Bazen ilginç olan bir takım şeyler olabiliyor hayatta, insanı mutluğun kıyılarına sürükleyen küçük kaçamaklar -ben bu şekilde adlandırırım-. Ya da mutlu olmak için fırsat kollayıp, karşımıza çıkan her şeyi mutluluktan mı sayıyoruz? Hangisidir bilemem ama bence en güzeli bu işte: zamanın ve mekân denilen anlık anımsamaların hesaba katılmadığı bir şey bu. Elde edilmek istenen şey elde edilmişse gerisi çok da önemsenecek gibi değil. Ne kadar da güzel! Biraz huzur… Kafamı arkaya yaslayıp omuzlarımı gevşeterek yapardım bunu. Huzurla katılan sessizlik – mutlu olmak en iyisi-, en çok istediğim şey aslında buydu. Mutluluğu huzurla birleştirip bir bardağın içine atıp kahveyle karıştırmak, daha ne olsun ki? Aklım onca kirli şeyden arınmış berrak bir su temizliğinde artık.
Temizlendikten sonra kalbim de öyle oldu sanırım. Artık geçmişin o sivri bıçakları köreldi ve çıkarıldı içimden. Ne olacağı bilinemez ama artık kirlenmeyeceğini umuyorum. – ya da bunun için daha dikkatli olmak, “kendine iyi bak” derler ya hani, onun gibi bir şey- Aslında bu yepyeni bir başlangıç yapmak için ne de güzel bir fırsat. İçimdeki her şey eskiye göre daha canlı, daha renkli, kış beyaz olabilir temizleyince yeryüzünü renkler beliriyor ardından. Ve bahar. Baharı bekleyen doğanın heyecanı vardı içimde. Tek üflemeyle yerinden kalkacaktı o kalın kar tabakası. Her şey bu kadar kolaydı işte. Baharın gelmesi demek, içimdeki buzların tamamen erimesi ve o iç titreten soğukluğun bitmesi anlamına geliyordu. O tabloyu görebilmek gerçeğin bitip hayallerin başladığı yer kadar yakın.
Mevsimsiz Sohbet’ten