Gecenin geç saatleri, sokaklar bomboş iki arkadaş ağır adımlarla ilerliyoruz. Sesimiz gittikçe yükseliyor, ne olacak bizim bu halimiz diyoruz. Kah gülüyoruz, kah küfrediyoruz. Ama yine de yola devam ediyoruz. Bir gün kocaman adamlar olup evlilik hayalleri kuracağımızı düşünmezdik. Çünkü birbirimizi hep mahalle arasında top oynarken, kaldırımlarda oturup çekirdek çıtlatıp kola içerken hatırlıyoruz. Bizi biz yapan tüm değerlere, anılara savaş açmışız farkında olmadan. Hayattan tat alamamamızın sebebi bu olsa gerek.
Çok mu erken öğrendik bazı şeyleri diyorum kendi kendime. Hala alışamadım yeni kimliğime. Gittiğim her yerde mahallemin sıcaklığını arıyorum, yeni insanlardan kırk yıllık dostlarımın samimiyetini bekliyorum umarsızca. Mesai bitince koşarak geliyorum evime. Kalbimde yeni insanlara yer yok, sessizce izliyorum etrafta olup bitenleri.
Birer birer evleniyor sevip de açılamadığımız kızlar. Acaba mutlu eder miyiz diye düşünürken, birileri ilk adımı hep bizden önce atıyor. Bize kalan hep mutluluklar dilemek. Birkaç yıla kucağında çocuğuyla geçerken mahalleden, uzaktan soğuk bir merhaba. Sonra herkes kendi yoluna. Neyse ki aşktan nasibini alamamış birkaç dostum var da oturup iki lafın belini kırıp, güzelim kızların dedikodularını yapabiliyoruz. Kuzguncuğa gidiyoruz, teselliyi sıcak çikolatada biraz da deniz manzarasında buluyoruz. Mustafa farklı limanlara yelken açıyor, Evren’in söyleyecek sözü yok belki ama karizması yeter. Mahmut desen siyasi kişiliği hep bir adım önünde. Ben mi? Aradığı dostluğu belki de sevdiği kitaplarda bularak yalnızlığın yollarında yürümek istemişimdir.
Koskoca mezar taşlarını diktiler İstanbul’un bedenine. Asrın projesiyle mesafeler kısaldı belki ama. Martılar artık daha yalnız. Hem o soğuk kış günlerinde, koşarak cam kenarına burnumuzu yaslayarak eşsiz boğaz manzarasını izlemek, sıcacık çay ile ellerini ısıtmak. Var mı bunun ikamesi dostlar. Gencecik bedenimde her geçen gün yaşlanan bir ruh; geçmişe özlem duyuyor. Rengarenk bir dünya vaat edenler aslında her yeri aynı renge boyuyor fark edemiyoruz. Neden böyle oldum bilmiyorum; düşüncelerimi anlatan kelimelerin git gide anlamsızlaştığını fark ediyorum. Gülmek için ekstra çaba sarf etmek zorundayım, mutluluğu beyaz perdede arıyorum. Filmin sonunda birkaç dakikalığına da olsa kırmızı yanaklar ve kocaman gülümse ile koltuğumdan kalkarken yavaşça soluyor yüzümde hayat belirtileri.
Birkaç dost, koyu dem çay, okunmaya değer kitaplarım, annemin kurabiyeleri, Dila’nın masmavi gözleri ve benim bir an önce gerçekleştirmek istediğim hayallerim…Elde avuçta ne varsa koyuyorum masanın önüne. Aslında apaçık ortada herşey. Yine sabah olacak, yine yeni bir gün başlayacak ve ben yine öleceğim…
http://muratkochan.blogspot.com.tr/