Hayatta olabilirdim; pekala mutlu da olabilirdim. Küçük bir çocuğun uçurtmasının ucuna takılıp gökyüzünde usul usul da salınabilirdim. Bunlar neyi ifade ederdi ki? Kalbi kırık bir uçurtma nereye kadar bulutların arasında özgürce dolaşabilirdi?
Yere çakılması an meselesiydi. Sonu belliydi. Parçalanması, küçük çocuğun ellerinden kayması çok yakındı. Belki de küçük çocuk çoktan tuttuğu ipi bırakmıştı. Nereden bilecektik ki? Mutlu son yalanlarıyla daha ne kadar avunabilecektik? Ya da avunduğumuz yalanlar yetebilecek miydi mutlu olmaya? En içten kahkahalarımız yankılanabilecek miydi o soğuk duvarlar arasında?
…
Aslında biliyor musun denedim! Değiştirmeyi denedim. Düzene karşı gelmeyi, olanı değiştirmeyi… Ama baktım ki olmamış, olmamışlar daha da çoğalmış sadece. Çarelerin tükendiği yerde ise gördüm ki, artık hep bir eksik.. Eksik bir insan; -fakat artık hep bir eksik insan –nereye kadar ninnilerle uyutulabilirdi? Bugün güvenemiyorum mesela, dün daha iyi güvendiğim için. Bugün sevemiyorum, kah hiç sevilemediğimden ötürü. Neyse diyorum, keşke dememek için. Artık hep bir eksik yanımla mutlu olamıyorum ruhları buharlaşmış insanlar arasında.
Her gün birer birer eksildiğim şu çivisi çıkmış dünyada bana garantilediğin mutluluk ne kadar uzun ömürlü olabilir ki? Olmadığını da biliyorum zaten. Çünkü mutluluk her zaman bir ütopyadır ve hep öyle de kalacaktır.
Tanrım!
Gözlerim…
Her şey bir çift gözde bitiyordu. Gözlerim açık kabuslar görüyordum.
Ah Tanrım! Ben bir zamanlar uzak mı uzak diyarlarda küçücük bir kız çocuğuydum. Güvenmek neydi ki, yıkılmak, inanmak, içi bomboş kalmak, ruhu arafta bir yerlerde sıkışmak neydi onu bile bilmiyordum. Ben bildiklerimle mutluydum. Kitaplarımla mutluydum, yahut oyuncaklarımla… Mutlu sona alıştığım masalların yeniden derlenmesi de neyin nesiydi? İyiler hep kazanmaz mıydı? Eğer bu sanmakta olduğum şey doğruysa, bana zehirli elmasını uzatan bu kötü kalpli cadı da nerden çıktı? Ya da bütün sevdiklerimin iyilikle dolup taşan kalplerini “Kırmızı Başlıklı Kız” ’daki o kurt mu yiyivermişti? Tuhaftı. Bana sunulan dünyayla , önüme sürülen bu hayat birbirini hiç tutmamıştı. Ya bildiğim masallar, mutlu sonlar yalandı. Ya da palavralara inanabilecek birer robotlardık.
Belki de birer robottuk. Artık hep bir eksik robot… Düşünmeye gelince devreleri alev almış, her an birer birer eksilmeye yüz tutulmuş; dışarıdan genç ama içi boş robot. Hayati işlevleri olmayan uzaktan bir kumandayla yönetilen bir robot. Ne bileyim belki de masallardan artakalan bir kukla.
Ah Tanrım!
Ne olur bildiklerimi bana geri ver. Öğrettiklerin, bu uzak diyarlardaki kız için çok ağır.
4 comments
yazmak budur işte,güzel hemde çok güzel bir yazı,hem kendimi bulduğum hem kelimelerimi 🙂
Siz de az çok benim gibi bu yazıda kendinizi bulduysanız ne mutlu bize 🙂 Değerli yorumunuz için teşekkür ederim…
Ne olur bildiklerimi bana geri ver. Öğrettiklerin, bu uzak diyarlardaki kız için çok ağır.
Az çok değil tamamiyle buldum bu cümlede beni.
Bilmeseydim eğer sonuna kadar güvenebilir sonuna kadar sevebilirdim.
Dedim ya biliyorum artık.
Daha zararsız bilmelere..
Yine okudum,yine sel oldu cümleler :D.
Uzun zamandır içinde bulunduğum duygulardır kendileri. Demek ki yalnız değilmişim. 🙂