-Kalktığında gözlerini zor açtı; o irinden devşirme akıntı göz kapaklarını yapıştırmış, gözlerini kapalı kılmıştı. Hatırlamaya çalıştı ve hatırını yorumlamaya, satırını bilemeye.
+Sabah kovulacağını bilerek, onun evine sığınmıştı. Üzerindeki lanet bir gölge gibi peşini adımlıyor, yatağın yanında, yerde duran pikapta ne olduğunu anımsayamadığı bir plak dönüyordu.
-İçinde bir burukluk vardı, ağır ve karanlık. Dayanamıyordu her gün her gün, her daim bir başka beden. Her beden daimi bir pişmanlık. Ölmek de istemiyordu, sevmezdi ölümü.
+Yağmur başlamadan kapının önüne konmuştu. Islanmıyordu. Moda parkında sıradan bir sıranın üzerinde nefes nefese hayattan dem vuruyordu.
-Yoktu. Yok olmuştu var değildi. Var edemedi hiç bir şeyi ve susturamadı duygularını. Duyguları onu dehşete düşürmeyi haz bilmiş bir canavardı adeta.
+Canavarın solukları ensesindeydi an ve an. Gökyüzünün kül bulutlarından boşalan yağmur şakaklarını okşuyor,hayatının tüm suyu içinden çekilirmişçesine ölüm kokuyordu. Şüphesiz ölüm bile o denli kısır değildi.
-Sağa, sola. Birer defa. Bakar ve giderdi her zaman. Geçende gidemedi, geçen sefer kalakaldı. Var olduğunu hissetti. Sanki ikinci defa ilk sigarasını içmiş, ilk defa başka bir bedende yaşamıştı. Buruktu içi, içten içe buruk ve yitik.
+Tüm bir moda burnunu dönüp ne olacağı belli olmayan bir güne ürüyordu. Perşembeydi.
-“Çok içiyorsun.” dedi arkadaşı. Çok içiyordu, doğru. Sirozdu zaten, işin garibi çürük vişne yediğin için siroz olmasıydı. Özlemişti bir çok şeyi. Eskisi gibi değildi o, çok değişti.
+Kadıköy’den karşıya pek bir gönülsüz geçtiği ve her seferinde saat farkına maruz kalmışçasına sendelediği terk edilmeler mevsimindeydi. Deniz onu gibi çok değişmemiş, neredeyse dalgalıydı.
-Yalnızca tek bir anısını anlatabilmekte zorlanıyordu. Aslında anlatabilmekte zorlanmıyordu, onu zorlayan anısıydı. Kadınları severdi, anatomilerini. Korku ve kokularını. Adamları da severdi, çok dostu vardı. Dostları onu ölü sansalar dahi..
+Başka bir bedende yaşadığı son anı anımsamaya çalıştı. Güvendeydi. Son söyledikleri kulağında ilk günkü gibi yankılanıyordu: “Beni burada bırakma.”, kadının ayakkabıları elinde, kendisi yokuştaydı. Ya da ona öyle geliyor, nasıl anlatacağını bilmiyordu.
-Kafası karışıktı, iyi bir adamdı. Gün geçtikçe yok olan, hiç var olmamasına rağmen gün ve gün daha da yok oluyordu. Hiç değildi, güzel adamdı. Elleri asla titremez, asla çekinmezdi. İstediğini alır, istemediğini almazdı. İstedikleri çok uzaklardaydı, hep yollardaydı.
+Oysa Britanya’daki balıkların rengi bile değişirken ondan hala eskisi gibi bir adam olmasını beklemek aptallık olurdu. Korkmaya başladığı senelerdi ve annesini hatırlıyordu.
-Bir ömrü onu sevmekle geçmişti. Bir ömürden bir ömre, yaşıyormuşçasına. Ölüm tadı var yaşamda. Kolları ağrıyor, sanki dolu dolu çanta taşırmışçasına. Aşkın esrarı ve esrarengiz aşkvari duygu durumuyla geziyordu, var olacağı umuduyla.
+Moda yolu üzerinde denize doğru uzunca yürümüş, iki büyük bir küçük çay içmişti. Vazgeçeli tam bir gün olmuştu ve mevsim yaz, şansı azdı.