“Dur o zaman, şuradaki kağıtlar biraz daha dağınık bekleyebilir…” diyerek kendini masanın ağırlığından kurtarabilmişti yazar efendi. mutfağa gitti ve bir iki lokma atıştırdıktan sonra salona geçti. Salonda yaptığı şey ise ilham perilerini çağırmaktan başka bir şey değildi…
“Gelin hadi, romanımın puslu hüzün havasındaki o gizemi çözmeme yardımcı olun. Neden karamsarlıktan mutluluğa itelediniz ki beni? Ben daha onca duyguyu tadacak ve tattıracaktım. Şimdi neden beni heyecana, mutluluğa, meraka ve köle olma isteğine itelediniz? Emin bundan, beni ona siz aşık ettiniz çünkü benden yoruldunuz. Lütfen geri gelin de bu hikayemizi bitirelim…”
Yazarın bu düşüncelerini, en sevdiği müzik ile öten, telefonu kesti. Arayan, henüz tanıştığı ve sohbet etmekten hoşlandığı sevdiceği idi. Telefonu cevapladı ve akşam yemeği için bu insanüstü varlıkla sözleşti. Sonra saatine baktı, daha çok vardı. Hazırlanmak için çok vardı. Yemek vaktine çok vardı. Zaman boldu. Ancak, az vardı. Romanının bitmesine çok varken, sabrı onu yenik düşürüyor ve zamanı azalıyordu. Sabrının tükenmesine az vardı. düşüncelerin uçup gitmesine az vardı.
Yazar efendi doğruca mutfağa koştu ve mutfak masasından bir çatal bir de kaşık aldı. Gelişi güzel bir ritmle birbirine vurmaya başladı. “Ona odaklanma, onu sevme… Henüz değil, vakti var… Önce roman bitecek, karamsar ol…”. Çatalını kaşığına sürterek iğrenç sesler çıkarmaya çalışıyordu çünkü dikkatini dağıtması gerekiyordu. Aksi takdirde birisine bağlanacaktı. Aşkı tadacak ve yazar yeteneklerini kaybedecekti. Hayatını sevdiğine adayacaktı…
“Şimdi zamanı değil
Eğrilmiş yollardan dökülen çakıllar!
Saçma yerlere çakılan yıldırımlar!
O şimdi çıkmayacaktı karşıma!”
Yazarı büyük bir korku sardı ve boşluğun yarattığı yorgunlukla salonda uyuya kaldı…
Uyandığında o kadar büyük bir ilhama sahipti ki otursa romanını bitirebilecekti… Ama o ne yapsa beğenirsiniz?
Serkan ÜSTÜNDAĞ