Aklımdan geçen her kelimeyi yazacağıma yemin etmiş gibi dolduruyordum önümdeki kağıdı. Dersin başlarında sık sık tekrarladığım anahtar kelimeleri artık unutur vaziyete gelmiştim. Cümlelerin anlamlarını idrak edemeden koyuyordum noktayı. Sonra tekrar satır başı. Sürekli bir döngü içindeydik. Bitmek bilmeyen isteklerimiz, çabayı boşa çıkaran engellerle etrafı çevriliyordu her geçen gün. Ve sonra görülen bir rüya ve bir dünya hüzün. İçine çektiğin nefes ve ardından gelen bir dünya hüzün… Bir kalem ve doldurulamayan kağıtlar, durdurulamayan düşünceler. Etrafımda onlarca insan. Ne yapıyorduk biz? Kim için harcıyorduk bunca zamanı? Burada bulunmamızın çıkarı neydi de herkes pür dikkat bir şeyler karalamak için çaba sarf ediyordu? Oysa her bir cümle zırvalıktı belki de. Kim bilir?
Bazen bir hafta sonunun cehenneme dönüştüğüne şahit oluyoruz, üstelik kendi cehennemimize. Ve bazen bir olasılığın bile bizi ne denli çaresiz duruma soktuğuna tanık oluyoruz. Beynimizde, gözlerimizin dolmasına sebep olacak bir olasılıktan bahsediyorum. Bir pencere düşünün; iki seçeneği vardı bize sunduğu. Rüyaların, gerçeklerden daha can sıkıcı olduğu an bittiğimiz andır.
Dakikalar geçtikçe daha da kamburlaştığımı hissettim oturduğum sırada. Işığın ilk defa bu kadar uyumsuz olduğu bu salonda her üç dakikada bir aşağı yukarı dolaşan gözetmenin göz hapsindeydik. Elimdeki kalemin bir daha kullanmayacağımı düşünerek sırada bırakıp hızlıca indim merdivenlerden. Beni bekleyen tek şeydi belirsizlikler. İlerledim köye uzanan yolda. Buraya daha önce hiç gelmemeyi dilerdim, çocukluğumu burada geçirmemeyi. Buraya geldiğimde özlem duymamayı. Gelmek için can atarken hüzünlenmemeyi dilerdim. Adım atmayı istemezdim öleceksem. Ve bitecekse tüm bu hüzün adım atmayı tercih ederdim. Yük dolu bir zihni taşımaktı asıl mesele. Tüm renklerin silindiğini düşlemekti. Hayalden yoksun büyümekti aynı zamanda. Kendinle çelişmekten uyuyamamaktı belki de. Tüm düşlerimi görmek için gökyüzüne baktığım bir akşamüstü saatleriydi hüznün had safhası. Bitmeyen bir hayattı bu. Bitmek bilmeyen ama bizi tüketen bir hayat. Ve sonra ölümle baş başa bırakıp giden türden. Ne başladığımızın farkındaydık ne de bittiğinin. Hepsi bir dünya hüzündü.
İrem Özdemir