Sıra sıra, yan yana: savcı hakim ve geleceğin yardımcıları. İmdat! Bak şuna, simsiyah. Bayımız tehlikeli gözüküyor. Korkak bakan gözler ne görür? Re re re. N’oluyor burda?! Bak bak. Radikalizm belirtileri! Bunu mu bekleyeceğiz?! Ne kadar sürecek? Yok yok, daha ne kadar dedim! Uyanması mı? Ayağa kalkması mı? Doğrulması mı? Büküldü yine bak! Hayır, eğildi! Mırıldanıyor. Beş dakika sürer belki. Ne? Daha ne kadar sürecek dedim?! Tak tak! Kapı açılmaz seslenmeden O’na. İşimiz var. Bizimde görüşmemiz var efendim. Hani kiminle?! Görünmeyenle. Ne diyorsun? İstiyorum diyorum efendim, çünkü vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi. Size de istedim. Ne istedin? O’na yaklaşmanızı efendim.
Hızlı hızlı adımlarla ilerliyorum. Bir tatlı telaş koymuşum içime ve bir rûz-i gâr gibi sert esiyorum beton bloklar arasında. Bir randevum var ve ayaklarımda bir kararlılık; hedefim durmak, lâkin huzurunda. Her adımım tarih oluyor ve durduğumda, yazılıyor muhakkak. En güzel kalem mutlaka onların elinde. Bir gün okudum, o günden sonra iki yazar taşıyorum. Günden güne gündem. An’dan an’a, taşıyormuşu m/z. Kelime cambazı!
Vakit dar hudutlarda kayboluyor, ulaşmak güç. İman gücü lazım! Ve yerlere seriyorum memleketimi: sonra ellerim dünyamı arkama itiyor. Güneş doğu da bekliyor, erittiği zamana O en büyüktür diyerek meydan okuyorum. Duruyor ilerlediği yerde. Her hareketimde raks ediyor kuşlar cam önünde. Son kez bir şeyler fısıldıyorum O’na, huzur kaplıyor içimi. Dengesiz kelimeler, cümleler akın ediyor tarafıma. Terazim beni sallandırıyor. “Zamanınızı ayırdığınızı görüyorum.” Otuz askerim yenik düşüyor nefsine, memleketim küçülüyor, bohçama giriyor ve ben en güzel kimliğimle geldiğim yere dönmek için harekete geçiyorum. “Zaman beni O’ndan alıkoyamadı ve ben O’ndan istedim.” Karşılıklı özür diliyoruz ve bir renk beliriyor sinirli bayanın yüzünde. Utanmak size yakıştı; bence siz bir bahçe yeşertin beton bloklar arasında. Yüzünüzdeki rengi bahçenizdeki karanfillere verin.