Beynimin odalarına günün birinde bir adamı sakladılar. Saklayanlar da adamdı. Ya da dürüst olayım hadi… Adam kıyafetine bürünmüş iki kişi, birini hapsetti beynime.
Damarlarımdan içeri pompaladılar yavaş yavaş.
Her yerde onun fotoğraflarının olduğu bir odaya hapsettiler sonra.
Kokusunu verdiler oksijen diye de. Bu kez de ciğerlerime hapsedeyim diye.
Gözlerini; gözlerime gözlerime soktular.
“İyi bak bu adama. Senin varın da yoğun da o artık.” dediler.
Yeri geldi, duvar diplerine diz çöktürdüler beni. Saçlarımı yoldurttular tek tek.
Turnaların kanatlarını koparttılar benim ellerimle.
Yemek kitabı yutturdular bana. Bir çırpıda nefret ettiğim onlarca tatlıyı koydum o adamın önüne.
Kalp atışlarını ninni yaptılar adamın. Her gece ‘müzik’ diye dinlettiler bana.
Ellerinden; sıcak su torbası. Dindirdi karnıma saplanan her sancıyı.
Saçlarından; cennet yaptılar bana.
Gülüşünden, bakışından, sesinden taptaze umutları serdiler yoluma.
Sonra adam kıyafeti giyenler gitti. Beynimdekini onlar hapsetmemiş gibi kayboldular ortadan. Beyindeki adam, isyan bayrağı çekti göndere. Deldi geçti kafatasımı. Çıktı sıkışıp kaldığı hücreden bir çırpıda.
Unuttukları şeyler vardı:
Damarlarımdan içeri pompalanan, kalbime doğru yol aldı ve akışı orada son buldu. Beynimden kaçan adam, aslında kalbimde sıkışıp kaldı. Ciğerlerimi saran kokusu, başka maddeyi kabul etmedi ve nefessiz kaldım. Kusamadım yemek kitabını. Dindiremedim karnımdaki sancıları. Henüz bebek olan umutları ezip de geçemedim.
Beynime, kalbime hapsedilen adam değil; hapsedenler yaktı canımı en çok.
En çok onlara kandım.
En çok güvendim onlara.
En çok onlar var sandım.
En çok da ben yanıldım.
Yandım,
Kırıldım.
Daha da kötüsü, hiç hatırlanmadım.