çiğ yenmeye çalışılmış çevresindeyse kırıntılar bulunuyordu. Nasey:” demek beyimiz pek de sağlam mideli değil” dedi. Bu sırada biraz ötede çalıların alakasızca biraz çıplaklığı dikkat çekiyordu. Biraz tepede ama kuytu köşede kalan bu yerin iyi bir saklanması yeri olması işten bile değildi. Bay Hebzia ona çevreden dolaşmasını işaret etti. Kendisi tepeye doğru sessiz ve emin adımlarla ilerledi. Tepedeki kuytuluğa doğru vardıklarında bitkin ve neredeyse ölü gibi uzanan o gencin lanet yüzüne rastladılar. Bacağı neredeyse çürümüş gibiydi. Daha önce anlattığı gibi o kadar da kötü değildi belki ilk başlarda. O sebeple oradan oraya biraz zor da olsa koşabilirdi ama şuan zordu bu. Onun neredeyse ölü olan yüzüne yaklaştılar. Bir mendille kapatıp hafifçe dürttüler onu. Uyanıp da bağırmaması içindi bu engel. Yavaşça gözlerini araladı. Dermanı yoktu. Ses etmedi. Onun iki koluna birden girip ses etmemesini işaret ettiler. Başını sallayıp onları onayladı. Tepenin öbür tarafından yavaş yavaş dolaştılar ve en son bisikletin oraya geldiler. Bay Hebzia onun konuşamayacak kadar aç olduğunu fark ettiğinden onu önce güvenli bir yere götürüp bir şeyler yedirmeyi düşünüyordu. Nasey başında kalamazdı çünkü, belki ona bir şey yapabilirdi. Bu sebeple Nasey bir şeyler almaya gitti. En yakınlarında bir fırın vardı ve bunun biraz ötesinde hayvanların olduğu küçük derme çatma çiftlik gibi bir şey. Burada kendini gariban yolunu kaybetmiş gibi tanıttı dikkat çekmemek için ve biraz tereyağı, süt ve peynir aldı. Sonra fırından biraz ekmek aldı ve o iğrenç dediği gence kendi elleriyle yemesi için götürdü. Genç ekmeği koparamıyordu neredeyse. Bırakın konuşmayı ağzını açacak takadi yoktu. Bir şeyler yemeye başladıkça karın ağrısı hissediyordu. Büyük ihtimalle son günlerde saçma sapan şeyler yemiş olmalıydı. Yavaşça kendine geldi. Bu iş yaklaşık iki saat sürdü. Sonunda: ” bana bir şey yapmayacaksınız değil mi? Biliyorum babam itiraf etmiş her şeyi ve benim yakalanmam için elimden geleni yapmış ama daha önce de söyledim. Ben o kliniklerden bir kere adım attım. Ben deli falan değilim, sanki toplum, sanki çevrenizdekiler çok normalmiş gibi davranıyorsunuz ama öyle değil. Sizler değilsiniz belki ama bir çoğunuz içten içe zır deli. Belki gizli delilik diye bir şey vardır profesör. Siz biliyor olmalısınız. Bunu da araştırmalısınız. Babamı öldürmeye ben ikna etmedim. Onunla son konuşmamız sonrası çılgına dönmüştü. Artık hayatının bir hiç olduğunu ve yaşama dair pek bir beklentisinin olmadığını söylemişti. Ondaki silahın tamamen aynısından bana yaptırmıştı. Ben de bir yerden sonra ölmek istedim. Eminim ki ateş ettiğim yerden tahminleyerek izlerimi de takip ederek neler yapacağımı öngördünüz. Burada olmanız bunu kanıtlıyor ama şunu bilin ki yapamadım işte gördüğünüz gibi kendimi vuramadım. Bunu çokça kez istedim ama zordu. Elim onlarca kez titredi, silahı taşıyacak gücüm de kalmamıştı. Acele şekilde ateşledim sonuçta bir şey değişmedi. Buraya gelmemin sebebi evde olabilecek bazı delilleri yok etmedi. Sizin kaybettiğinizi bildiğim o saatin aynısını yaptırdım ve bazı biraz kırıp üstünü toprakladım. Dün gece kimse yokken içeri girip yerine koyacaktım ama o kadar bitkindim ki onu da şuralarda bir yerde düşürmüş olmam gerek. Size yalvarıyorum. İstediğiniz şeyleri bence elde ettiniz. Hayatım mahvoldu. Babam, annem kimse benimle değil. Hiç kimse tarafından artık yalancı dahi olsa önemsenmiyorum. Kimse beni insanmışım gibi görmüyor. Şu halime bakın. Hiç bir şey istediğim gibi değil. Artık ölmek istiyorum sadece. İşlerin çözülmesini ne sizin ne de polisin benle bağlantısı kalsın istiyorum. Böyle olmak istemedim. Ben böyle doğdum, insanlar ben gibi değil ve kimse benim yaşadığımı yaşamadı. Babam benle ilgili değildi. Annem her şeyin mücadelesini vermişti benim düzelmem için. Hatta istemeye istemeye hastanelere yatırıp aklım başına gelsin diye ummuştu. Oysa doktorlar emin olun ki hepsi sizden ve benden daha deliydi. Ben orada olamam anlıyor musunuz? Nasıl olduğu anlaşılmadan elinde birden silah belirdi artık eli çok da titremiyordu ve sağ gözünün biraz üzerinden ateş etmişti kendisine. Böylece her şey bitmişti ama bir sorun vardı öcünü alamamıştı neden o genç kadına bunu yapmıştı. Bunu da merak ediyordu. Her şeyi anlatmasını istiyordu ama olmadı.
