Havada yanmış kömür kokusu, soğukla beraber daha da çöktü eski binanın yıllardır durduğu sokağa . Ellerini birbirine ovuşturarak , nefesini o küçücük avuçlarıyla yakalamaya çalışarak birazda olsun ısınmaya çalışıyordu. Keçeleşmiş…
Aralık soğuğu yüzüme bir tokat indirdiğinde, Gece karanlığını döktüğünde yürürken sessiz sokaklarda, Gidecek yeri olmayan biri için bile, yol önümde uzanırken, Sadece yürüdüm. Çok soğuktu ve kar taneleri tenimi ısırıyordu.…
Haber geldi , Kafası iki elinin arasında, Olduğu yere çöktü Mehmet. Haber geldi, Kesildi bacakları dizlerinden, Bağlandı dili. Gözyaşlarını tutamadı , Aktı damarları kesilmiş gibi. Dağ gibi adam ufaldı, ufaldı…
Kunduz dağlarından gelen rüzgarlar getirdi mi acaba Hediyenin kokusunu? Beş bin kilometre ötede baba diye ağlayan Hediye’nin. Hediye ağlar , anası ağlar , Muhammed içine atar. Ağlasa da dertler birer…
Afganistan’dan yalın ayak , aç ve sefil, Yolcular , yoldaşlar , ölen yoldaşlar . Yoldaşlık bu ,bir dilim ekmeği bölüşmek, Bitmeyen yollar aşmak, Sınır sınır , ülke ülke varılacak son…
Baba, gel bana bir el at. Bu gece tanrı çaldı kapımı, sordu seni. Yok dedim, çok oldu öleli ve geleli sizin oraya Dedi ki yok bizim kayıtlarda. Ama dedim, annem…