Düşünüyordu uzun uzun; arada alıyordu kalemi eline düşündüklerini yazmak için. Ancak ne zaman alsa eline kalemi soru işaretleri dökülüyordu kağıda kelimelerden önce ve engel oluyordu yazmasına. Kendisi de anlam veremiyordu bu duruma. Tek yapabildiği yazmaktı şu hayatta ona da engel oluyorlardı. Devam etmeye çalıştı çalışmasına ama cümleleri ya çok uzun ve anlamsız ya da sadece cevaplanamayan sorular halinde ilerlemeye başlayınca bıraktı kalemi tekrar.
O an her şeyden kaçabilmek istedi. Gözlerini kapattı; kendini huzurlu bir yerde hayal etmeye çalıştı ama başaramadı. O da biliyordu küçük şirin bir köye gidip kendini kapatmayı yazı yazabilmek için. İç huzuru olmazsa bir insanın gitse ne olur kalsa ne olur diye düşündü. Beynini kapatıp gidemiyor ki insan. Gitse neye yarar düşünceleri de onla gidiyorsa? Kimsenin onu tanımadığı yerlerde olmayı diliyordu hep. Kimse onu tanımasa ne olurdu ki o kendini tanıdıktan sonra?
Uykusunda bile kaçamıyordu soru işaretlerinden son zamanlarda. Yorgunluktan daldığı kısacık anlarda bile rüyasında görüyordu onları. Her gün yenileri ekleniyordu. Mitolojide geçen, başı kesildiğinde yerine iki tane çıkan hydra gibiydi sorular onun hayatında. Birisi eksilse yerine iki tanesi geliyordu. Sahi ne zaman bu hale gelmişti ki o? Nasıl böyle hisseder olmuştu? Ne ara düşüncelerini sıraya koyamayacak kadar karışmıştı hayatı? Ne zaman olimpik bir yüzme havuzunu dolduracak kadar soru sahibi olmuştu? Aslında mutluydu kısa bir zaman öncesine kadar. Aptal aptal kendince güldüğü anları da vardı; kendini bulutların üzerindeymiş gibi hissettikleri de.
Sanırım cevabı adını bildiği gibi biliyordu: ‘hayal kırıklığı’. Kocaman bir kase hayal kırıklığı hem de. Güvendiği insanlar tarafından en ihtiyacı olduğunda yalnız bırakılıyordu her seferinde. Elini uzattığında havada kalıyordu. Üstelik o eli uzatabilmek için epeyce çaba harcaması gerekmişti. İnsanlara güvenebilme yolunda mesafe kaydetmişti geçen zaman zarfında. Ya da o öyle sanmıştı sadece. Ama artık bu mesafesinin ileriye değil de geriye yönelik olduğunu düşünüyordu. Hayal kırıklığı insanı hep kendi içine hapseder. İleriye doğru adım atmaya korkmasına sebep olur. Bütün bunlar bir araya gelerek onu bu hale getirmişti işte. Acıları, mutsuzlukları ve soru işaretleri kronikleşmişti. Kronik hastalıklar geçmez derlerdi ya o ne yapacaktı peki? Kronikleşen mutsuzluğuyla başbaşa mı kalacaktı hayatının geri kalanında? Görmezden gelse olur muydu ki? Yapabilmeyi çok isterdi.