Gözlerimden akan yaşlarla beraber, elimde avucumda ne kadar varsa yaşama arzum kayıp yere düşüyordu. Üstünden atlayıp geçmek bir kenara dursun, ayak bileklerimi kesen sivrilikleri bir çok şeye nazaran daha çok acı verdi. Kurtuluşum neydi? Nasıl olmalıydı kurtuluşum?
Bir insanın yokluğu varlığına küfür ettirir mi? Ben hayattan sert küfürler öğrendim. En çok hangisi yakışırdı dudaklarıma? Bazen, seni seviyorum demek bile küfür gibiydi. Seninse sessizliğin küfür gibi.
Bir saatin tik takları gibi, bazen kulağımda… Sabırsızlık bazen, durdurmak istedim. Ve bazen kulağıma takılıp sinir sistemimi alt üst ederdi tik tak.
Yaşarken seni kendimce, gelişini de gidişini de geri getiremeyeceğimi biliyordum. saydırdım sonra gelmişine geçmişine. Keşke demenin en garip, en zor olanıydı bu, çünkü gitmeseydin eğer keşke hiç gelmeseydi demezdim.
Bir tik daha sonra ardından tak. Başladık. Hayatın savurup durduğu, yorduğu iki insan bir biz kalmışız gibi ve de sanki çok lazımmışız gibi birbirimize, benim acım bana az geldi diye seninkini sardım. Sen de benimkileri… Her zaman saat sekizde yatağa giren çocuklar gibiydik. Biraz daha anne… Bir kaç tik tak fazla oynayama çabamıza ramen bilirdik hiçbir zaman bir tane daha fazla tik tak yapmayacak saat. Çocuk oluşumuzdandı işte inatçılığımız. Çocuk gibi hayal kurmayı sevdiğimizdendi. Uzak ülkeler, uçan arabalar ve dev insanlar gibi ama her zaman birlikte kurduğumuz hayaller. Ne zaman biri dalga geçse, imkansız olduğunu söylese bunların; ağlardık. Ağlaya ağlaya birbirimizin gözyaşlarını saklardık birbirimizden. Güçsüz olduğunu bile bile, güçsüz olduğumu bile bile çok yaslandık, çok güvendik.
Biz çocuk olmuştuk beraber, fakat biliyoruz onlar çocuk değil. Onların şekerden yapılmış silahları yok. Onların gerçek, keskin ve korkunç sözleri… Sonra yine tik tak dedi saat. Kafamı göğsüne eğip baktım. Bu sefer de sabırsız bir tik tak dedi saat. Korkular başladı bizde. Geç kalışlar, telaşımızdan hiç düşünmeden söylediğimiz sözler… Halbuki çocukluğumuza yakışmıyordu böylesi. Belki dedim, belki büyüme vakti geldi.
Eski kitaplar gibi raflara kaldırdık. Değerlerini yitirmeyeceklerdi elbet ama tozlanıp unutulacak, tekrar okumaya heveslendirmeyeceklerdi bizi. Bu sefer zamanı bize uydurmaktan çok, biz zamana uyabilmek için çabaladık. Daha iyi bir hayat çabası… Para kazanmak ve hayatta kalabilmek için birbirimizi ittirmeye başladık. Senin daha iyin için ben seni, benim daha iyim için sen beni. Ne de olsa hala farklı hayatların hep birlikte olmak için kurulan hayaliydi bizimkisi.
Zor yaşanılası bir hayattı doğrusu. Düşe düşe kalkmayı öğrendik. Koşa koşa yetişmeyi, ağlaya ağlaya sevişmeyi… Çürüte çürüte sevmeye başladık birbirimizi. ve bir tik tak daha… Senin bir hatan bana mal olabilirdi ve benim bir hatam da sana mal olabilirdi. Söve söve umutlandırdık, susa susa seni seviyorum dedik. Yorgun bedenlerimizi devirirken yatağa, senin hayalinin ortasında ben uyuyakaldım bazen, benim hayalimin ortasında bazen sen…
Ağır işlerde çalıştığımızdan değildi bunlar. okuyup adam olmaktan başka daha büyük davalarımızda yoktu henüz. Fakat hayat bu, yaşaması bile yoruyor insanı. Yaşamak cesaret istiyor, biraz deli olmak gerekiyor.
