Şafak sökmeden önceki son karanlık. En zifiri olan. Denizin üzerine serilmiş bu karanlığı, ortadan ikiye ayıran ay tam karşımda. Gök, şimdi, yuvarlak, parlak bir yüzü ve tüm yeryüzünü kaplayan, kara, kapkara kanatları olan bir mucizevi yaratık gibi. Dört, belki beş, adımlık sahilin bitiminde yan yana ve birbiri ardına yükselen, irili ufaklı evler, çarpık kentleşmenin doğurduğu betonarme bir taraça görünümü çizmekte.
Az ileride geceye terk edilmiş yorgun kayıklar, baş tarafı sahilde, arka tarafı denizle sahilin birleştiği noktada sessizce uzanmakta. Sular, kıyıya vuran dalgalarla bir insan soluğundaki mırıltılar gibi yükselip alçalıyor, bu kayıklara bir ruh veriyor. Ay ışığı da denizden sekerek bu cansız, kirli ve beyaz kayıkların üzerinde menevişleniyor, suların mırıltılar ile ruha bürüdüğü bu kayıklara âdeta bir ten vererek canlandırıyor, bu heyecan ile onları denize davet ediyor. Ay ışığı, her nesnenin üzerine efsunlu bir nur gibi dökülüyor, bu gecede göz ile tanık olunan tüm menzili; bu balkonda masanın üzerindeki cam sürahiyi, kokusuyla geceye ferahlık veren saksıdaki fesleğenleri, ahşap sedirin kolçaklarını, denizi, sahili, kayıkları, ileride kayıkların tam tersi yönündeki iskeleyi, iskelede gece balıkçılarını, sahil yolunu ve sahil yolu boyunca ona refakat eden ağaçları, büyülü bir pencere açarak başka bir âlemden bu dünya üzerine seriyor, kutsal ve eşsiz bir hazine gibi biz insanoğluna sunuyor. Bu denli sakin ve donuk bir güzellik, ışığını, özünü, her an canlı ve yanan, sıcak bir kaynaktan alıyor olsun… Bu, geceyi kaplayan ve tüm menzil boyunca uzayan bu büyülü manzarayı daha görkemli kılıyor. Yeryüzünde insanoğlunu etkileyen, fikrini değiştiren, inandıran, inancını değiştiren her ne mucize, tansık olacaksa bu gecede olmalı, olmuşsa da böyle bir gecede olmuş olmalı. İnsanın, bu hayal âleminin büyülü görsel şöleni karşısında mest olmaması, kendini bu hayal âleminin bir parçası hissetmemesi mümkün değil.
Ay, arzulu bir ev sahibi gibi, denizin karanlığından balkonuma cüretkâr bir altın yol seriyor, bu yol ile o büyülü âleme geçmemi istiyor. Denizde bir karartı hâlinde süzülen kayıklar, kıyıya dek bu altın yola refakat etmekte. Kolumu biraz daha balkon duvarına yaslıyor, başımı ileri uzatarak denize parelel tüm manzarayı da seyre dalıyorum. Üzerine ay dökülen her nesneye tanık olmak istiyorum. İleride, sahil boyunca uzanan taraça görünümlü evlerle ufuk ve denizin birleştiği noktada bir kızıllık patlıyor. Bu, galibi belli, yaklaşan gök savaşının habercisi bir kızıllık. Kızıllığın patladığı yerden yükselecek olan günün, göğün şimdiki hâkimi karanlıkla tutuşacağı bu savaş, ayın nur dökerek efsunladığı medeniyeti yerle yeksan edip bu büyülü âlemi tüm nesnelerden sıyırarak gerçekliği yeniden bu menzile serecek. Yeryüzünde tanığı olunası bir başka bu mucizenin yaklaşmasını beklerken misafiri olduğum evin kapısı açılıyor. Olta, ev sahibinin elinde ondan önce içeri giriyor. Ardından ev sahibi. Oltayı usulca yere bırakıp ayakkabılarını çıkarıyor. Koridordan salona geçtiğinde göz göze geliyoruz. Balkon kapısına yaklaşıyor. Gülümsüyorum.
—Nasıldı?
—Bir şey çıkmadı ya, bizimkisi heves… Arkadaşlarla oltayı sallayıp muhabbete kuruluyoruz. Hele ki böyle gecelerde…
Gözleriyle tüm bu efsuna göz gezdiriyor gülümseyerek.
—Uyumamışsın sen de.
—Uyku tutmadı ya, benimkisi de heves… Hele ki böyle gecelerde…
Başımla balkonun altından uzanan manzarayı işaret ediyorum. Gülümsüyor.
—Ben yatıyorum. Hayırlı sabahlar. Sen de yat artık, birazdan sabah serinliği başlar, üşütürsün.
Sabah serinliği… Gecenin son, günün ilk serinliği. Gök savaşından hemen önceki serinlik. Kızıllık, ufkun diğer ucunda, gücü git gide artan ve meydan muharebesine yaklaşan bir ordu gibi büyüyor. Bu efsunlu âlemden, tüm bedenime nüfuz edecek son bir nefes ve serinlik çekiyor, galibi belli olan gök savaşını başlamadan ardımda bırakıp balkondan salona süzülüyorum. Kanepeye uzanıyor, üzerime battaniyeyi alıyorum. Balkonun kapısı açık. Balkona dek uzanan altın yoldan, bu dünyaya dökülen o büyülü âleme rüyamda geçmeyi umuyorum. Sabah serinliği, tüm menzilin efsununu, denizin kokusunu, duvardan tırmanarak balkondan salona getiriyor, muzip bir tavırla yüzümü okşuyor. Savaş patlak veriyor, uykuya dalıyorum.