Ansızın hızlıca çarpmaya başladı yüreğin. Yüreğim avcumdaydı sanki… Başımı kaldırıp semâya baktım. Sağa sola koşuşturan yürekler arasında sıkışıp kalmıştım. Nefesini hissettim firkâtın.
Tüm cesaretimi toparlamam gerekiyordu. Bunu cesaretsiz bir şekilde yapmaya çalıştım. Üzerime üzerime gelen karanlıklar içinde kaybolmuştum yine. Yine ağlamak geliyordu içimden. Yapamadım. Ağlamaya bile cesaret edemedim. Utanmıştım bu ürkek halimden. Gelgitler içinde kaybolmaya başlamıştı yüreğim. Derken kanayan yüreğime koydum elimi. Yine kan ter içinde kalmıştı. Bunları hak etmiyordu küçücük yüreğim. Ama yine kandırmıştım her şeyden habersiz bir şekilde acı çeken yüreğimi. Hâyâl kırıklığına uğrayacağımı bile bile… Bile bile ateşe atmıştım kendimi. İnsan hiç yakar mı kendini? Küçük küçük adımlarla yaklaşmaya başladım. Her adımda yakıyordum yüreğimi.
Beklenmedik tüm olasılıkları bir kenara bıraktım. Bunları düşünürken bir kaç adım daha yaklaştım ateşe. Hem de alevsiz kor bir ateşe… Ve sonunda dokundum ateşe. Hiç bu kadar yanmamıştım daha önce. Kanadı elim, kanadı yüreğim , kanadı hâyâllerim…
Yine ağlayamadım işte. Kanayan elimi tekrardan koydum yüreğime. ”Mutlu musun?” dedi yüreğim. Çok utandım bunu duyunca. Çok utandım yüreğimden ve kendimden. Cesaretsizdim yine. Ağlamak geldi içimden. Kaybolmuş bir çocuk gibi etrafıma baktım. Sonra dönüp kendime. Tanıyamamıştım kendimi. ”Bu acizlik içinde işin ne?” diyemedim kendime. Kanayan elimi açamadım semâya. Utanmıştım çünkü kendimden. Oysa küçükken ateşle oynama demişti annem. Oynama bir yerini yakarsın diye. Evet, haklıydı annem. Yakmıştım kendimi bu defa…