Hayatımda kötü giden bir şeyin olmadığı ya da kendini çok göstermediği bir dönemdeyim. Ama bu her zaman mutluluk anlamına gelmiyor, keşke gelse. Bir gün yazarken bundan şöyle bahsetmiştim: “Bazen çok üzgün olduğunuz günler olur bazense sıradan günler, sıradan olan sizi üzmeyen günler de güzeldir aslında ama asıl sizde mutluluktan ağlama isteği yaratan günler var ya işte şu an onu yaşıyorum.” Ne yaşadığımı çok net hatırlıyorum. Olay o kadar büyük değildi ama hislerim büyüktü. Aşık olunca böyle oluyormuş demiştim, her şeyi uçlarda yaşıyormuşsun. Sanırım insanoğlunun günümüzde hissettiği en masum duygu bu. Artık her şey o kadar elimizin altında ki duygularımızı bile çok duygusuz yaşıyoruz ama konu aşk olduğunda hüzünlerimiz de sevinçlerimiz de delicesine coşkulu ve filtresiz. Bir de şunu fark etmeden geçemiyorum: ölümü, kaybı bir kenara alırsak en yoğun duyguları aşkta hissettiğimizi düşünüyorum. Sanki hepimiz içten içe hayatın onun etrafında döndüğünü biliyormuşuz da bunu dile getirmiyormuşuz gibi. Küçükken büyüyünce bu aşk, sevme gibi konuları ciddiye almayacağız, daha büyük dertlerle uğraşacağız sanıyordum. Şimdi büyüdüm ve görüyorum ki her boşluğumda aşkla ilgili yazılar karalarken buluyorum kendimi. Daha büyük dertler de gelmedi değil, ama sanki bir bölüm hep onun için ayrılmış ve orası boş durmayı sevmiyor gibi.
Benim tanımımda aşk yok olan bir şey değil. Bir kere bilimde var olan bir şeyi yok etmek mümkün değildir demişler, bunu derken maddelerden bahsettiklerini biliyorum ama ben bunu aşka da uyarlamak istiyorum. Bence aşk da yok edilemeyen ama dönüştürülebilen bir şey. Kendi hayatımdan örnek verecek olursam; delicesine sevdiğim biri vardı ve o sevdiğim kişiyle beraber hayatıma bir takım yeni öğretiler de geldi, şarkılar gibi. Delicesine sevdiğim birinden gelen şarkılardan da sonsuz sevgimi esirgemedim tabii. Bir şarkımız vardı, içinde sonsuz duyguyu biriktirebilen ve bana yaşatabilen. O kişiyle olan ilişkim bittiğinde çok küsmeye çalıştım o şarkıya ama küsemedim, sonra dedim ki neden küsmem gereksin? O kişiye küsmediğim ve hayatımdan silip atmadığım gibi onun bana kazandırdığı güzel şeyleri de hayatımdan çıkarmak yaşadığım her şeye, tattığım her duyguya haksızlık olurdu. Şarkıyı çok seviyordum, sanatçıyı çok seviyordum ve asıl anılarımı çok seviyordum. Sonra bir gün bir arkadaşım beni aradı ve bana güzel bir haberinin olduğunu söyledi, o şarkıyı yazan sanatçının konseri vardı. Ve size o anda hissettiklerimi anlatamam ama mutluluktan gözlerimin dolduğunu söylersem bence tahmin edebilirsiniz. Çocukça bir heyecanla, tepkilerimin pozitifliğine şaşırarak, anıların güzelliğine hayran kalarak karşıladım bu haberi. Ve o anda anladım ki amaç buymuş. Olayların sonunda da bazı şeyler istediğimiz gibi gitmediğinde de anılara karşı böylesine güzel hisler besleyebilmekmiş amaç. Hep şarkılarımız olacak ama asıl tepkilerimiz önemli olan. Gülüyor musun, ağlıyor musun, gülerek mi ağlıyorsun? Ve işte o anda anladım ki benim o kişiye olan aşkım, anılarıma ve öğrendiklerime olan aşkıma dönüşmüştü. Var olan bir şey yok edilemezse ve yok olan bir şey de yoktan var edilemezse neden o kendimizce büyük olan aşklarımızı dünyaya hiç yaşanmamış gibi yansıtmayı seçelim ki? Ve asıl içimizde neden kendimizi kişilere ve onların kazandırdıklarına küstürelim? Buna “acıyı azaltmak için” diyebileceğinizi düşünüyorum, çünkü ben öyle derdim. Ama artık anladım ki kızgınlık ve öfkenin getirdiği acıyla hiçbiri kıyaslanamaz. İyi duygularla kendimi ve anılarımı sevdiğimde ve içimi kızgınlık değil de dönüştürdüğüm aşkımla doldurduğumda hayatıma ışığı getirmem an meselesi olduğunu anladım ve öyle de oldu.