Kaç gün, kaç saat, kaç dakika evveldi…
Belki üç yüz altmış beş gün belki fazlası geçip gitti.
O zaman korkmasaydım kaybetmezdim şehrimi fethedecek o cengaveri.
O zaman korkmasaydım şimdi bilmezdim cesaret etmeyi.
Kaç gün, kaç saat, kaç dakika geçti; belki elli iki, belki elli beş hafta evveldi.
İnsan korkunca ya çok aciz yahut maskelerin ardında bambaşka bir yüz kesiliyor.
O zaman korkmasaydım o zaman bir şeyleri biliyor olsaydım ne olurdu diye düşünüyorum. Ama belli ki hala bilmiyorum bir şeyleri. Belli ki anlamadığım kavrayamadığım taneler var zihnimde başaklanan.
Düşünüyorum, düşünler bir yere varmıyor gibi seyredince hemen silkeleniyorum. Şimdi ben öznesi belli eylemi gizli bir hikayeyi reddedeceğimi biliyorum en azından.
Kalbimin buzu çözülüyor… İçinde bir şey kalmamış olacak diye endişe duyuyordum. Oysa şimdi sökükleri hissediyorum; kalbimin söküklerini…
Saçakları meltemde savruluyor usul usul. Yine de, soğuk ise de, varlığı hissediliyor kalbimin.
Birkaç zaman evveldi çok eski değil. Kalbime değin inemedim lakin saçlarımda sesler gezindirdim. Ne tuhaftı hissedebilmek. Kalbimin sökükleri heveslendi belki dikiş tutarlar diye. Ama ne diyarlar gezsen kalbini yanında çanta gibi taşıyorsan, o sesleri alıp götürüyor rüzgar.
Kalbim! Üzülme, elimden dikiş gelir benim.