Bizde kulağa hoş geldi başta aşkın melodisi. Birbirine benzeyen insanlar aşk yapamıyor. Karşında her zaman kendini görmek ihtiyar bir adamın aynadaki kırışıklıklarına bakması gibi. Bizim geçmişimiz hatırlanmaktan çok unutulmayı hak ederken, birbirimize her baktığımızda bir hatıra, her öpücüğümüzde daha çok keder… Buna katlanmak bizi öldürecekti, şimdi daha iyi anlıyorum. Ölümün sessiz ve uzun yolunda yürürken bir tik tak daha yankılandı kulaklarımızda. Bu sefer küfür gibi seni seviyorum dedin bana. Bu ilk düşüşümüzdü yerlere. Yorgunluğumuza dayanamayışımız başladı. Fazla gelmeye başladık birbirimize. Mesafeler soktuk aramıza. Sen yolun bir ucunda, ben diğer ucunda. Aynı yolda yürüyüp tanışmamış gibi. Uzaklaştıkça da unuttuk birbirimize benzediğimizi. Basit aşk oyunlarındaki yeni yetme sevgililer gibi kıskançlık krizlerimiz, rezilce ve birbirimizi alçaltan yasaklarımız…
Bu seferki kit tak sinir sistemimi alt üst etti. Takıntı gibi. Taktıkça takarım, bilirsin. Tik tak, tik tak, tik tak… Yeter dedim. Yeter. Söküp göğsümün sol kısmını suratına fırlatıverdim. Her yerin kanayıverdi senin de. Korkunçtun ve gülmek istedim ben o zaman en çok. Kırılan saatin parçalarını toplamaya eğildin, koluna saplanmıştı bir parçası da. canın yanıyordu, yüzünü buruşturmandan anladım. Tabi susmuştu saat. Yoktu tik tak. Gözlerini yerdeki cam parçalarından kaldırıp bana baktın. Yaklaşıp kolundaki yarayı sarmak istedim, geri adım attın. Biraz daha üstüne geldiğimde geri geri koşmaya başladın. Çizgi filmi andırdı bu halin bana. Çocuk olmuştun doğrusu yine. Laftan anlamayan bir çocuk…
Halbuki ilk başladığında zaman, mutluyduk. Çocuk olmak, hayatın omuzlarımıza bıraktığı yükü biraz da olsa hafifletiyordu. Sen bu hafifleyen yüke bile dayanamadığın günlerin birinde (aslında beni sevmediğini anladığında) çok acıdım ben.
Giderken, seni suçlamak o an yapabileceğim en kolay şeydi. Oysa saatin tik taklarına bende dayanamıyordum senin gibi. İlk pes eden sen olsan da biliyordum ben de bir gün, böyle zamansız yaşamaktan vazgeçecektim. Sen de beni suçlarken durdurduğum zamanda elini kolunu çekip, daha hoş bir melodi aramak için bırakıp gittin beni. Bırakıp gittin artık çocuk olmadığını söyleyerek.
Ayrılık hırçınlaştırıyor beni. Ayrılık çok çaba gerektiriyor kabullenmem için. Önce aldandığımızı düşündüm ve yanıldığını. Yalnız kalacaksın sandım. Meğer senin gücün, kuvvetin ve hırsın yalnızlığındanmış. Birlikteyken ağlayışından anlamalıydım.
Yumdun gözlerini, yumdun hayata, yastığa yumdun. Akıttın gözyaşlarını yastığa. Sırılsıklamdı yastık. Artık inadın çocukça değil, daha güçlü daha korkunç geldi buradan bana. Benim yapamadığım ama hak ettiğim; kaybettiğin ne varsa geri almak için edindiğin hırs, bana da çok lazımdı. Önce kendimi düşünmek bana göre olması hiçbir zaman. Önce seni, hep seni… Kendin için gittiğini düşünürken bana iyiliklerin en büyüğünü yaptın, fark etmeden. Gidişine ağlayışım çok sürmezdi. Fakat gidişin benliğime mal oldu. Değişmeme neden oldu gidişin. Yine de teşekkür edemiyorum, üzgünüm. Çocuk olmayı yeğlerdim. Seninle kalmayı… Omzumdaki yüklerle de olsa,çocuk kalıp seninle ağlamayı…
Biliyorum, o gün yüzüne cam parçalarını sözlerim fırlatmıştı. Acı, yanlış, yalan ve can yakan sözlerim… Canının yanmasına mı yoksa bu kadar cesur olmama mı kızdın anlayamadım. Hem bilmiyor muydun sanki yalan olduğunu, kızgınlığımdan söylediğimi. Özgürüm demiştim, senden öncesi olduğumdan daha da özgürüm. Bir kadının kadınlığıyla intikam alması tehlikeliydi. Cam parçaları en çok bana sıçradı ama sana yardıma koştum yine ben. Elinin tersiyle ittiğin aşkıma şaşarak, o aşka kızarak ve gözlerinde gördüğüm tiksintiyi silerek köşeme çekildim bende. oysa bilirdin, bilmeliydin senden başkasının bana dokunmasına tahammül edemeyeceğimi. Çünkü sana geldiğimde tereddüt etmeden… çok çocuktum sana. çok saf ve çok sarılmaya muhtaç. Bir genç kızın hayallerini yıkıp gitmek kalmıştı sana bu hikayede. Geleceğimizden eminim dediğinde inan bana demişti gözlerin de. Şimdi sana kandığımı bilirken, aslında ikimizin de kendini kandırdığını anlıyorum.
