Yorucu günün ağırlığı gittikçe artarken omuzlarında, güneş; alçalıyordu, yaklaşıyordu ufka. Güneş; yorgun, bitkin ve sessiz… İşte bir ikindi vakti onu böyle görebilirsiniz.
Kendine ayırmazsan diyor günün üçte ikisini özgür değilsindir sen de o köleler gibi. Ne olarak belirleseler de etiketini özgür değilsin sen de o köleler gibi. Özgür değilsin zira kendin için…
Hava, hani dolaşırdım ya başıboş zemheri vaktinde ve üşür dururdu ellerim, işte o zaman kadar soğuk. Kediler hala yeni durmuş araba altlarında ısınmaktadır tahminimce ve araba motorlarının ısısı kendilerine bile…
Biliyor musun, umutmuş yaşama tat katan; uçsuz bucaksız bir denizde(!) oymuş yelkenleri kabartan! Peki, o zaman; cepte taşımak gerekmez mi bu gizli hazineyi? Hayır, duymadın mı sen hiç şu mucizevi…
NE OLMALIYIM? Zaman kaplumbağa, zaman… Söylesene bana, nedir bu zaman? Bazen “Hızla geçip gidiyor.” diyoruz, bazen durduğundan şikayet ediyoruz. Bazen ilaç ediyoruz onu her şeye, bazen acılarımızı artıran tik taklarına…
Kelepçeli aşklar diyarındayım. Ve ben şimdi, gözlerimde sararıp solan güneşin altındayım. Hem onun boğuculuğuna boyun eğmemekte hem de onunla aynı evrende yaşamakta kararlıyım. Kelepçeli aşklar diyarındayım. Ve ben şimdi, tutsaklığa…