”Burada bir terslik var” dedi, Nasey. Hikayede bazı eksik parçalar karışmış yerler var. Ben böyle yaşanacağını tahmin etmiyordum dedi kendi kendine. Doktorların ziyaret saatiydi tam bu esnada içeri Bay Azibeh girdi: bugün nasılsın Nasey. Şu biraz da olsa bahsettiğin cinayet içeren süreç, yani yaşadığını düşündüklerin ne durumda. Bir değişiklik var mı? Katil belli olmuştur umuyorum ve Bayan Siharen iyidir. Nasey: ” Bayan Siharen’ in öldüğünü siz de biliyorsunuz Bay Azibeh. Eğer ben orada o cinayet süreci için koşturmasaydım Bay Hebzia ile ki o da siz gibi sakince götürelim her şeyi demişti. Her şey için sakin olalım, peki ya ne oldu Bayan Siharen öldü.” Bay Azibeh: ” anlıyorum. Peki Bayan Siharen’ in nasıl öldüğünü biliyor musunuz veya onun cesedinden, en son ne yaptığından haberiniz var mı? ”. ” Siz de biliyorsunuz o bir yangında öldü. Felçli olduğu için ne hareket edebildi ne de konuşabildi. Kimsenin aklına gelmedi başta ve sonra hayatını kaybetti. Cesedi tanınamaz diye göstermediler bana. Bunu siz kaç sefer anlattım acaba her seferinde farklı bir şey yakalayacağınızı falan mı sanıyorsunuz?” dedi Nasey. Bay Azibeh:” yo yo sadece izin acaba hafızanızın karışık olduğunu düşünüyorum. O sebeple sormak istediklerim vardı size. Belki Bayan Siharen’ in ölümü için olan fikirlerinizde değişiklik olmuştur. Belki cesede denk gelmişsinizdir. Biliyorum bunlar can sıkıcı sorular ama size açıkça bunları sormam gerekiyor. Hayır, kendimi tatmin etme veya size acı çektirme derdinde değilim ama sanki anlattıklarınızda bazı eksiklikler seziyorum, ya da değişiklikler mi demeliyim. O sebeple bunu tekrar ediyorum. Bir de izin verirseniz genç bir doktor arkadaşım da sizinle tanışıp, anlattıklarınızı dinlemek istiyor kısaca. Kendisi kapının önünde görmek ister misiniz?”. Tedirgince ”evet” dedi, Nasey. İçeri giren genç doktor Nasey’ i süzdü, hafif bir baş selamlaması ile Bay Azibeh’ in yanına geçti. ”Bay Azibeh çok az bahsetti sizden olanlardan, anlattıklarınızdan. Şu bahsi geçen cinayet süreci nasıl sonuçlandı biraz anlatır mısınız?” dedi, genç doktor. Nasey çok umursamaz şekilde yarı ona dönük olarak, mırıldanır gibi anlattı. Genç doktor en son kısımdaki intihardan sonra olanları sordu. Nasey başını salladı: ” işte sorun da orada başlıyor. Biliyorum bazı eksiklikler var, biliyorum yanlışlar var ama çözemiyorum. Ayrıca o pislik o kıza neden bunu yaptı ah bir bilsem, soramadım. Görüyorsun ya burada olduğumu göre bazı eksiklikler olmalı. Belki bir kaç tahta, belki biraz beyin. Ne dersiniz doktor ne yapmalı? Genç doktor pek üstelemedi. Bay Azibeh bu kadar yeter dercesine göz kırptı ve beraber oradan ayrıldılar.
