Öyle bir gülümsüyorum ki, sanki otuz iki dişim ağzımdan çıkacakmış gibi. Böyle gülümsemeyi bana sen öğrettin. Unuttun mu? Her şeye ve herkese inat gülümsemeli insan demiştin. Ya da söylememiş miydin? Evet, söylememiştin. Bunu bembeyaz, parıl parıl parlayan otuz iki dişin söylemişti. Senden gelen her şeyi sarıp sarmaladım, sonra artık gerek yok diye düşünerek bir kolinin içine koydum, koliyi bantladım. Taşınır gibi yaptım bunu, ev taşır gibi, ruh taşır gibi, bir bedeni oradan oraya sürükler gibi. Hoşuna gitti mi? Senden gelen, senden kalan ne çok şey varmış meğer! Hepsi de yükmüş, koli öyle ağır ki, taşıyamam. Olmayan kapıcıma söylerim, bir şekilde yollanırsın, kendine gelirsin, seni yine sana gönderirim. Evet, yine güldün! Benim olmayan kapıcım var. Neden şaşırdın ki sevgilim bu kadar? Hiçbir zaman olmamış olan bir sevgiliden iyi değil mi olmayan bir kapıcı olmak? Bayağı bir atladım konudan konuya, benim otuz iki dişim de yoktu ki. Hay Allah! 20’lik dişlerim selam vermemişlerdi henüz, 20’yi geçeli bin sene olmuş gibi hâlbuki. Aşk yorgunu olunca böyle oluyormuş, kamyon çarpmışa dönüyormuş da, bin yıllık hissediyormuş insan. Sana âşıkken, sitemlerim trene binip yüreğime doğru gelmemişken, aşk kokardım. Yıkanırdım, günlerce, haftalarca, aylarca yıkanırdım da, o koku gitmezdi üstümden. Öyle çok aşk kokardım ki, parfümümün adını bile sorarlardı. ‘Aşk’ diyemezdim, ergen bir âşık gibiydim, kendime bile itiraf edemezdim. Sonra bir ara bayağı bir ayrılık koktum, insanlar burunlarını kapatmaya başladılar, zamanla o da geçince sitemlerim geldiler, şimdi sitem kokuyorum. O aşkı istiyorum. Çok istiyorum, öyle çok istiyorum ki, Pamuk Prenses’in Üvey Annesi olup, onun kalbini ister gibi, senin kalbini isteyebilirim. Bir başrol ver bana hayatında, ya da hayır, kötü bir karakter olayım, ne çıkar? Sonuç olarak koliyle başım dertte. İçinde kalbim de varmış meğer, nefessiz kalıp elimi kalbime götürünce yerinde olmadığını fark ettim. Seni özlüyorum, çok özlüyorum.
Hasret kokmuyorum ama… Bu, Tanju Okan’a haksızlık olur. Senelerce hasreti dokudu, kulaklarımızın pası silindi, ben hasreti çalamam. Kalbini alayım onun yerine… Bak sen şu yaptığıma, tilkiyi geçtim, açık ara farkla oynuyorum tilkiye, şu kurnazlığıma bak. Kalbini istiyorum sevgilim, bak uyuyacağım, sütümü de içmedim daha, uyku saatim geldi, ama kalbini almadan sütümü de içmem, yatmam da.
O aşkı istiyorum. Sitem kokmak süt kokusundan bile fenaymış! Ağız kokusu bile çekilirmiş de, şu sitemlerim hiç yaraşmazmış. Ecel olsan da gel, sana yakışmaz ama, bir yol buluruz. Senaryomuz olur, kaparım gözümü, kollarında can veririm. Kollarında can bulduğum gibi, kollarında canımdan can veririm. Telefonuma bakıyorum, kaç kere yemek yedim, kaç kere televizyon seyrettim, kaç kere dışarı çıktım, kaç insanla konuştum, kaç kez müzik dinledim; sensiz kaç ‘kez’ geçti, bu aşk geçti mi? ‘İyi geceler’ de bana, gecem iyi olsun. Koliyi de koynumda yatırırım, hiç sorun değil. Hiçbir bahane sen gururunla yoldaş olmayı bırakmadığın müddetçe işe yaramayacak. Yoksa sevmiyor musun artık beni? ‘Essah mı?’ Yoğsam, varım yoğum yoğ mu senin içün? Yoo, bu kadarı da fazla, hiç bilmem ki böyle konuşmayı, edebiyatımın serzenişlerinde kürdanla dişini mi karıştırıyorsun? Çok fena yavan koktum!
Bir gün unutulursan, o zaman belki ödeşiriz. Ama sen içimde oldukça, ben sende yok oldukça, bu aşk burada bitmeyecek. Haluk Levent demiş ya, ‘Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim’ Öyle kolay bitmiyor sevgilim. Sen aşkı bit sanmışsın. Tarkan da der ya hani, ‘Sen aşkı çiçek böcek güneş bulut sanmışsın’ Seninki bundan da beter. Sen aşkı ‘Bit’ sanmışsın. ‘Bit’ dediğinde biter sanmışsın.
Şuramdasın, içimdesin. Ruhum bedenimden firar etmedikçe de orada kalacaksın. Kulaktan kulağa oynadık ve sana ‘Sümüklü’ dedim say, sen onu ‘Aşk’ anladın. Sümüklü bir aşk koktun, yıkan yıkan, yine de çıkmadı. Sitemle sümüklü bir aşkın gölgesindeyiz, kolimi de aldım, alır mısın içeri? İki kokuşmuş âşığın filmini çekeriz, olmaz mı?
Ben sana yazarım, senden başka herkes okur. Herkes olabilseydin gözümde, bu kadar gocunmazdım.
Her şey olduğun için gözümde, herkes okur, sen okumazsın ya; acırım bu hâlime. Harflerim nasıl da dövüşürler, bir görsen. Boks maçında sanırsın kendini.
Sevmez misin? Futbol da olur, beşik gibi sallar, beşiktaşın olurum, galatadan geçer, bir de galatasarayın olurum, fenerin olur yanarım, hiç sönmem; fenerbahçen olurum. Hiçbiri yetmez mi sana? En milli hâlimle milli takımın olurum. Bahanem çok, gelen yok. Kapı da sonuna kadar açık, cereyan yaptı, üşüdüm. Eylül soğuğu vurdu besbelli…
Canım, türkünü sevsin. ‘Ben seni sevduğumi da dünyalara bildirdum’ Duyarım o sesi, senden değilse bile, öyle olsun. Tecahül-i Arif değil mi bu aşk? Sanatın dibindeyim. Kendimi kandırmak farz olsun. Bilip, bilmezlikten geliyorum. Biliyorum, varlığım yokluğumdur senin için. Boğazına yapışsam, İstanbul’un iki yakası bir araya gelir belki. Boğazı birleştiririz, ben sana âşık, sen, ‘Kurtar beni Allah’ım’ demektesin. Boğazına yapışma lüksüm nerede, hani? Elini görsem, parmakların kalın mı, ince mi, bilsem; bu bile yeter. Sesin de rüzgâr olsa, inan, üşüdüm bile demem. Olmayan kapıcım geldi, koliyi istiyor sevgilim. Verdim gitti. Bir valize sığmaz düşlerim lâkin; onlar da gitsin. Sensiz düşlerim bile, düşürür beni, düşerim. Kambersiz de düğün olur mu demesin hiç kimse, olmaz tabi ki de. Sensiz ben olamıyor ki işte! Gelinsiz de güvey olmaz, gelin güvey olmasın hiç kimse, sensiz ben yaşamıyor ki işte!