Duygularını rafa kaldırmak… İnsana acı veriyor bazen. Sen kendini onlardan uzaklaştırdıkça daha da yakınlaşıyorsun onlara. Gitmesini beklerken, gel diyorsun aslında, gel! İçten içe söylerken bunu, sadece kalbin şahit oluyor bir de artık tutamadığın gözyaşların…
Bekliyorsun yavaş yavaş. Ama sönmüyor için, hatta daha da alevlendiriyorsun onu. İçinde yanmakta olan kor bir yandan büyürken, bir yandan da paramparça ediyor ruhunu. Ve sonunda ne gücün kalıyor ne de savaşacak bir takatin… Onun büyümesini izlemek zorunda kalırken bir yandan da savaşmaya çalışıyorsun onunla, hayallerin ve umudun ile.. Bunlarla karşılık vermeye çalışıyorsun ona. Çünkü, içini yakan ateşe karşı yapabileceğin tek savunma hareketin, bunlardan ibaret.
”Belki” sözcüğü içine yerleşirken, aynı zamanda da zihninde tekrarlamaya başlıyor kendisini.. İçindeki ateş yanmaya devam ettiği o anda anlıyorsun aslında, ruhunun kül olduğunu. Ne olursa olsun, yine de bırakamıyorsun o ateşi, duygularını alevlendiren o haykırışı. Bırak, rafa kaldırmak şöyle dursun, ayrılamıyorsun ki onlardan. Ve aslında zamana bırakmanın en doğru çare olduğunu anladığın o an, hayatı çoktan bırakmış oluyorsun zaten. Son olarak da hayallerinin zirve yaptığı içsel dünyandan ayrılıp üzüntülerini barındırdığın, onları unutamadığın, gerçek ama senin için sahte olan dünyaya koşmak zorunda hissediyorsun kendini. Hayatın gerçekleriyle yüzleştiğinde, asıl ”seni” fark edip kapatıyorsun evinin tüm pencerelerini ve yine ”belki”lerle geri kalan hayatına dört duvar arasında devam etmeye çalışıyorsun, yaşamaya çalışıyorsun ya da yaşamayı öğrenmeye çalışıyorsun aslında, sahip olduğun gözyaşların, üzüntülerin ve biraz da hayal kırıklığıyla…