Bay Azibeh:” yaşadıklarını henüz sindirebilmiş bir hastamız değil. Henüz dokuz ay oldu buraya nakledileli. Başladığından beri şu cinayet öyküsü ilerliyor. Altı ayda bitirdi bu süreci. Son üç aydır o da farkında bazı eksiklikler olduğunun. Hikayenin sonu bazen değişiyor bazen bazı yönlerinde kusurlar bulunuyor ama o inatçı. Anlamadığı bazı noktalar var. Henüz kabul etmiyor Bayan Siharen’ in annesi olduğunu. Buraya neden geldiği kısmını da kavramış değil. Geçici hafıza kaybı içeren, ciddi bir travmanın etkisi altında yapılan şeyler kaynaklı burada oluşu”. Genç doktor: ”peki uydurduğu hikayede Bayan Siharen’ e nasıl bir rol biçiyor veya gerçek annesini tanımlayışı nasıl? Yani tutup ben doğurulmadım falan mı diyor? ”. Bay Azibeh: ”o durum için yaşadığı şeyleri birleştirmiş. Annesi göya bir yangında hayatını kaybetmiş, adalet arayışı o dönem başlamış. Kendisini bir öksüz ve yetim gibi düşünüyor. Bayan Siharen’ den pek fazla para almadığını, yarı gönüllü gibi ona baktığını ve yatacak yerini onun karşıladığını söylüyordu. Bayan Siharen’ in eşinin öldüğünü ve o oraya gelmeden onun öldüğünü söylüyor. Bayan Siharen’ in felçli oluşuyla ilgili kısım biraz tutarlı. Onun dışında aklında kalanlarda kopukluk var.” Genç doktor: ” ne gibi kopukluklar var? Aslına bakarsanız ben vakayı tam olarak inceledim de denemez. Yani Nasey aslında ne iş yapar, neden burada kısımlarında da benim bilgilerim biraz kopuk. Bu konuda sizden biraz vakit rica ediyorum.” Bay Azibeh: ” vakit konusunda çok da şanslı olacağını sanmıyorum. Burada o kadar çok uğraşacak insan. Kendini asmak isteyen veya bizlerin psikolojik bunalımda olduğunda, ruhsal sorunlar yaşayanların bizler olduğunu söyleyenlerle dolu burası ve hepsi ayrı birer vaka. Hepsi için her gün onlarca insan koşturuyor. Kısaca ben sana durumu özetleyeyim. Nasey daha önceleri ailesi taşrada yaşayan ve sonra babasının öldürülmesi sebebiyle oradan ayrılmış birisi. Babasının ölümü o çevrede ses getirmiş. Çünkü babası o bölgede çalışanlara mani olan, kumar batağında ve düzenli hayatı olmayan birisi. Annesiyse hayata çocukları sayesinde tutunan birisiymiş. Babasının ölümü üzerine şehre gelmişler ve Nasey bir fırında çalışmaya başlamış. En büyük hayallerinden birisi bilim insanı olmakmış. Taşrada kendi başına küçük de olsa deneyler, gözlemler yaparmış. Tüm bunları biz onun kimyager kuzeninden öğrendik. Kendisi onu buraya getiren kişiydi. Ancak, pek de ilgilenmek istemiyordu ve vakti de yoktu. Yine de ara sıra onu ziyaret eder. Kendisinin hâlâ çalıştığını sandığı laboratuardan bir arkadaşı olduğunu düşünüyor. Benim de sanıyorum o ekipte önemli bir görevim olmalı. Çünkü ismimin anagramı olan Bay Hebzia diye bir karakterle şu cinayet hikayesinin çözümünü yaptığını anlatıyor. Bugüne kadar anlattıkları arasında dikkat çeken şeylerden biri ve şu cinayet deyip durduğum şey kendisinin aşık olduğu genç kadınla ilgili. Bahsi geçen genç kadın, onun çalıştığı pasta fırınına sürekli gidip gelmeye başlıyor. Bu sırada Nasey ise ona aşık oluyor. Nasey’ nin hikayesinde atladığı noktalardan birisi de bu genç kadının yaşadığı yer. Aslında bu genç kadın onların yaşadığı yerin bir üst katına taşınıyor. İşe gidip gelirken bunu fark etmiyor Nasey ama bir gün bu genç kadını takip etmeyi kafasına koyuyor ve en sonunda onunla aynı yerde oturduğunu, hatta bir kaç merdiven basamağı yukarısında olduğunu keşfediyor. Ona açılmasının kolay olmayacağını düşünüyor. Nasey aynı zamanda çok utangaç birisiymiş. Ona iltifatlar içeren muhteşem denecek mektuplar, şiirler yazmış ama hiç birini verememiş aylarca. En sonunda dayanamayıp hislerini belli etmeye karar vermiş. Bu süreçte yazdığı tüm mektupları tüm şiirleri de yanına alıp kapısını çalmaya gitmiş, iş