Yalnızlıklar vardı sokaklarda artık. İnsanlara anlatabilmeyi çok istedim. Dinlemezlerdi. Yine de isterdim. Savrulup gitmekten çok ayakta durmayı öğütledi eş dost. Biliyorum biliyorum, aşktan ölenini görmedi hiçbiriniz. Yalnızdı, sokaklar ve caddeler, tökezlediğim kaldırım ve çöp tenekesindeki kediler. Konuşmaktan korktum sonra. Burada tek başıma seni büyütmek, kimsesiz bir çocuk gibi bu aşk… Daha mı anlamlı geldi, daha mı kolaydı yoksa ben kendime yaptığım bu işkenceyle yüzleşmekten mi kaçtım inan bilemedim. Geceleri bir sağa bir sola dönen vücudum… Duvarları yumruklamak ses çıkarmıyordu yüreğimdeki çığlıklardan fazla. Kaçmak? Belki… Kime? Nereye? Kaçıp tekrar buraya mı dönmekti çare?
Bilmem kaç kızın soyunduğu oda, sadece bedenini doyuran bir adam mıydı çare? Becerebilmek aşık değilken sevişmeyi; becerilmek kadar tiksinç ve acını satmak bedeninle… Pek namusluca bir iş olmazdı değil mi? Pek akıllıca… Aşıktım ve ahmak.
Tren istasyonu sabah saat sekiz çeyrek. Trende insanlar. İşlerinde güçlerinde, insanlar. Dertleri başlarından aşkın insanlar. Hep böyle oluyor; ne zaman kelimelere sığmasa yaşananlar kendimi tren istasyonunda buluyorum. Geri dönmek için gider mi insan? Kısa anlarda kalınca kaçışlarım daha çok vurmazlar mı kırbaçları sırtıma? ve can yakmaz mı?
Biletimi sormuştu görevli. Bende arandım biraz biletimi, çantamın içinde. Sonra uzatıp, başımı pencereye çevirdim. Arka koltuktaki yolcuya yöneldi görevli de. Bunu bana nispet yapıyormuş gibi hissettim. Bu koskoca trende senden başka insanlar var ve hepsinin de senin gibi sorunları… Oysa bunları ima etmedi tren görevlisi. Amacı işini yapmanın ötesine gitmezdi. Ben böyle hayal ettim. Yollara değil de hayallere kaçtım bu kez, senden uzak hayallere…
Biliyor musun, sen olmayınca daha çok anlam yüklüyorum hayata. Doğrusu sen dışında her şeye anlam yüklüyorum. Belki de katlanabilmek için. Böyle anlarda kendimi daha güçlü, daha yaşamaya hazır hissediyorum. Terk edişin sebep acizliğimeymiş gibi değil diyerek inkar ediyorum. Kısa da olsa seviyorum böyle hallerimi.
Bitiyor sonunda yolculuk. Ara veriyorum bende seninle ilgili düşüncelerime. Tren kapısına yöneliyorum. Bir kaç dost, biraz kahkaha… Bazen dalıyorum uzaklara, biraz keder yerleşince gözlerime soruyorlar: ”iyi misin?” Tabi ki de iyiyim ben. Sessizim ama iyiyim. Ölmek istiyorum, böyle düşündüğüm için de kendimden, insanlığımdan, basitliğimden utanıyorum ama iyiyim. Görmüyor musunuz nasıl mükemmel kahkahalar atıyorum. Hem nereden çıkardınız iyi olmadığımı? Dostsunuz değil mi, anlarsınız. Halbuki bunu bile hak etmiyorum. Kısıtlamalarından biriydi bu da. Senin için bir dosttan vazgeçmiştim, sonra gidip o dosta ağladım senin için. İyi dersti.
Şimdi burada, bunlardan çok uzakta ne varsa yaşadığım sana dair, melodisi hoş güftesi acı kalacak. Çok zaman geçmedi üzerinden, az acı da kalmadı. bir tek aynı anılar avucumda gitmeyi bekliyorlar. Onlar bunu çoktan hak etti. Bitmiş bir hikayeyi süründüremem peşimde. kalbimde saklayamam artık. Acısını silip tekrar ayarlıyorum saati.
2 comments
tebrikler
teşekkürler