çıkışında. Kendine çeki düzen vermiş bir de çiçek almış ama çiçeği koynuna saklamış olur da istemez veya beğenmez diye. Heyecanla ve ağır ağır çıkmış merdivenleri. Kapıya geldiğinde bir uğultu duyuyormuş, rüzgarın etkisiyle. Sonra genç kadının kapısının aralık olduğunu fark etmiş. Yavaş yavaş kapıyı açıp içeriye göz atmaya başlamış kapıdan. Sonra tüm evi gezmiş, didik didik etmiş ama genç kadın yokmuş. Nasey çılgını dönmüş, evde bir tek eşya, bir saksı, bir kitap ya da olur olmaz zamanda yüzüne bastırıp hıçkırılacak bir yastık bile bulamamış. Bir iz aramış önce, aramış taramış. Ev sahibiyse karşı kapıda oturuyormuş. Hemen kapısını çalmış, doğrusu yumruklamış. Kapıyı açan ev sahibiyle biraz tartıştıktan sonra onun genç ve çelimsiz ama kirli işlere bulaştığı bilinen zengin mi zengin bir adamla evlenmek için oradan ayrıldığını öğrenmiş. Beyninden vurulmuşa dönmüş, onca mektup, onca ay biriktirilen heves ve duygular, hepsi bir anda tuzla buz olmuş. Çıldırmışa dönmüş ve evi tekrar aramaya başlamış belki bir not belki bir iz olur ” gel de beni kurtar, ben de seni çok sevdim” yazar diye düşünmüş ama söylediğim gibi hiç bir şey bulamamış. O an aklına gelen tek şey her şeyi ateşe vermekmiş. Tabiî her şeyden kastım ona olan aşkını anlatan her şey. Mektupları, şiirleri her şeyi ateşe vermiş oracıkta. İşte o daireye girerkenki o rüzgarın etkisi hafife alınacak şey değilmiş. O yanan kağıt parçaları rüzgarın etkisiyle büyümüş ve bir anda her yeri sarıvermiş. Bu sırada sinirinden elbiselerini de çıkarıp savuran Nasey’ nin elbiseleri de yanmış. Dumanlar ve alevler etrafı sarmış. Nasey’ nin annesi, Bayan Siharen ise o sırada evdeymiş ve onla ilgili atladığım kısmı da aktarayım: Nasey onunla ilgili tüm şeyleri doğru anlatıyor. Bayan Siharen eşinin ölümü ve buna şahitlik etmesi sonrasında hareket edemez durumdaymış. Hiç bir doktor çare olamamış. Onu bu şehre çok köhne bir at arabasında, yeri geldiğinde sırtında taşıyarak Nasey getirmiş. O evde hemen her gün ona yemekler yapıyor, moralini yüksek tutmasını söylüyor ve bir gün ayağa kalkıp ona kol kanat germesini bekliyormuş ama işin acı kısmı onun aylar boyunca gözünü bile neredeyse hareket ettirememesi. İşte o gün de alevlerin dairelerinin dibine kadar gelmesi ve dumanın etrafı sarması sonrası Bayan Siharen nasıl olduğu tam belirlenemeden hayatını kaybetmiş. Nasey’ yi bulanlar onun annesini görmeden şok geçirdiğini ve evden zor çıkarttıklarını söylüyorlar. Evlerde çok yanık izi olmamış, hâlâ oturulabilir halde ama maalesef bu bir cana mal oldu. Sonrasıysa malum. Bu süreç sonrası Nasey kendini toparlayamamış, üniversiteden o dönem yeni mezun olan kuzeni onu toparlamaya çalışmış ama başarılı olamamış. Hikayenin bir kısmını o zaman dinlemiş ondan, bir kısmı da bildikleri ve olay yerini incelediklerinde vardığı tahmini sonuçlar. Nasey’ nin son hatırladığıysa, genç kadının yanına ona duygularını açıklamadan önce annesine sarılmasıymış ve bu sırada son günlerde toparladığını düşündüğü annesinin son bir kez gülümsemesiymiş eğer yanılmıyorsam.
Nasey, dışarıya biraz kulak misafiri olduktan sonra koynundan kurumuş çiçeğini çıkardı. Nedense bu çiçeğin kendisine hatırlatmaya çalıştığı bir şeyler vardı ama o kadar da üstelemedi. Günün batması yakındı. Nurardhi akıl hastanesindeki sıradan bir günün güneşle olan muhabbetinin sonuna geliniyordu. Nasey karyolanın üzerine çıkıp penceresinden gün batımının eşsiz renklerini seyretmeye koyuldu, çiçeğiyle birlikte. Onu gün bitmeden son bir kez daha koklamaya çalıştı. Bu vakitleri sevdiği kadar aslında nefret de ediyordu. Kendine kızdı, yine cinayetin düğüm olduğu kısımları çözümlemesi yarına kalacaktı. Çünkü Bay Hebzia istisnasız her gün olduğu gibi istirahat için yanından ayrılmıştı.